Okullar Açılmadan

Birisi bir konuda Hoca'ya “referansların zayıf” dedi. Fazilet'e sordum “referans” ne demek ? “Bilgi kaynağı” dedi. Gak...Gukk...Guruk takır...(Hayret sesi) Anlamadım ya neyse, Hoca çok kızdı...belli etmedi. Gak...Guk. Sonra kendi kendine konuşmuş, Fazilet duymuş. Hoca diyormuş ki: “ Ben bunca yıl İstanbul'da ilim çevrelerinde bulundum, koca koca bilgin kişilerle sohbet ettim. İlk gençliğimde ağzımı açmaz sıramı beklerdim. Sonra yaşlandım, herkes benden birşeyler bekler oldu. O zamanda de yine bilmediğim şeyleri söylemez, susardım. Sadece iyi bildiklerimi söylerdim. Hiç kimse bana o zamanlar o şehirde, tek bir gün “referansların zayıf” demedi... Bu ayı şimdi Sapanca'da neden bana böyle söyledi...?” Gaaak.Guuuk. Kısss. Tısss...(Üzüntü sesi) Faziletle birlikte gürültü etmemeye çalışarak Hoca'ya yaklaştık. Bakışları derinleşmiş, tüyleri kabarmıştı. Yüzünde hafif bir sarılık vardı. Belli ki bir ızdırap yaşıyordu... O sırada yanında elli yıllık dostu “polis” lakaplı Burhan vardı. İstanbul'dan Sapanca'ya misafir gelmişti. Burhan oldukça yaşlı ve hastaydı. Hoca'ya dedi ki “neden buraya geldin ? ” Göl kıyısındaki çay bahçesinde oturuyorlardı. Hoca başını Göl'e doğru çevirdi. Anlaşılmaz bir sesle “bir halt ettik ki sorma Polis” dedi... Gözünden bir damla yaş aktı... Polis dedi ki: “Okullar açılmadan eşyayı topla İstanbul'a gel...” gaaaarkk. Guuuurk. Tak. Tuk Takır Tıssss. Ihı....Ihı...

Trenin Freni Patladı

Usta dün istanbul'a gitti. Fazilet'le beraber biz de trenin yanında uçtuk. Gak...guk. Sapanca'dan ayrılan tren Büyük Derbent istasyonunu geçtikten sonra yol ortasında durdu... Gak.Gak. Usta: –Acaba arıza mı var ? dedi. Trenin ön tarafına doğru uçarak bir dala konduk...Gak.Gurk. Makinist veya teknisyen birkaç adam trenin altına bakıyorlar, Gark. Guuurk. Biri elinde bir çakıyla, yolun kenarındaki ağaçlardan kesilmiş bir kazığı yontuyor... Sonra getirdi, trenin altında sarkan bir borunun ucuna tıktı...Gark Guuk. Tren hareket etti... Biz yeniden Usta'nın bulunduğu pencere önüne geldik. Fazilet dedi ki: –Usta boş durmaz, ne olduğunu soracak birilerini arıyor, gözünü ayırma Az sonra biletçi geldi. Usta sordu: –Biraz önce ne oldu, arıza mı ? Trenci hafifçe güldü: –Rayların arasından bir taş fırlayıp fren borusunu patlatmış, ağaç dalından tıkaç yapıp yola devam ettik... Gaaark. Guurk tıkır tısss (Gülme sesi) Usta'nın gözleri fal taşı gibi açıldı: –Yani biz şimdi patlayan hortumuna ağaç kazık tıkanmış fren balatası ile mi yola devam ediyoruz...? –Evet Evet...ne yapalım dedi adam. Usta ses çıkarmadı, pencereden dışarı baktı... Yan gözle Fazileti dikizledim gülmekten gözünden yaşlar akmış, gagası ıslanmıştı. Bana: –Önüne bak dedi, sen bir garip kargasın, böyle şeylere karışma... Gak. Guk. Takır.Tısss.

