Türkiye’nin eşsiz iktidarı

untitled.bmp

Bu iktidarın yeryüzünde bir eşi daha yok. Bu “eşsiz” bir iktidar. Yüzyıllardır varlığını sürdüren Türk siyasi hayatında bir eşi daha görülmemiş olan bu iktidar, gerçekten “eşsiz” bir iktidar. Yeryüzüne helâl olsun !…

Ülkenin uzun zamandan beri süregelen “Kamu yönetimi” geleneği, bu gün öylesine bir noktaya gelmiştir ki “eşsiz bir tablo” ortaya çıkmıştır.  Sanki önceki asırlar hiç yaşanmadı, sanki daha önceleri denenmiş siyasi hareketler hiç çizgi bırakmadı… Son yüzyılda bu yörede  Laik-Müslüman çatışması kamusal yaşamımızı işte şimdi bu noktaya getirdi.

Bir erkekler devleti kurduk. Yeniden başa döndük, asırlar öncesinin Osmanlı protokolu yeniden devlet hayatımıza girdi. “Lacivert takım elbiseli erkekler devleti…” Böyle bir manzaranın da dünyada eşi yok… Eşsiz bir görüntü kapladı hayatımızı… Yakında Çankaya köşkünün pencerlerine kafes takılacak… Devletin kalbi eski zamanların ünlü yazarı Ahmet Rasim’in İstanbul'da Aksaray’daki  cumbalı evine dönecek

Cumhuriyet bayramı için köşkte düzenlenen “eşsiz” törene Amerikalı aktör **Kevin Costner'**de “eşsiz” gelmiş. Demek o da **“eşsiz”**  bir insan. Böylece yetkililer “protokol” krizini önlediklerini söylüyorlar. Protokol krizi asıl  şimdi çıktı. Bunun nesi önlenmiş ki… Ciddi bir devletin görüntüsü demek olan protokolde bir kötü başka bir kötüyü örtüyor mu ?

Biz Türkler ilginç insanlarız, yaşadığımız zaman biriminde ve feminizmin dünyada zaferler kazandığı bir dönemde ortaya çıkardığımız “ eşsiz” iktidar, dünyaya örnek olabilir mi acaba ? Acaba dünya liderleri de bundan sonra hanımlarını eve kaparlar mı ? Kapıları, pencereleri örterler mi ?

Arjantin’de Devlet başkanlığı için bir aile karı-koca seçime girdi. Seçimi kazanan hanım şu sırada başkanlık koltuğunda oturan eşini sokağa atarak yerine oturacak. Yeni Başkan’ın **Arjantin’**de devlet başkanı olarak o ülkenin tarihinde unutulmaz bir isim bırakan Bayan Peron’un ekolünde olduğu söyleniyor. Â

Pakistan’da bayan Bhutto da başı örtülü bir müslüman. Eşarpı ara sıra kayıyor, düzeltiyor. O da bir İslam devletinin iktidar koltuğuına aday… Yerine geçince "protokol” krizi olmasın diye ortaya çıkmayacak mı ?

Efendi biraderler !... bu işi iyice sulandırdınız… Ne "devlet" ten vaz geçiyorlar ne başörtüsünden. Başörtüsü ile devlet protokolü yapılamayacaksa o devletin başına oturmaya neden heveslendiniz ki ? Madem oturdunuz, hayırlı olsun.  Bırakın şu “başörtüsü  konusunun” yakasını… Bunu kim icat ediyorsa ve bu netâmeli konuyu kim “siyasi takanak”  yapıyorsa artık vaz geçsin… Kim ne isterse söylesin, ne isterse yapsın…nasıl isterse yapsın, Alın başörtülü hanımlarınızı yanınıza, oturun gül gibi kırmızı kadifeli koltuklara, Dünyaya şan olsun… Karanlık görünümlü erkekler iktidarına renk ve neş’e gelsin.

Bu gül'ün dikenleri fazla can yaktı. Destur... Bu konu kabak tadı verdi… Baygınlıklara neden oluyor. Nefes darlığı yapıyor. Â

Generaller'in Savaş Aşkı

5fcbfab80e.jpg200px-goltz-portrait.jpg

       Clausewitz         Goltz Paşa Â

Kanalda bir emekli general ünlü televizyoncu Uğur Dündar’a Alman savaş filozofu Clausewitz’in “savaş politikanın devamıdır” düşüncesini aşıladı. Uğur Dündar mest oldu. Cümleyi tekrarladı durdu, ben sonuna yetiştim. Aralarında geçen konuşmanın baş tarafını kaçırdım ama emekli generalin bakışlarından, Uğur Dündar’ın hayran tavırlarından işin öncesini az çok fark edebildim.

1780-1831 yılları arasında yaşamış Alman generali ve savaş filozofu Carl Von Clausewitz ‘in bu ünlü cümlesi dünyanın tüm askeri okullarında okutulan “Vom Kriege: Savaş üzerine” isimli eserinde yer alır. Bu eser Alman Prusya savaş geleneğinin ana yasasıdır. Bu anayasanın temel direği olan savaş politikanın devamıdır” cümlesi Lenin’den Hitler’e, Stalin'den Mao'ya, Oturan Öküz'den, General Koster'e  kadar yeryüzünde tüm savaşan liderlerin kalplerine altın harflerle yazılmış, ruhlarına ibrişimle sarılmış, kafalarına demir kazıkla çakılmış, beyinlerine çelik halatla bağlanmıştır...

