Uyanık’ın dengesi bozuldu

denge_burkay.jpg

Benim adım Aydınlık Bir kardeşim vardı Uyanık Uyanık beni pek severdi. Benim gibi olmaya özenirdi.

Ben de onu severdim Ama her nedense ona pek Özenmezdim, kardeş işte Ne denir ? Sevgi bağı pek derin

Uyanık bir gün bana dedi ki: Ağabey seni pek takdir ediyorum Herkes seni seviyor… –Uyanık dedim, seni de seviyorlar, ama Senden korkuyorlar.   Uyanık sarsıldı. Benzi sarardı. Hiçbir şey söylemeden, Yanımdan uzaklaştı gitti Arkasından bakakaldım…

Üzüldüm, keşke Uyanığa Bunu söylemeseydim, galiba Şimdi Uyanık da kendisinden Korkuyor. Benden duyunca İnandı, iş  başka oldu.   O da yersiz bir korkuya kapıldı. Uyanık korkarsa artık, nasıl “Uyanıklık” yapacak ? Korku gelince  güven Nasıl yerinde kalacak ?

Kendisini kandıramayınca Uyanık, Başkalarını nasıl kandıracak ? Zavallı Uyanık, çaresiz Uyanık Dengesi bozuldu. Yazık !

Aşka Tevbe etmeliyim

buyu.jpg

Bir büyü yaptı da Canan Sonra kendi büyüsüne Kendi kaldı hayran Gördüğüne kapıldı da Varlığını etti kurban

Evrene sığmayan o varlık Yokluğa nasıl sığdı ? anlamadık. Bir geniş sahraydı ya yokluk Varlık oldu ona bir soluk

Bir anda hem var hem yok olan Yoklukta  varlık oldu talan  Bir “hiç” gördüm geriye kalan O da benim “gözümdü” inan

Bir yer ki ne yer var ne yar Yokluk anda varlığa dar Aşkın oldu  bana medar Şimdi varlık bana zarar

Dört zinciri kırmalıyım Gölgemi de silmeliyim Vatanıma dönmeliyim Aşka tevbe etmeliyim

No comment !

dsc06573.JPG Beyoğlu haziran 2010 Foto: Nezih Uzel

Aşkın haritası çizildi

cekirge_0005.jpg

Kalender nihayet konuştu Aylardır, yıllardır susuyordu

Yusufçuğa dedi ki: –Hiç boşuna yorulma, Sen bana değil, Sendeki ben’e aşıksın

Bir kalender yaratmışsın kafanda Onunla oynayıp duruyorsun Bana hiç dokunma Bırak kendimle kalayım

Yusufçuk dedi ki: –Ne zararı var ! Ha bendeki sen, Ha sen kendin… Bu neyi değiştirir ? Ben yine de bendeki sen’den yanayım Bırak ben de kendi kendime yanayım

Beni sevseydin o zaman Bendeki sen’in yannda Sende de bir ben olurdu. Geçinip giderdik Bir sen,bir ben Bendeki sen, sendeki ben

Aşkın haritası çizildi Çizildi de dağlar ovalara doldu Denizler nehirlere girdi Ağaçların çiçekleri yer altında açtı Kökleri göklerde büyüdü

Güneş burcunu aştı Yıldızlar yollarını şaştı Neler neler oldu… Hey yaşlı Kalender ! Sen uyurken neler oldu.

Sonuç Sebeb'in Varlığında

gul.jpg

Bir Sebep vardı bir de Sonuç Dünya gezegeninde iki arkadaş, Yaşar giderlerdi, sıkı yoldaş. Sebep dedi ki bir gün Sonuc'a: – Bensiz yaşayamazsın Sonuç dedi ki Sebeb'e: -Bensiz on para etmezsin

Aslında bunlar iki can dosttu Sebeb'e bir hal olsa Sonuç ağlardı Sonuç dertlense Sebeb yanardı Yüreğini dağlardı, sonra Az zamanda karalar bağlardı

Öyle ama ! ne çare bir de aralarında Gözle görünür açık bir fark vardı: Sebep kanatlı, Sonuç ise sürüngendi Sebep bazen uçar uçar hür ufuklara dalardı

Onu kimse görmezdi Sonuç ona aşağılardan bir yerden bakar bakar Hırsından hem köpürür, hem çağlardı

Bir gün Sonuç dedi ki Sebeb'e:  –Uçmadan duramazmısın ? seni kıskanıyorum. Sebep dedi ki **Sonuc'**a: –Sebepler **Sebebi'**ni buldum artık beni tutamazsın İşte o an Sonuç, Sebeb’in Varlığında eridi. Yok oldu. Artık,hem Sebep hem Sonuç kaynamış, bir olmuştu.