Kartın Günü Geçmiş

Hoca'nın Web sayfasını ayakta tutan kredi kartının günü geçmiş, yeni kart göndermişler o da Üsküdar'daki eski adrese gitmiş...gaaak. Serverciler para çekemeyince Hoca'nın sayfasını kapamışlar. Kart bulundu, ödemeler yapıldı, bu gün şu saatte sayfa açıldı...Gaaaak. Guuk... Takır...şakır...(sevinç sesi) Ben sevindim, Fazilet de sevinmiştir herhalde. Haberi oldu mu ? bilmem, duyarsa gelir. Gelmezse üstüne balçık atarım. Paristen İstanbul'a geldiğimizden beri WEB kapalı olduğuna Fazilet kayıplara karıştı... Nerelerde gezdiğini bilen yok gaaaak.guk. Paris'te olanları kaldığı yerden anlatacağım biraz bekleyin, gaaak. Guk. Pazar günü Hocanın Sapancadaki sallantılı evine İstanbul'dan misafirler geldi. Hocanın yirmi yıllık eski öğrenci arkadaşları... Gak. Guk. Evi bulmada biraz zorlanmışlar, halbuki çok kolay, hangi kargaya sorsalar bilirdi. Gaak. Grısskkk.(Kıs kıs gülme sesi) Hocayı artık Sapanca'da tanımayan yok...Geçen hafta da asker arkadaşları gelmişti... Hoca dedi ki: “ 42 yıl önce tezkere almıştık... daha dün gibi” Gelenler üç kişi: Atilla, Duray, Ergül... 1964 yılı Ağustos ayında eğitim için Edremit'te 67. alayda toplanan 480 kişiden üç kişi kalmış... Gaaak guuuuk.Guruk. Atilla İstanbul'dan gelirken yüz gram tahin helvası almış... Hoca küçük paketi görünce dayanamadı “bu adam Edremitte 400 kişilik aday taburuna da bir gece elinde küçük bir kavunla gelmiş – kalkın bunu yiyelim,diye herkesi yatağından indirmişti” gaaak.gaak.guk. Neyse anlatacak çok şey birikti... Fazilet de gelsin de anlatırız...Gak. Guk. Takır.

Rezaletin Turbo Kanatları

Fazilet dedi ki : “Hocanın oxfort'ta okuyan bir arkadaşı senin üslübünü taklit ederek Hoca'ya bir mektup yazmış...“gaaak...guuk”larla dolu bu mektuba çok güldüm” Ben Hoca'nın yazdıklarını okuyamıyorum. Birşeyler yazdığını biliyorum, ama o makinaları kullanamadığım için ne yazdığından haberim yok. Guk... takırrrr. Fazilet okuyor, o bilgilidir, teknolojiyi izler. Ama ben ona pek inanmam, bazen saçmalar... Gaak. Guk. Aramızın iyi olduğu bir günde yine sordum: - Kim yazmış Hoca'ya mektup ? gaaaak. - Londra'da okuyan Gökhan... - Ne diyor...Guuuk ? - Özledim diyor ? Paris'e geleyim mi ? diyor. - Ne Paris'i ? - Hoca Paris'e gidecek ya... - Yaaa öyle mi ? Gaak... - Haberin yok mu ? aptal karga, günlerdir konuşuluyor, biletleri bile geldi... - Bizi de götürür mü dersin ? gaak guruk. - O kadar yere uçabilir misin ? - Turbo kanat takar uçarım.Guuuk.Guk... İşin ciddi olduğunu öğrenince Fazilet'e ciddi bir teklifte bulundum Gaaak.... Hoca bizi yanında istemez. Bir valizin içine saklanalım. Usta görmeden biz de gidelim... –Olur dedi. Ama pek aklı ermedi. Gaaak. Ben yine de deneyeceğim. El çantasına sığınırsak gideriz... Bizi bagaja atarlarsa soğuktan donarız. Gaaak. Takır. Tısss. Kargaların tanrısına dua edip yola çıkmalı, Fazilet bu defa – olmaaaz demedi... Nedendir bilmem. Gak Guk... Hoca'nın Oxfort mudur nedir ? orada okuyan öğrencisi gelirse, beni taklit etmek nasıl olur ? ona soracağım gaaaak. Guuuk. Şimdilik haberler bu kadar tısss