Politikacıların peşinden koştuğu tüm 19 yüzyıl generallerine ilham veren bu eserde Clausewitz’in, filozof **Hegel’**den etkilendiği söylenir. İlk defa 13 yaşında savaşa katılmış, ulaşılmaz şöhretini Napolyon zamanı Fransa ile yapılan savaşlarda kazanmış, 38 yaşında tümgeneral olmuşÂ Clausewitz için savaş "tıkanmış bir politikanın kaçınılmaz sonucudur." Â

Clausewitz'in savaş ilkeleri içinde en önemli olanı "Topyekün savaş" teorisidir. General diyor ki: "sadece ordular değil, sivil halklar da savaşmalıdır. Bir savaşta sivillerin ve devleti yöneten siyasilerin hayatta kalma şansları askerlerden fazla değildir. Belki daha fazla risk altındadırlar" Böylece Clausewtz'in  savaş tarzında o zaman kadar sadece askerlerden beklenen gayret, teorik olarak sivil halka da yönelmiş ve büyük insan kitleleri kendilerini ateş ve kan dolu bir gayya kuyusunun  için de bulmuşlardır. Bu olayın  en ileri örneği Birinci ve İkinci dünya savaşlarıdır. Â

Clausewitz’in yakın zamanda en ileri çırağı, Almanya’yı ölümcül bir savaşa sürüklemiş olan Adolf Hitler’dir. Clausewitz’in  ölümünden yüz yıl sonra dünyaya gelen Hitlerin savaş sırasında generalleri ile tartışırken “ Ben Clausewitz’i okudum, sizden öğrenecek hiçbir şeyim yok…” dediği anlatılır.

**Clausewitz’**in geliştirdiği Alman Prusya Savaş ekolünü, ülkemizde temsil etmiş olan kişi, Osmanlı Harbiye mektebinde birkaç nesil öğrenci yetiştirmiş olan ünlü general Von der Goltz’dur. Genç öğrencileri ona o zaman Goltz Paşa demişler. Doğuya geldikten sonra sevimli bir ihtiyar pozuna bürünen bu kaskatı Prusya generalinin, en ünlü cümlesi şudur: “savaş nimettir”

Goltz Paşa’ya göre “savaş insanlığa alabildiğine geniş teknik ve bilim kapıları açan, ulusların yeteneklerini harekete geçiren ve onlara parlak gelecekler vaad eden, dünyanın henüz dokunulmamış enerji kaynaklarını gün ışığına çıkaran “bir çeşit silahlı politikadan başka bir şey değildir. Goltz Paşa bu alanda mensup olduğu ekolün kurucusu “**Clausewitz"**i de aşmış açıkça savaş savunucusu olmuştur. Paşa savaşa aşıktır. İnsanlığın savaşla düzeleceğine inanmıştır. İnsanlar eğer durmaksızın birbirlerini yerlerse seçilerek doğacak çocuklar daha akıllı ve daha yetenekli olurlar, demeye getiriyor. Kimbilir belki de haklıdır…Â

Clausewitz’in adı onbir eylül terörist saldırısından sonra ABD’de duyulmuştu. Afgan ve daha sonra Irak savaşına hazırlanan Pentagon generallerinin hangi etki alanı altında olduğunu inceleyen Amerikan savaş yazarları, onların “Clausewitz ekolünün devamı” olduklarını dile getirmişlerdi. Olaylar bu görüşleri doğruladı, Amerikalılar, Afganistan'da Taliban’la Orta Asya’nın doğal gazı  ve Irak'ta Saddam’la  petrol kuyuları  konusunda anlaşmaya varamayınca göstermelik  bahanelerle üzerlerine saldırdılar. Masa konuşmaları bitmiş, sıra silaha gelmişti. **Afganistan’**da bir günde kullandıkları bombalara o ülkenin açlarını bir yıl doyuracak kadar para harcadılar. Tüm ülkeyi mayınladılar.

Savaş politikanın devamıdır. Laf bitince silah konuşur…diyerek iki yüz yıldır şu güzelim dünyayı cadı kazanına çeviren  Prusya generalleri ve yetiştirdiği silahlı neslin “savaşın nimetlerine “ rağmen Osmanlı toprağını savunamadığı Goltz Paşa, şu sonucu görselerdi acaba ne derlerdi ?

Bence Clausewitz'in **"savaş"** ekolü artık iflas etmelidir.  Artık hiç bir politika savaşla sona ermemelidir. Hiçbir savaş politikanın devamı olmamalıdır. Ülkeleri için ölmesini bilen değil, yaşamasını bilen insanlara sıra gelmelidir. Hiçbir zaman Silah söz'ün yerini almamalıdır. İnsanoğlu savaşa lâyik değildir.

Eskiler "Hazır ol cenge ister isen sulh ü sâlâh" demişler. Bu cümleyi şimdi şöyle söylemelidir: "Hazır ol bilim ve teknolojiye ister isen sulh ü sâlâh".