Bu hikaye sona erdiğinde gezegende yaşayanlar Hâtâlarını anladılar, kusurlarının affı için Yalvardılar yalvardılar, tevbeler ettiler Artık Sonuç'tan el çekip Sebepler Sebebi'ne varmayı düşlediler Zor bir işi göze aldılar   Sonuçtan sebebe değil Sebepten sonuca yol tuttular

Sarı Şeyh

Bir diken için

gul2.jpg

Aşık ki her an kendin görür Aşkında bin çeşit hal görür Hem kendini hem O’nu görür Sonra iki canı bir görür

Birden öte bir yok, bir tektir Bir, her an O’na benzemektir Ruhu bir sırla bezemektir Sırdan içre sırra ermektir

Kaldım bir an sırrımla sırdaş Oldum kendi sırrımla haldaş Vermedi bana sır, o yoldaş Bu ne gizli haldir, arkadaş

Gönlümde yer tutan bir emel Varlığımda oldu tek temel Aşk pınarından aldığım el Kurban ettiğim cana bedel

Erenlerin bağında bir gül Dikene aldırma sen hep gül Bir diken için kırma gönül Dikensizdir, dertsizdir sümbül

Sen de bu yoldan sakın şaşma Kendini bil, haddini aşma Kendini bilmeze sataşma Alçaklarda asla dolaşma

SARI ŞEYH derler bir kul vardı Aşıklık sırrına tapardı Aşka düşmeyeni savardı Susuzları aşkla suvardı

Sarı şeyh

Bedeli eceldir hayatın

gul1.jpg

Sal kendini şiire O söylesin, sen dinle Sonra yaz olanları Ruhuna dolanları

İster kalem ister tuş Kalbinden yanarak tutuş Bir gün olacaksın ya tuş O günü unutma ha… a garip kuş.

Geldim bir zaman bu han’e Bir kapıdan girdim sevgili vatane Dört unsurun en hayırlısı Sonunda döndü hüsrane

Hava su toprak ateş Olur mu ki sana hep ? Sanırmısın bu ömür ? Ya beleş, ya beleş

Bedeli eceldir hayatın Koşarken tökezleyen atın Sonu bellidir, götürüp atın Alınmıyor ömür parayla satın

Ödenecek borcun var ey dost senin Borcunu öde ki dört taraf şenlensin İnsan olmaktır borcunun fiyakası Yoktur onun başka türlü takası

İnsan ol da yeryüzü bulsun taze can Tutturmuşlar “insan hakkı” bir zaman İnsan ol ki hakkın olsun ey düztaban Hak verilmez alınır gel sen bana inan                                             Sarı Şeyh

Sözler hep yalandır

gul.jpg

Sana saldırmadığım için Sevinmeliyim Sana bir kötülük Yapmadığım için Mutlu olmalıyım.

Vahşi hayvanlar gibi Doğal yaşamda  olmadığıma Şükür etmeliyim.

Senin bana kötülük Yapacağını bilsem de Seni yine sevdiğime. Gurur duymalıyım

SUFİ sevgiden yoksundur Ne verirlerse onu alır Sevgi ise bir çağlayandır Sevgiden yana tüm sözler Hep yalandır, yalandır.

Sarı Şeyh

Kim yaşar yeniden ?

gul.jpg

Bir kimyadır beden Kimbilir nerelerden süzülüp gelen Bağlantılardır aklımı çelen Dün akşam ne giden oldu, ne gelen

Sır içinde sır taşır aklı eren Senden bunu geri alır bir gün Veren Şimdi kullan sonra bitecektir süren, Hiç gördün mü sonsuza dek saltanat süren ?

Sufi can taşır, cana alışmıştır bilmeden Bildiğinde  işten geçmiştir ah ! tez elden Fırtına dinse de yana yatmış gemiden Sağ çıkana and olsun kim, O yaşar yeniden.

Sarı Şeyh

Meleklerin cinsiyeti üzerine

melek.jpg  Sultan Fatih çağın en ileri ordusu, en güçlü silahları, en deneyimli askerleri ile Kostantaniyye, İstanbul şehrini sarmıştır. Şehrin çevresine askeri istihkamlar, kaleler, burçlar inşaa edilmektedir. Netice bellidir. Bizans alınacaktır. Şehir el değiştirecektir. Bu önemli bir vak’adır.