Paris'te İki Karga

Paris'e geleli beş gün oldu. Gak guk. Ben alışamadım. Fazilet benden hızlı, o alıştı… Kestane ağaçlarından başka yere konmuyor.Gak…Gak. Anlattığına göre bu ağaçlar İstanbul'dan gitmiş, yüz yıl önce fidesini Türkiyeden götürüp dikmişler…Gak. Gaaak. Takır (hayret sesi) Fazilet'in bilmediği yoktur, gelir gelmez buranın da dilini öğrendi. Geldiğimizden beri Paris'in neredeyse tüm kargaları ile dost oldu… Gaak Guuuk… Parisli kargalar sordular: –Nasıl vize alınız… ? Gaak Gruk… –Hoca bize torpil yaptı, aldık…Gak. –Hocanızın vizesi var mı ? Guk. –Onun yeşil pasaportu var, vize gerekmiyor…Guruk. Gark. ,kiri (kabarma sesi) Fazilet Paris'i sevdi, ben biraz garipsedim. Sokaklarda aralıksız siren sesi duyuluyor, bir yerlerde hep olay var…gak.guk. polis arabaları, cankurtaranlar, itfaiyeciler habire koşuşturup duruyorlar. Gençler her gün toplanıp eylem yapıyorlar…gak.Guk. Polislerden aralıksız dayak yiyorlar… Fazilet dedi ki: –Buranın geleneği böyledir, kızınca sokağa dökülürler,polis onları döver. gak guk…Guk. –Bu defa neden dökülmüşler ? –Patronlar iki sene denemeden kimseyi işe almak istemiyorlarmış. –Olur mu öyle şey ? adamı iki sene bedava çalıştır sonra işe alma…Nedenmiş ? Gakkkk. . –Çinlilerle rekabet edemediklerine, bedava işçi arıyorlar… –Kuyruğunu yesinler… –Aferin Rezalet ! gelir gelmez köfteyi kavradın…Burada daha akıllı oldun. Siyasete de kafan çalışmaya başladı…gaak.guruk. Hayret ! Fazilet ilk defa beni övdü, Galiba Paris başına vurdu.Gaaak.Guk. Zaten bu sünepe karga bu şehre gelir gelmez canlandı,Üzerindeki tembellik kabuğu kırıldı, uyuşukluk bulutları dağıldı. Gaark. Şiddetli kanat darbeleri ile durmaksızın oradan oraya uçuyor, Eyfel kulesi midir nedir ? oraya bile çıkmaya yeltendi… Grev yüzünden kapamışlar, Paris'in deneyimli kargaları kıskandılar izin vermediler…Gak.Guuk.Ihı ıhı… Hoca Uçaktan indiği gün bir trene binerek Fransa'nın kuzeyinde Vitray şehrine gitti… Biz de trenin yanında uçalım dedik, ne mümkün ? TGV diyorlar en hızlı trenmiş, saatte 350 km. yapıyor. Mecburen tekerleklerin arasında bir yerlere sığındık…Gaak. Yolda: –Fazilet , dedim, sıkı tutun, yabancı diyarlarda bir kazaya uğramayalım, yaralanırsan seni Karga hastanesine götürüp organlarını çalarlar, böbreksiz, ciğersiz ne yaparsın ? –Sus leş kargası, ağzını hayra aç, dedi Fazilet…Gaaak.Gaaak…kıs kıs, takırrrr. Vitray'da işi biten Hoca ertesi sabah trenle Paris'e döndü. Eşyalarını otele atar atmaz, yakınlardaki antikacılar pazarına gitti…Gak.Guk. Uzun uzun dolaşıp resimler çekti…Eskici pazarı denince adamın kulakları dikiliyor... Gaaak, herkes gazino, bar gezerken bizim hoca yine eskicileri arşınlıyor…Fazilet'e anlatmış: Hoca Paris'e ilk defa 37 sene önce gelmiş, o zamandan beri hep gelip gidermiş, ama bu defa arayı açmış, son 1992'de Pariste'ymiş, ne eder ? 14 sene… Fazilete demiş ki “ Parisliler eskimiş, güçleri azalmış, o ünlü Paris kültürü gerilemişÃ¢â‚¬Â¦ burası da yavaş yavaş Amerikan şehirlerine dönecek” Gaak guuuk