Cumhuriyet Ulusun Hakkıdır

pst.jpgÂ

****(Arşiv'den)****                                    Â

                Yakın zaman Türk siyasal yaşamının Osmanlıdan Cumhuriyete geçişi bu yıl 79. yılını kutluyor...Gelecek sene seksen olacak...Ortaasya çıkışlı Türk Ulusu 80 yıldır Cumhuriyet adını taşıyan bir yönetim biçimi altında... Aslında bu şekil bir Batı geleneğidir....Doğu toplumlarında insanlar güvendikleri bir şefin ve sülbünün etrafında toplanarak o ne derse onu yaparlar...Cumhuriyet ise yaşamla ilgili siyasal kararların tüm ulusun birleşmesiyle verildiği bir  yönetim biçimidir. Bu Yönetimde bir de parlemento var...Yani ulusun seçtiği temsilciler bir yerde toplanıp konuşacak.... Bu da Kuzeyli Viking’lerin icadıdır... Eskiden dünyada kral ve soylulardan oluşan diyet meclisleri vardı...Orta Asya’da hükümdar ve kurultaylar... Cumhuriyetler, Kralların ve İmparatorların karar ve yaptırım gücü azalarak, halkların gücü öne geçtiğinde kuruldu... Bu bir siyasal rüşt ispatıdır... Önce Tanrı-Kral, sonra Kral, sonra da Halk ve meclisi... şimdi o noktadayız...Yani gelişen ve siyasal kudretini ispat eden “halkın” fiilen yönetime el koyması... Bu sosyolojik tarihsel gelişme, kolay olmamıştır.En ileri örnek 1789 Fransız Devrimi... Fransızlar, özellikle Marsilya’ dan gelen bir kısım öfkeli insanlar, Paris’te krallarını devirip hep birlikte tahta kendileri oturdular... Yaptıkları işe de “Cumhuriyet” adını koydular... Pek çok da adam öldürdüler... İhtilalin babalarından Saint Juste, Halk meclisinde ağır bir direnişle karşı karşıya kalınca :“ondört yüzyılın pisliğini, başka türlü temizleyemem, babamı bile giyotine gönderirim...” dedi. 1789 Fransız devrimcileri, halk iradesine akıl erdiremeyenleri, her sabah saman arabalarıyla giyotine gönderirlerdi. Günde 2000 kişinin kafasını kestiler...Madam Tussault kesik kafaları mumyalayıp Londra'da müze kurdu.Â

                                         *                  *                  *

                  Cumhuriyet halk egemenliğidir. Halkın kendi kendine sahip çıkışıdır. Bunun teknik yaptırım aracı da “demokrasi”dir. Şimdilerde ekonomisi de gelişerek çeşitli aşamalardan sonra “serbest ticaret” oldu. Ancak“demokrasiler ve Cumhuriyetler henüz serbest ticareti “eşkiyalıktan” kurtaramıyorlar...Belki bir gün ona da güçleri yetecektir... Halk iradesi kavramının gelişmesi ülkemizde de kolay olmamıştır... İstanbul’da Bir buçuk asır önce  “Mizan:Terazi”isimli bir gazete çıkaran Sultan Aziz devri aydınlarından “Mizancı Murat bey” için Milli İrade ve parlemento sistemi “ümmül habais” tir...Yani “kötülükler anası” Murat bey için bir ülkeye yapılacak en büyük fenalık, o ülkeyi halkın iradesine, idaresine bırakmaktır...O çağda halk pek “aşşağılık” görüldüğü için, sadece Murat bey değil, devrin tüm aydınları “devlet, sokaklarda koşuşan serserilere teslim edilir mi ?...” düşüncesindedir. Devleti asiller, soylular, zenginler ve hocalar yönetecek...Halk onlara uyacak... ulusal kaderin  şu muhteşem cilvesine bakınız ki, o tarihten yaklaşık altmış yıl sonra Osmanlı yıkılmış, Ankara’da halk egemenliği ve Parlemento kurulmuş ve üzerine “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılmıştır.  Acaba Murat bey o yazıyı görseydi ne şekle girerdi ?...

Halkın bir gün devletini, soyluların elinden alacağına hiç de inanmamıştı Murat bey...Şimdi de bazılarının “soysuz”lardan kurtulamayacaklarını sandıkları gibi...   Â

                                          *                   *                *

                Seksen yıllık Cumhuriyetimiz , Asya’dan kalma “tek şef ve hanedan çevresinde “toplanma geleneğinin kırılışıdır...Toplumun rüştünün ispatıdır...Bu gerçek, 29 ekim 1923’te akşam saat 18.45’ te toplanan Büyük Millet Meclisinde okunan,Anayasa Komisyonu tutanağında şöyle dile getirilmişti : “Ulusumuzu esenliğe ve mutluluğa ulaştıran ve tam bağımsızlığa kavuşturan ,Tanrının da beğendiği, kutsal mücadelede, ulusal egemenlik temeli kesinlikle kabul edilmiş ve hep buna uyula gelmiştir. Bu usulün soylu ulusumuza ve şartsız ulusa ait olması ve idare usulünün ulusal kaderin ulusça yönetilmesi temeline dayalı bulunması Cumhuriyet demek olduğundan kişisel saltanatı kesinlikle kovucu olan bu kelimenin kullanılması ve Türkiye Devletinin hükümet şeklinin cumhuriyet gibi olması  hakkındaki Anayasa maddesinin bir fıkra ile açıklanması hukuka ve işin gereğine uygun görülmüştür.” Cumhuriyetin ilk işareti 21-22 haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa tarafından Amasya tamiminde şöyle dile getirilmişti: “ Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır...” Ve Paşa daha sonra Nutukta şunları söylemişti: “ hükümet milli egemenlik esasına dayalı halk hükümetidir. Cumhuriyettir.” Seksen yıl önce Ankara’da kurulan “Cumhuriyet” ulusumuzun hakkıdır. Ve Cumhuriyet giderek gelişmesinin doruklarına varmış her ulusun hakkıdır... Diktatörlük bunun tersi... Halkların kötü kaderi... Neye yarar ki, bir zamanlar Roma’yı yıkan tiranların kahrolası kuyrukları hâlâ yaşlı dünyada varlık savaşı veriyorlar... Cumhuriyet bayramınız kutlu olsun... Dünyadaki tüm tiranların tamamen silinip yok olacağı günleri beklerken övgülerimiz, şu Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Paşa ve çevresindeki erdemli vatandaşlaradır. Örnek insanlar.  (Arşiv)

Rezaletin Kredi Kartı

kart.jpg                                                 Â

-Kredi kartı ne işe yarar, Gaaak ?