Bizans’ın içi ise karışıktır. Bazıları şehrin Türk Hakanı'na teslim edilmesinden yanadır. Bazıları direnişçidir. Bir kısım Ortodoks dindarlar da “sonu açıkça görülen” o talihsiz şehirde koyu bir din tartışmasına kapılmışlardır. Konu “Meleklerin Cinsiyeti…” Acaba gökteki melekler erkek mi dişi mi ?

Şehirlerini saran ölümçül tehlikenin varlığından habersiz bir kısım Bizanslı, askerlerin ve düşmanın silah gücü yerine meleklerin cinsiyetini tartışırken bir sabah Türkler şehre girerler. Fetih bu asil kavme müyesser olmuştur.

Günümüzde bu olayın bir benzeri yaşanmaktadır. Ülke değişmenin açık bıraktığı noktalardan sızan bir belanın içine düşmüştür. Feodal düzenden demokrasiye geçme çabalarında sarsılan eski devlet otoritesinin yokluğundan yararlanan ilkel fakat örgütlü bir silahlı güç, yüz yıllık Cumhuriyet geleneğini sarsmaktadır. Bunun için çağın en tehlikeli silahı olan “gerilla savaşı” metotlarını kullanmaktadır. Düzenli ve hukuk sahibi hiçbir devletin baş edemediği bu şerefsiz vurkaç metodu, tüm şiddeti ile eşkıya dili bilmeyen gururlu bir devlet yapısının üzerine çullanmıştır.

Devlet adamları tehlikenin boyutlarından haberdar değillerdir. Adını bir türlü koyamadıkları kanlı bir çarpışmanın üstesinden gelecek yapıya sahip değillerdir. Modası geçmiş okullarında Konvansiyonel savaş metodları öğrenerek yetişmiş askerler, düşmanın nereden geleceğini bilmeden, yüzünü görmeden rastgele savaşmaktadırlar. Askerler her gece karanlıkta birbirini boğazlayarak öldürmektedirler.

mayin.jpg  Devlet hukuku ile sarılı güvenlik güçleri her türlü ahlaksızlık ve hukuksuzluğu deneyen düşmana karşı etkisizdir. Bu savaş göğüs göğüse yapılan eski mert savaşlardan değildir. Yer altına kimin döşediği bilinmeyen kara mayınları ile üzerinden geçen canlıların savaşıdır. Bu mel’un karmaşada kimsenin boşluğa sıkılmış kurşundan farkı yoktur.

Bütün bu facianın orta yerinde bir gün cepheye yakın bir yere giden yetkili Devlet ve Ordu büyükleri çok önemli (!) bir tartışmanın kapısını açmışlardır. Bu tartışma “ Cephede çömelme” üzerinedir. Acaba oraya giden o ulu kişiler yalı kazığı gibi ayakta mı durmalı ? mezarlıkta asırlık selvi ağaçları gibi mi salınmalı ? yoksa yere mi çömelmeli ? Uzun mu oturmalı ? Yerde mi yatmalı ? Yüzü koyun topraklara mı yapışmalı ? “tartışmamız bu…” Bunu tartışıyoruz.

Adı “terör” konarak sulandırılmış korkunç bir savaşın tüm azameti, tarihsel boyutu, gelmişi geçmişi geleceği, ilerisi gerisi unutulmuş, iş “çömelme” ye dökülmüştür. Savaşı değil çömelmeyi tartışıyoruz. Bence bu savaşın bitirilmesini engelleyen asıl konu budur. Böyle bir kafa taşıyan kişilerle  savaş değil araba yarışı kazanılmaz. Orada silah ve patlayıcı madde kermesi mi var ?

Beyinlerimizin durduğu bir noktada yaşıyoruz. Gözlerin ışıktan kamaşması gibi çağın insanımızın beyni de fazla yükten kamaşmıştır.  Artık kaygan bir zeminde güneş gibi parlayan gerçekleri görmek dahi olanaksızdır.

Hükümetimizin bakanlarından biri “ sınırlarımızı kaydıralım” dedi. Acaba ileriye mi kaydıralım ? geriye mi kaydıralım dedi ? Zannımca “çömelme” tartışmasından sonra bu konu enine boyuna tartışılacaktır.

Rabbim bu çağın Türklerine bayrağın yeri ile oynamayı nasip etmesin.