Kargalar Paris Yolcusu

Fazilet dedi ki : “Hocanın Oxfort'ta okuyan bir arkadaşı senin üslübünü taklit ederek Hoca'ya bir mektup yazmış... “gaaak... guuk”larla dolu bu mektuba çok güldüm” Ben Hoca'nın yazdıklarını okuyamıyorum. Birşeyler yazdığını biliyorum, ama o makinaları kullanamadığım için ne yazdığından haberim yok. Guk... takırrrr. Fazilet okuyor, o bilgilidir, teknolojiyi izler. Ama ben ona pek inanmam, bazen saçmalar... Gaak. Guk. Aramızın iyi olduğu bir günde yine sordum: - Kim yazmış Hoca'ya mektup ? gaaaak. - Londra'da okuyan Gökhan... - Ne diyor...Guuuk ? - Özledim diyor ? Paris'e geleyim mi ? diyor. - Ne Paris'i ? - Hoca Paris'e gidecek ya... - Yaaa öyle mi ? Gaak... - Haberin yok mu ? aptal karga, günlerdir konuşuluyor, biletleri bile geldi... - Bizi de götürür mü dersin ? gaak guruk. - O kadar yere uçabilir misin ? - Turbo kanat takar uçarım.Guuuk.Guk... İşin ciddi olduğunu öğrenince Fazilet'e ciddi bir teklifte bulundum Gaaak.... Hoca bizi yanında istemez. Bir valizin içine saklanalım. Usta görmeden biz de gidelim... –Olur dedi. Ama pek aklı ermedi. Gaaak. Ben yine de deneyeceğim. El çantasına sığınırsak gideriz... Bizi bagaja atarlarsa soğuktan donarız. Gaaak. Takır. Tısss. Kargaların tanrısına dua edip yola çıkmalı, Fazilet bu defa – olmaaaz demedi... Nedendir bilmem. Gak Guk... Hoca'nın Oxfort mudur nedir ? orada okuyan öğrencisi gelirse, beni taklit etmek nasıl olur ? ona soracağım gaaaak. Guuuk. Şimdilik haberler bu kadar tısss.