-Para harcamaya

-Nasıl yani, para yerine mi geçiyor ? -Evet, Gaaak.

-Senin var mı ?

-Rezalet yine beni kızdırma, kargaların kredi kartı olmaz…

-Nasıl olmaz ?… Ben biliyorum… Bazı kargaların var… Gaak.Gurk. (kızma sesi)

-Kargalar leş yerken hesabı kartla mı ödüyor ?

-Senin bu gün keyfin yok**, Kredi kartının** ne işe yaradığını söyle, Gaaak.

-Rezalet susar mısın ?

-Söyle ne işe yarar kredi kartı ? gaaak.gurk.

-Tuvalet kağıdı yerine kullanmaya.

-Senin adını Fazilet koymuşlar ama Hocayı mahkemelerde süründüreceksin , kapa gaganı da adamın başını derde sokma... Gaaak. Guk.

-Ben söylemiyorum ki, o kendi yazıyor… Nereden çıktı şimdi bu muhabbet ?

-Bir bankanın kart müdürü, kart  bir bankacı hanım “Tüketicinin kartlarla duygusal bağı yok, biz küllenmiş bir aşkı dirilteceğiz…” demiş. Gaaak. Gurk. Tısss. (meraklanma sesi) Tüketici kartla nasıl aşk yapar? Anlayamadım, çocuğu kim doğuracak ?  tüketici mi ? kart mı ? kart’lar çocuk doğuramaz herhalde tüketici doğuracak…Gaaak. Guuuk Guruk. Pıssss. (Karga gülüşü)

- Allah seni kahretsin, sen süründüreceksin adamı ? Şu ülkede cebinde kredi kartı olmayan mı var ? Yakında hem senin, hem benim, allı pullu**, sırmalı yaldızlı**, yasemin kokulu, mor sümbüllü, yalayınca köpürecek**, ısırınca** bal kaymak saçacak kredi kartlarımız olacak, Gaaak. Kargalarınki alışıp sevdikleri çöplük kokusu yayacak… Bitmedi, kedilerin, köpeklerin, atların, eşeklerin, tospağaların, kurbağaların, kurtların, çakalların, sırtlanların, ayıların, ceylanların, geyiklerin, kunduzların, farelerin, sıçanların, yılanların, çiyanların, koyunların, keçilerin, cinlerin, perilerin, şeytanların, iblislerin, Hamam böceklerinin…

-Dur dur dur duuuuur, gaaak, gruk. Pıssss. Aman yeter… Vazgeçtim başka şeyler konuşalım…Gaaarg, Kark. Gurk Ihı…Ihı… (ağlama sesi) Â

- Ağlama Rezalet, sana bir kredi kartı bulurum …

-Bulma, istemeeeem.istemeee… Gaaaark. Gurk.Guruk.

- Senin Hocan da baştan öyle diyordu… Gaaak. Guk. Emekli olmadan önce maaşını aldığı “İş Bankası Harbiye Şubesinden” ilk kredi kartını eline tutuşturduklarında “istemeeem İstemeeem” diye feryad etti. sonra uzun uzun elindeki karta baktı, evirdi, çevirdi, düşüncelere daldı. Halife Ömer’ in İran fethinden dönen ganimet yüklü develeri görünce “işte bütün fitne bu develerin yüklerinde gizli” dediği gibi o da bankanın orta yerinde “Bu kart fitne yüklü…” diye bar bar bağırdı. Neye yarar ki kurulan tuzağın üstesinden gelemedi. Paçasından yakalandı, sonraki yıllarda karta para yükledikleri kadar fitne de yüklediklerini bile bile kurtaramadı kendisini…Gaaak. Guuuk. Gurk. Ihı Ihı…

-Ne diyorsun Fazilet, iş o kadar kötü mü… ? Gaaak.

-Daha da kötü

-Sana kart teklif eden oldu mu ? Â

-Özel hayatıma karışma.

-Sana da, özel hayatına da, kartına da, bankana da, yıkıl git karşımdan başka dala kon…

-Rezalet, kafamı kızdırma sana zorla kredi kartı satarım…? Gaaark.

-Nasıl yaparsın…?

-Sana asılan o penguen var ya, onun İskandinav bankalarından sayısız kredi kartı var, söylerim, birini sana zorla sokuşturur… O zaman anlarsın kredi kartı ile tuvalet kağıdının farkını…Gak.

Bizi yeniden diriltir

pst.jpg

Bizi dirilten o Dost, Ne kadar temiz, ne kadar tatlıdır. Ne kadar hoştur, güzeldir...

Biz insanlar, ruhlardan,

Gönüllerden ibarettik.

Bedenlerimiz yoktu.

O aziz Dost,

Bedenlerimizi ruhlarımıza

konukevi olarak yarattı.

O Dostumuz, O Efendimiz,

Lutfeder**,** kerem buyurursa,

Bizi affeder.

Nasıl önceden yarattıysa,

Gene öyle yaratır.

Bizi yeniden diriltir.

Mevlânâ

Taraklı’da Beypazarı Domatesi

domates-01.jpg

-Hoşgeldiniz, kimsiniz, kimlerdensiniz ?

-Hoşbulduk, ben ademoğlu, insangillerden...

-Haa haa haa sizi tanıyalım adınız ne ?

-Ali Asgar, İranlı.

-Kime misafir geldiniz ?

-Yunus Paşa'ya,

Hoca geçen Cumartesi günü Taraklı’ya gitti gaaak gaaak. Gurk. Hoca birkaç haftada bir **Taraklı’**ya gider, ben de arabanın yanında. Kia’nın direksiyonunda Araboğlu, Gaaak. Guk. Geyve Boğazını geçip dağlara doğru gittiklerinde ben biraz yoruldum. Guuurk, guuuk. Boğazı biraz zor geçtim, hava kapalı etraf puslu, görüş mesafesi, kısaydı, oldum olası boğazları sevmem, rüzgarın nereden geleceği belli olmaz, Karga kısmını savurur durur. Kanadı nasıl tutacaksın anlaşılmaz, sert dönüşlere kuyruk da yetmez, gaaark. Gurk takırrr. Tısss (Yorgunluk sesi)

**Taraklı’**ya vardıklarında ikindi ezanı okunmak üzereydi. Yunus Paşa Cami’ine girdiler. Ben de yandaki çınarlara konarak oranın kargaları ile tanışmaya gitim. Gaaak. Guuuk. Taraklı gezisinde Fazilet yanımda yoktu. Guuurk. Birkaç gündür görünmüyor. Fazilet’ten kurtulmanın sevinciyle neş’eli neş’eli o daldan bu dala konarken baktım aşağıda namaz bitmiş. Gaaark. Hoca camide çıkarken biri yanına yaklaştı. Aralarında daha önce anlattığım konuşma geçti. Sonra tanıştılar. Birlikte mezarlığı gezdiler. Taaaark. Tısss. Hoca sordu:

-Bu mezarlıkta çok eski taşlar var, bunlar korunuyor mu ?

-Yakında birileri geldi, üniversite öğrencileriymiş, taşların yazılarını okudular, kalıplarını çıkardılar , burayı düzenlediler.

-Kayıp taşlar var mı ?

-Ben çocukken burada daha çok taş vardı, şimdi azalmış dedi, adam.

Camiden çıkıp üç gözleme ile karınlarını doyurdular, sonra pazara gittiler. Gaark. Gurk. Eski çarşıdan geçerken Hoca kapalı bir dükkanı göstererek dedi ki:

-Bak Araboğlu bu en eski dükkan şekli**, sokağa** bakan tarafta üstte kepenk, altta tezgâh var. Her ikisi de menteşeli. Şimdi kapalı duruyor. Dükkan açılacağı zaman önce kepengi kaldırır, sonra tezgâhı indirir, sonra içerden malları çıkararak sokağa doğru uzanmış tezgâha dizerler. Bu dükkan şeklini ben pek çok eski Türk çarşısında gördüm, en güzel örnekleri Balkanlarda Saraybosna’da “Baş Çarşiya” da var... Şimdi onardılar. Pek güzel oldu. Çok kullanışlı, sevimli ve gizemlidir. Eskiden tezgâhın arkasından size güleç gözlerle bakan Dükkancılar, son zamanda Batı’da Almanların “kafaf” diye icat ettiği sonradan gelişen “Market” düzenindeki suratsız satış elemanlarına benzemezlerdi... Ayrıca o asil insanlar yoldan geçen yayaları zorla dükkanlarına sokarak durmaksızın tekrarladıkları luzumsuz laflarla kafaları bulandırıp düşünmeye fırsat vermeden mal sokuşturmayı da denemezlerdi. Ben o "mert" dükkancıya bundan kırk yıl önce en son Afyon çarşısında rastlamıştım Yaaa... Araboğlu, kav çakma, bunları öğren...

Hoca bunları anlatırken, Araboğlu dükkanın resmini çekmeye çalışıyordu.... Gaaak. Guuuk. Tak Takır... Hoca dükkanı ve eski dükkancı ahlâkını öyle heyecanla anlattı ki, benim de karga halimle dükkancı olasım geldi... Gaaark. Acaba biz kargalar, dükkancı olsak, şimdiki Turist avcısı Mısır çarşısı çığırtkanlarından daha iyi ötebilir miyiz...? Gaaark. Guuurk. Tısss.

Hoca Taraklı pazarında Beypazarı domatesi aradı,

-Yok... dediler, Hoca’ya yörenin yetiştirdiği domatesi, kilosu iki liradan sattılar. Hoca dedi ki: -Bayan Ülker Erke’nin geçen ay Edremit’ten gönderdiği sızma zeytinyağı tenekenin dibinde biraz daha kalmış, o zeytinyağını Beypazarı domatesi ile yiyecektik... Yazık oldu... Gaaark. Gurk. Ben bu işe şaştım kaldım. Kargalar domatesi**, zeytinyağını** ayırabilseydi ben de o zaman bu sırlara ulaşırdım. Bana da yazık oldu.... Gaaark. Gurk. Acaba salak Fazilete anlatsam karga aklı erer mi ?