Şükrü Bey'i Andılar

Hoca' nın Özbekler Tekkesinden arkadaşı avukat Şükrü bey öleli yirmi yıl olmuş... Gak...Gak...Ihı...ıhı... Hanımı Birsen hanım Ustaya telefon ederek :”bu yıl anma yapalım” dedi. Usta razı oldu. Pazar günü Kia'ya dolarak İstanbul'a gittiler. Gak.Guk. Arabayı her zamanki gibi Metin dede kullandı. Arkada üç kişi: Doktor Aptullah, Neyzen Edirneli İbrahim. Neyzen adayı Bilecikli Yekta... Gaak.Gaak. Biz de Faziletle kervana katıldık. Metin dede evde akşamdan üçgen börek yaptı “sabah pişiririz” diye fırına attı. Sabah geldi, bir de kek getirdi. Gak. Guk...Keki yakmış. Hoca dedi ki : -Bu kek yanmış... Metin dede hemen itiraz etti: -Sana öyle geliyor, çukulatası kızarmış. Usta ses etmedi. Gaark.Gurtuk...takır,gatır (Rezalet daha gripten kurtulamadı o yüzden acaip sesler çıkarıyor) Yola koyuldular... Bir saat sonra bir yerde durdular...Gaaark. Yaygılar yayıldı, kamp kuruldu. Çantalar, termoslar açıldı... Kekler, börekler, meyva suları, çaylar kahveler çıktı... Bir saat kadar kaldılar orada... Gak. Guk... Hava rüzgarlı, kampta herşey uçuyor...Tekrar yola çıkarken Hoca yakınlarda dolaşan bir sürü karganın arasında bizi farketti: -Bak, Fazilet önden gidiyor...rezalet de arkasında...dedi... Yanıldı... Çünkü önden giden bendim... Gaaak. Guuuk. Adam artık beni farketmiyor, gözleri yine katarak mı oldu nedir ? Fazilet kanadımı çekti... -Hoca'dan söz açarken “adam” diye terbiyesizlik etme. O senin yaratıcın, Adını söyle... dedi. Haklıydı Fazilet... Gaaark, Zaten o hep haklı çıkar... en büyük suçu da budur. Guk. Guk. Gurek (Yutkunma sesi) Araba İstanbul'a girerken Hoca Merdivenköyü Şahkulu dergahının önünde bir kalabalık gördü. Gaark. Guuurk... “ gelmişler” dedi. Sonra başını camdan dışarı çevirerek. “Gitmicem oraya” dedi... Gark. Gurk. Guuuuk. Sola dönerek Göztepe tarafına yöneldiler... Tam “Gözcü babadan” geçiyorlardı ki Usta dayanamadı... “Hilmi Dede baba çağırıyor hadi gidelim” dedi. Gark Gurk. Arabayı parkedip Gözcü baba mezarlığına girdiler. Biz de Faziletle selvilerin üzerindeki yerimizi aldık. Fazilet'in yüzü asık...gagası düşük. Sanırım mezarlık ziyaretinin gereklerini yerine getiremeyeceğimden korkuyor...Ukala, sanki herşeyi o biliyor...Gark. Gurk. Hocaya dikkat ettim, birşeyler mırıldandığını farkettim Fazilet'e sordum: - Mezarını ziyarete gittikleri geçen yüzyılın değerli Bektaşi şeyhi Hilmi Dede Babanın “Zümre-i Nâcileriz bende olup Haydere” sözcükleri ile başlayan hicaz “nefesini” içinden okuyor dedi... Vay canına... bu Fazilet Karga'nın bilmediği yok... Şeyhin yolundan gidenlerin bile unuttuğu şeyleri bu aptal Karga nereden biliyor... ? Aman duymasınlar. Kargaların yanında itibarları düşecek... Gaaak. Guuuk. Aguuu. Aguuu (Hayret sesi) Gözcü Baba'dan çıktıklarında Hoca yine heyecanlandı: “Hadi Şahkulku'nu da ziyaret edelim” dedi. Gittiler... Kalabalığın arasına karıştılar... Meydan odasına girdiler,bir yer bulup oturdular. Sazlar çalınıyor, göğüsler dövülüyor, kafalar sallanıyor. Biraz çalgıyı dinlediler. Bir aralık verildiğinde Hoca “hadi gidiyoruz” dedi. Kapıda Hocayı tanımayan bir görevli “amca aşkı yarıda kestin” dedi. Hoca ona “sen devam et...” dedi. Gaaak. Guuuk. Tısss. Hey'etin İstanbul'da ikinci durağı Hoca'nın Süheyl bey grubundan elli yıllık arkadaşı Ülker Hanım'ın eviydi... Orada da pastalar kekler... saat altı buçukta Avukat Şükrü bey'in evine vardılar. Hemen sofraya buyur edildiler... Bu defa düğün çorbası, peşamelli tavuk, yoğurtlu bakla... sakızlı muhallebi... Bize bir şey yok... Gaaaaak. Guk. Anma, anılma dualar, ilahiler. Neyler, kudümler, tef, zil... Gark gurk... Saat on'a kadar... Sapancaya döndüklerinde gün sona ermişti,. Biz yine gece yarısı karanlıkta konacak yer aramaya başladık. Fazilet bayağı yoruldu...Uçarken sordum: -O toplantıda kimler vardı ? -Otuzbeş yıl önce ölen Hocanın Şeyhi Necmeddin efendinin büyük kızı, iki oğlu, iki torunu... -İsimlerini biliyormusun ? -Hocaya sordum “artık unuttum...” dedi. Gaaaark, guuurk, ıhın, ıhı... takırrr.tısss.