Gam Bize Uymaz

melankoli_m58.jpg

Gam da ne oluyor ki adını analım,

Onu gönle değil toprağa gömelim...

Gam bir badem, ama içsiz...

Gam bize uymaz,

Başını yere koymazsa,

Onun başını kıralım.

Beynini çıkaralım.

Mevlânâ

Mertlik Yasası Denemesi

Yaşam tekliften ibaret oldu... “Teklif��? hayatımızın sağlıklı yürümesi için artık bir metot olarak kullanılıyor. Baskıcı ve dayatmacı olmayan teklifler, kusurları ayıklanarak geri çevrildiğinde kişi ve toplumun davranışlarını dürüst ve doğru biçimde şekillendiriyor. Önemli olan eski ve dar görüşlerle, belirli nedenlere saplanarak tutucu davranmamak...

Yaşamın Hakk nuru ile sonsuz yenilenmesi, hayatımıza yeni yeni boyutlar katıyor... İmanımızı ve arkaik itikatlarımızı zedelemeden eski inançlara yeni yorumlar getirmenin zamanı gelmiştir sanıyorum. Bu amaçla yüzlerce yıldır uygulanan ve her çağda yaşam biçimi oluşturmayı hedefleyen “Fütüvvet��? kavramı ve “Fütüvvetnâmeler��? literatürüne bir deneme ekledim. Bu bir “ön çalışmadır��? gelişecektir. Teklif ve tartışma kapısı açıktır. “Fütüvvetnâme��? ismi çok gerilerde kaldı, buna şimdi “Mertlik Yasası��? demeli. Bu da bir teklif, “öneri��?dir. Ya nasip. Bir sıra gözetilmeden aAkla gelen Mertlik (fütüvvet) ilkelerinin listesi şöyle:

  1. Günde üç vakit munt****azam yemek yerler.

  2. Fast foot’ta ayaküstü rastgele karınlarını doyurmazlar.

  3. Cep telefonlarını kapamazlar.

  4. Her akıllarına geldikte olur olmaz kişilere SMS atmazlar.

  5. Enternet kafelerde günlerini geçirmezler.

  6. Mahallede taşınan komşu varsa yardım ederler.

  7. Arkadaşlarına verdikleri randevuya saatinde giderler.

  8. Cep harçlıklarını arkadaşları ile paylaşırlar.

  9. Kimseden rastgele borç istemezler.

  10. Verdikleri sözü tutarlar, tutmayacakları sözü vermezler.

  11. Analarına babalarına sert konuşmazlar.

  12. Çocukları ve yaşlıları dövmezler.

  13. Bilmediği konularda konuşmazlar.

  14. Tuvaletten çıktıktan sonra ellerini yıkarlar.

  15. Trafikte kırmızı ışıkta beklerler.

  16. Otobanda güvenlik şeridini kullanmazlar.

  17. Ev’de yemek yemek serbest, bitirmek yasaktır.

  18. Sonradan gelecek olana yemek saklarlar.

  19. Sofra'da çok konuşmazlar.

  20. Toplu yaşamda bulaşığı gören yıkar.

  21. Başkasından beklemek haramdır.

  22. Başkasından bekleyen toplum dışına itilir.

  23. Toplulukta herkes “Başkası yerine ben hizmet edeyim��?der.

  24. Hizmet önce Tanrı, sonra tüm canlılar içindir.

  25. Tüm yaratıkları severler yaradandan ötürü.

  26. Her yaratılmışın bir var olma nedeni vardır.

  27. Hiçbir yaratılış sebepsiz değildir.

  28. Her sebebin arkasında bir başka sebep vardır.

  29. Hiçbir olgunun tek bir sebebi olamaz.

  30. Herkes kendine yarar sebep seçer, asıl sebep başka.

  31. Asıl sebebi anlamaya çalışırlar.

  32. Sebeplerin varlığını tartışmaz, çeşitlenmesine bakarlar.

  33. Her bilginin kaynağını, her eşyanın varlık sırrını araştırırlar.

  34. Rasgele bilgi verenin verdiği bilgilere kuşkuyla bakarlar.

  35. Kimsenin kişiliği ve sırları onları ilgilendirmez.

  36. Sır saklar ve ayıp örterler, toplumun çıkarlarını da gözeterek.

  37. Kimsenin ayıbını toplum içinde bağırarak söylemezler.

  38. Kimsenin suçunu başkası ile tartışmazlar.

  39. Suça değil, suç yaratan ortama bakarlar.

  40. Kişileri suçlamaz, onları var kılan ortamı suçlarlar.

  41. Kişilerle uğraşmaz, kötü rejimleri suçlarlar.

  42. Sistemin suçunu bir insana yüklemezler.

  43. Suçluya sistemin içinde arar, sisteme sitemle bakarlar.

  44. Sistemi besleyen ve sistemden beslenenleri sevmezler.

  45. Her şeyi kendi için isteyenin bu dünyada yeri olmadığına inanırlar.

47) Her şeyi önce başkaları için sonra kendileri için isterler.

  1. Yeryüzünde son aç doymadan onlar doymaz.

  2. Yeryüzünde son çıplak giyinmeden onlar giyinmez.

  3. Yeryüzünde son gözyaşı kurumadan onlar mutlu olmaz.

  4. Kadirşinas ve vefakârdırlar. (İbrahim Pekgeçgil)

  5. İffetli, cömert ve diğergamdırlar. (Betül Çetinel)

  6. Kimsenin arkasından konuşmazlar (Şule Can)

  7. Seslerini yükseltmez ve kalp kırmazlar. ( Makbul)

  8. Yanlış iddialarında inatçı değillerdir. (Makbul)

  9. Zamanı ziyan etmez,boş işlerle uğraşmazlar.(Caner Ergun)

  10. Az uyurlar ve erken kalkarlar. (Ahmet Isparta)

  11. Sabah kalkınca yataklarını düzeltirler.

  12. Sık yıkanır, çamaşır ve don değiştirirler.

  13. Çokça selam verirler (Ahmet Isparta)

  14. Büyüklerin yanında az konuşurlar. (Ahmet Isparta)

  15. Komşularının isimlerini bilirler. (Ahmet Isparta)

  16. Mezarlık ve türbeleri ziyaret ederler.(Ahmet Isparta)

  17. Televizyona esir olmazlar. (Ahmet Isparta)

  18. Televizyonu açıp uyumazlar.

  19. Beylerin ve zenginlerin kapısına gitmezler.

  20. Beyleri ve zenginleri yanlarına sokmazlar.

  21. Kederde dağıtmaz,sevinçte kopmazlar, (Enver Ziya)

  22. Günün her saatinde buz dolabını açmazlar.

  23. Sofraya hep birlikte oturur,kimseyi bekletmezler**.**

  24. Kendi kirlerini başkasına temizletmezler.

  25. Din'i kendilerine uydurmaz, kendileri dine uyarlar.

  26. Kuldan değil, Allah'tan rıza umarlar.(İbrahim Pekgeçgil)

  27. Ticaret onları dinlerinden döndürmez. (Abdullah Uysal)

  28. Allaha verdikleri sözü tutarlar. (Abdullah Uysal)

  29. Anne ve babalarını zor zamanda terketmezler. (Selime)

  30. Çocuklarını sevgi yerine oyuncakla avutmazlar. (Selime)

  31. Hiç bir zaman Adaletten uzaklaşmazlar. (Kışın Leylası)

  32. Bildikleri ile amel ederler. (Kışın Leylası)

  33. Bilgi paylaşmada cimrilik etmezler. (Kışın Leylası)

  34. Kazançlarını Hak yolunda harcarlar. (Kışın Leylası)

  35. Nâdan'larla uzunca sohbet etmezler. (Serhat başar)

  36. Görgüsüz değillerdir, taklide yeltenmezler.(Şule Can)

  37. Kâmil insan olmaktır hedefleri. (Makbul)

  38. Muhtaçlara kibirlenmeden yardım ederler. (Makbul)

  39. Sigara ve alkol kullanmayı sevmezler. (Makbul)

  40. Boş tartışmaya düşkün değillerdir. (Makbul)

  41. Nankörlük ve acelecilik etmezler. (Makbul)

  42. açlık, korku ve can kaybını imtihan bilirler. (Makbul)

  43. Okur, anlar ve dinlemeye değer verirler. (Makbul)

  44. Geçmişi bilir, geleceğe hazırlık yaparlar. (Makbul)

  45. Kaza ve belâ'ya sabrederler. (Ahmet Isparta)

  46. Misafirlerini  evde yanlız bırakmazlar. (Betül Çetiner)

  47. Kendini hiç bilip; her daim  Yaradan ve yaradılana edeplidirler … (Hazver)

  48. Hatadan döner, yanlışta israr etmezler (Meydancı)

  49. İçi dışı bir olup riyadan uzak dururlar (Meydancı)

97) Kredi kartı ile borca girip evin huzurunu kaçırmazlar (Meydancı) Kimlere Mertlik (fütüvvet) verilmez:

  1. Yalan haber üreterek insanları birbirine düşürene.

  2. Uyuşturucu ticareti yaparak insanları zehirleyene.

  3. Saldırı amaçlı silah üretene.

  4. Marka hırsızlığı yapana.

  5. Sahte ilaç yapıp satana.

  6. Reklamlarda yalancılık yapana.

  7. Halkı lükse alıştırana.

  8. Gerçek olmayan gereksinimleri gerçek diye satana.

  9. ATM’den para çeken kişinin ekranına bakana.

  10. Kredi kartı şifresi araştırana.

  11. Kimin kaç para kazandığını merak edene.

  12. İş bulamayan arkadaşını ayıplayana.

  13. Kara mayını üreten silah yapımcısına.

  14. Askere, polise kafa tutana.

  15. Bilerek çürük mal satana.

  16. Hastasını soyan doktora.

  17. Devletten ilaç parası çalmak için hasta üretene.

  18. İnşaatından demir çalan mütahide.

  19. İnşaatı depremde yıkılan inşaatçıya.

  20. Başka ülkelerin başkanlarını öldüren devlet başkanına.

  21. Savaş çıkaran petrolcüye.

  22. Askeri yersiz yere kırdıran kumandana.

  23. Ters kararlar veren politikacıya.

  24. Cemaatini soyan imama.

  25. Seçime hile karıştıran adaya.

  26. CD ve yazılım korsanlığı yapana.

  27. İnternetten müzik indirip satana.

  28. Çocuk pornosu satana, bakana.

  29. Porno kaset bulundurana.

  30. Cinsel şantaj yapana.

  31. Yolsuzluklarını örtmek için gazete çıkaran patrona.

  32. Emek hırsızı sanayiciye.

  33. Pahalı mâlikhanelerde oturan zengine.

  34. Ülkeden dışarıya para kaçırana.