Kavalcı Amcanın Kavalı

Hoca ara sıra Adapazarında bir müzik derneğine gidiyor, eski arkadaşları var, yeniler var, falan filan gaak. Guk. Gece Sapanca'ya eve dönüyor. KİA'yı kullanacak birini bulursa gidiyor, bulmazsa gitmiyor. Gaaak. Ayrıca Adapazarında Bosna Caddesinde bir kebapçı dükkanı var oraya da postu seriyor. Gaaak.Guruk. Biz faziletle kaldırım taşlarına, ağaçlara, pencere kenarlarına konup içeriyi seyrediyoruz. Hoca önce bir “ezo gelin” çorbası içiyor. Zaten o dükkanda başka çorba yok... Geçen hafta da 1,5 Adana söyledi. Doktor Aptullah'ın saçını başını yolarak feryat figan kopardığı tüm perhiz alarmlarına inat, ne bulursa iman kuvvetiyle götürüyor...Gak.Guk... Fazilet dedi ki –Fazla uzatma o işini bilir, geçen hafta Sapanca Kemer mezarlığından Tezcan'ların aile mezarlığına yakın yerden yer aldı... Guruk...Hı...Hı... Siz faziletin faziletliğine bakmayın ara sıra şom gagasını açtı mı şeytana taş çıkartır. Gak...Guk. Neyse, yemek faslı bitince Şehrin kıyısındaki Erenler semtinde müzik derneğine geldiler. Hava soğuk, dışarda kar yağıyor. Hoca içeri girdi. Hoş beş...el öpmelerden sonra gürül gürül yanan sobaya yakın bir yere oturdu. Gak.Guk.Gaaaak. Isınıp etrafa bakınmaya sıra gelince gözü bir yerlere takıldı. Fazilete baktım o da farketmiş... Hoca orta yaşlı esmer bir adama dik dik bakıyor,adamın elinde bir şey var, Fazilete sordum – Ne o ? –Kaval, dedi. Gaaak.Guk... sonra kısık sesle kulağıma bir şeyler anlatmaya çalıştı. Söylediklerinden anladığıma göre Hoca'nın seçimine uğramış bu dernekte ney çalınıyor, tanbur, ut, keman çalınıyor ama kaval çalınmıyor, çünkü burası folklor derneği değil “tasavvuf müziği” derneğiymiş. Gak Guk. Anladım... Hoca adama kafayı taktı... şimdi bir yolunu bulup onu azarlayacak. Derken buldu. Gak.Guk... Adam kavalını bir ara torbasına koymuştu, sonra uzandı almaya çalıştı, uzun zamandır yan gözle, hareketlerini izleyen Hoca fırsatı kaçırmadı – Koy onu yerine şimdi ilahiler çalınacak, seni sonra dinleriz...diye gürledi. Gak Gaaak. Fazilet ortalığın karışacağını anladı kuyruğumu çekti... – Sakın bir muzurluk etme, bakalım ne olacak... dedi. Gak.Guk. Kavalcı amca şaşırdı, beklemediği bu tepkiden sıkıldı, Şef'in yüzüne baktı, kısık bir sesle – “dem verecektim...dedi. Hoca hiç gerilemeden – Sonra verirsin...dedi. Olan oldu... gak.guruk. Hoca adamı yere serdi ya, ben biliyorum, şimdi ona acıyacak... gönlünü almaya çalışacak... garip adamdır kırar döker, sonra pişman olur... Gaak guk. Aslında pek yanına sokulmaya gelmez ama Faziletle birlikte kapıldık işte... Gak guk... Toplantının sonuna doğru Hoca Kavalcı'ya – Hadi bakalım çal da dinleyelim...dedi. Gak guruk. Pek de güzel çaldı mubarek. İş bitip insanlar dağılırken tahminlerim doğru çıktı. Gaaaak. Baktım Hoca adama sarılmış, heyecanla – Gene gel sen iyi adammışsın, diyor... Fazilete göz attım aptallaşmış –Şaşırma ben Hocayı senden daha iyi tanırım avanak Karga...dedim. Gaaak.takırrr.takırrr (üşüme sesi) Dışarda soğuk gece hükmünü sürerken Adapazarının sisli sokaklarından hızla oto yola çıkan Kia, Sapancaya doğru ilerliyordu. Biz de Faziletle karanlıkta göl tarafına uçtuk...

Kuş Gribi Muhabbeti

Pazartesi günü boğazıma bir şey takıldı gaaak.guuurk. Fazilet fırsatı kaçırmadı – Sen kuş gribi oldun...dedi. Alçak Fazilet ölmemi bekliyor... –O da ne ? dedim – Haberin yok mu ? ortalık kırılıyor... yabani kuşlar havadan hastalık getirmiş... Kuş gribi var... tutulan ölüyor... evlerden kümeslerden tavukları, kazları topluyorlar... Seni de kaparlarsa götürürler... dedi. – Seni götürsünler dedim. Kafama bir gaga attı, karga beynim sallandı, gak gak gak. Cami avlularındaki güvercinleri de götürüyorlar mı ? dedim –Hayır onlar daha akıllarına gelmedi...dedi. Bizi dinleyen bütün kargalar gaaaak.guuuuk gırırırkkk. Gururuuk diye gülüştüler. Ama içime bir kurt düştü... Grip olacağım hiç aklıma gelmemişti. Kış mevsimi sakattır, olur mu ? olur. Tedbir almalı. Ama nasıl almalı ? acaba o hastalığın ilacı var mı ? varsa insanlar içindir. Kargalara yarar mı ? Fazilet'n kulağı deliktir, herşeyi duyar, söylemez. Usta'yı sever ya, bir kurnazlık düşündüm. – Sakın Usta da kuş gribi olmasın ? dedim. Gak...Guk. Yutmadı – Sen Ustayı karıştırma onun mayası sağlam, kendine bak, dedi. Gak.. Guuuurk.(çaresizlik sesi) O sırada Fazilet'e bir durgunluk geldi – Ne oldu ? dedim. – Usta hasta...dedi. Kuş gribi falan değil ama kalbi tekliyor... Şeker ve tansiyon yüzünden...dedi... Gözleri daldı Fazilet'in, birden dili çözüldü Gakkk. Guuuk... – Usta dedi evlenmedi, kitaplarla evli olduğunu ömür boyu söyledi durdu... Şimdi yaşlandı, acaba duvarlara sıra sıra dizdiği kitaplar gayrete gelip ona bir tas çorba pişirirler mi ? evlenseydi de şu yıllarda etrafında çoluk çocuk, torun torba koşuştursaydı, fena mı olurdu ? Fazilete bir şey demedim, Haklı karga...gark gurk...guuuk... Ne yapalım ? kader böyleymiş... Guuuk.guuuk. Usta'nın kimsesi yok ama biz varız.... Bir de onbeş günde bir evi temizleyen Sultan'la fatma... Guurrk.Tıssss...

Sayfa Yine Enayileşti

Hoca kızgın gak...gak. gak. Hoca kırgın gak...guk... İlk defa bana konuştu, dedi ki – benim yazdıklarımı kimse okumuyor, senin söylediklerini okuyorlar, onlara de ki “ sayfa yine enayileşti, Usta yazı koyamıyor. Koyuyor, WEB almıyor... pencere çıkartıp “başarıyla veri tabanına aldım” diyor, almıyor... Tabanı batsın kerata, ne tabansız şeymiş...Sayfayı düzenleyen Caner'de, Fatih'te askerde olduklarına kimseden bana fayda yok... Caner 5 ay sonra gelecek, o gelmeden web sayfası doğru dürüst çalışmaz...” ben başımı salladım – söylerim, dedim. Gak.Gaaak. Ama içimden gizli gizli sevindim, zira Hoca anlamıyor, sayfanın hiçbir yeri çalışmıyor, sadece benim karga köşesine yazı konabiliyor, gak.guk. Bunun nedenini ben de anlayamıyorum. Guuuk.Tısss. Kader böyle istemiş olabilir... Kargaların Tanrısına dua ettim, belki diğer köşeler de açılır diye ama açılmasa daha iyi... Hoca yazmasın, o zaman rahatlar, çünkü yazı yazarken heyecanlanıyor tansiyonu çıkıyor. Gak.Guuuk.Takır. Adama bir şey olacak. İnme falan inecek. Ona kim bakar ? Gaaak. Guk. Ben kargayım, ne yapabilirim ki ? Allah korusun, öyle bir şey olursa Fazilete yalvaracağım, gidip Hocaya bir kadın bulacak...Bulur mu ? bulmaz mı ? Hoca geleni beğenir mi ? beğenmez mi ? Huysuzluk mu eder ? kadere boyun mu eğer ? göreceğiz. Gak. Guk... Hoca bir gün dedi, ki –Eyüb Sultan'da Şeyh Nazmi yüz yaşına geldiğinde iş yapsın diye bir kadın buldulardı. Kadın geldi, hasta... meme kanseriymiş. Şeyh ona baktı. Kadın öldü. Bir kadın daha buldular, kadın geldiğinde şeyh demiş ki “ hanım iki memen de var mı ?” Kadın “var” demiş. Sonra ne oldu bilmiyorum...Gak.Guuk. Hoca bunları anlatırken gözleri doldu... –Konu değişti dedi. Gak.Guk. Sonra gözleri derinlere daldı –Keşke evlenseydim...Benim de çocuklarım, torunlarım olurdu... dedi.Gak. Guk. Tuhaf adam... Biz evlendik te ne oldu ? bizim karga piçleri yumurtayı kırar kırmaz kaçıp gittilerdi. Hocanınki sanki başka türlü mü olurdu...? Gak. Guk – Değil mi Fazilet...? Fazilet konduğu dalda uyuyor... başı düşmüş.... hişşşşst.Kalk... Gak. Guk... Salak Karga, kalk ta Hoca'ya moral ver... Aptal karga... suratsız Karga... Gak guk...