  35. Ülkenin toprağını ve madenini talan edene.

  36. Rastgele ağaç kesene.

  37. Vakıf içme sularını parayla satana.

  38. Parayla para kazanan bankacıya

  39. Gaddar ve merhametsiz tefeciye.

  40. Güven b****unalımı yaratan iki yüzlüye.

  41. Sokakları kirleten ve yere tükürene.

  42. Halka yalan söyleyen yöneticiye.

  43. Kudretsiz ve çapsız devlet adamlarına.

  44. Toplumun onurunu hiçe sayan politikacıya.

  45. Devlet sırrı kalkanına sığınan ahlâksız siyasîye.

  46. Markette gizlice etiket değiştirene. (Fâtih Arapoğlu)

  47. Cep telefonu ile bağırarak konuşana.

  48. Bireysel çıkarla toplumu unutana

  49. Bireysel çıkarını topluma ödetene

  50. Dağdaki teröristle tokalaşana.

  51. Krizden zengin olana (meydancı)

Not: Bu bölümde henüz kanunla ceza saptaması aşamasına ulaşmamış sosyal ve müeyyidesiz suçlar düşünülmüştür. Bunlara şimdilik “sosyal kabahat��? denebilir. Gelecek bir dönemde kanunen yasak suçlar sırasına girecek “ambrion��? durumundaki suçlardır. Bunların arasında “cezası��? kesilmiş suçlar da bulunabilir, ancak sözkonusu “ceza��? hileli seçimle iş başına gelmiş, şaibeli kanun koyucular tarafından, sınıfsal çıkar hesapları ile ilan edilmiş olabilir. Bu çeşit “cezalar��? içeren sınıfsal yasalara “Siyasi yasalar��? diyoruz. Dolayısıyla adı geçen cezanın hak olduğuna henüz toplum inanmamış ve konu “kabahat��? aşamasında kalmış olabilir. Bu da “fütüvvet��?e ve dolayısıyla “mertlik yasası��?na aykırıdır. Genel görünüş yönünden “Mertlik yasası��? siyasi yasa ile çoğu zaman ters orantılıdır. Mertlik yasası, siyasi yasanın suçlamadığını suçlayabilir veya Siyasî yasanın suçladığını, suçlamayabilir.

Değerli Dostlar ! yasalar dünya düzeni sağlamak içindir, ancak günümüzde yasa koyan merkezler güçlerini yitirmişlerdir. Yakın bir gelecekte Parlementolar ve Hükümetlerden ümit kesebiliriz. O zaman Dünya Halkları kendi kanunlarını kendisi koyacaktır... Buna hukukta “Bizzat ihkak-ı hak��? derler. Amme hukuku ve bu hukunun yaptırımları açısından sağlıklı bir yol değildir. Dolayısıyla halkın yaşayan gelenekleri ile yürüyen gerçek kanunları göz önüne koyarak şimdiden hazırlık yapmalı. Hazırlık yapmalı ki, Şarkın en ulu bilginlerinden İmamı Gazâlî haklı çıkmasın . Hazret İhya-i Ulum isimli anıt eserine girerken diyor ki: “insanlar kanunsuz, hukuksuz ve devletsiz kalırsa daimi nizâlarla birbirlerini yok ederler��? Daimi nizâ: “devamlı savaş hâli��? demektir. Şu anda Dünyanın içinde bulunduğu durum bundan başkası değildir. Adını “terör��? koymuşlar. İnsanlık, siyasilerin var olma özürlü sahte kanunları yerine Hakk’ın ve Halk’ın kanunlarına dönmedikçe bu “terör bitmez��? ve yok oluruz... Bu tablo “küresel ısınma��? dan çok daha tehlikeli boyutlara doğru gelişiyor. Allahüâlem. Not: 2 Birinci liste ile ikinci liste giderek kesin çizgilere doğru birbirinden ayrılıyor. Anladığım kadarı ile "Mertlerin nasıl olduklarını" içeren birinci liste "daha soyut" ve genel , "kimlere mertlik verilemeyeceğine" dair ikinci liste ise daha "somut" ve özel yaşamla ilgili konulara yöneliyor. Bir başka anlatımla, birinci liste teorik ikinci liste pratik bir görünüm kazanıyor.Bu doğrultuda önerilerinizi bekleriz. Not: 3 Önerilerinizi en az dört en fazla beş kelime olsun... Devam Dostlar, aziz kardeşler. İyi gidiyoruz.

Adını Sakınan Kişi

yunusemre.jpg

Acep nedir deli olmak Aşk oduna yanan kişi

Aşka yakın yürümesin Ey adın sakınan kişi

Kim sakınır eyi adın Bıraksın elden aşk odun

Tezce sindirir kanadın Çok budağa konan kişi

YUNUS dürür benim adım Günden güne artar odum

Yunus Emre

Feryad Uzaktan Duyulmaz

img_4940.jpg

Dünya işleri senin gözlerini karartmış da,

Bahtsız insanların acılarını,

Günleri kararıp giden kişilerin,

Gözyaşlarını göremiyorsun...

Cehennemde yananların feryatları

Uzaktan duyulmaz.

Gönle huzur veren,cana can katan

Güzelleri sevdiğini ne diye iddia ediyorsun ?

Aşk kendini alçaltanların işidir.

İyi ad, iyi nam sahiplerinin,

Aşk ile ne işi var ?...                                                       Mevlânâ