Alman Katolikleri zorda

papaa.jpg

BERLIN (Reuters) - Le pape Benoît XVI, au premier jour de sa visite en Allemagne, a invité jeudi les catholiques allemands à ne pas s'éloigner de l'Eglise malgré les scandales de pédophilie impliquant des ecclésiastiques. Dans l'avion qui le conduisait dans son pays natal pour son troisième voyage depuis son élection en avril 2005, le pape a dit comprendre que certains fidèles, notamment les victimes de crimes sexuels et leurs proches, soient "scandalisés" et se disent au bout du compte: "Cette Eglise n'est plus la mienne." "L'Eglise est comme le filet du Seigneur qui peut ramener de bons et de mauvais poissons (...) Nous avons appris à vivre avec les scandales et à les combattre", a-t-il dit. Selon les chiffres officiels, 181.000 catholiques allemands ont quitté l'Eglise l'an dernier. C'est plus, pour la première fois, que le nombre de protestants abandonnant leurs différentes confessions et que le nombre de baptêmes catholiques célébrés dans le pays.

L'Eglise catholique d'Allemagne a reçu près de 600 demandes d'indemnités pour les victimes de crimes sexuels imputés à des ecclésiastiques, concernant des affaires remontant parfois à plusieurs décennies. Une association de victimes estime à plus de 2.000 le nombre total de victimes.

Jeudi, pour saluer l'arrivée du souverain pontife, quatre victimes d'abus sexuels ont installé près de la porte de Brandebourg, au coeur de Berlin, la statue d'une religieuse brandissant un bâton pour battre les enfants, avec l'inscription "plus jamais ça !".

Türkçe özet:Almanya’yı resmen ziyaret  den Papa XVI. Benoit, Alman Katoliklerinin meydana gelen seksüel rezaletler dolayısıyle kiliselerini terketmemelerini istedi. Cinsel tacize uğrayan küçük çocukların ailelerinin tepki göstererek “bu kilise benim kilisem değil” demelerine hak verdiğini söyleyen Papa: “ Kilise İsa Peygamberin balık ağı gibidir kötüleri de yakalar iyileri de.. biz skandallarla yaşamayı ve onlarla mücadele etmeyi öğrendik.. “dedi.

Resmi rakkamlara göre geçen yıl 181.ooo Alman Katolik kilisesini terketti. Kiliseye  600 cinsel taciz tazminat davası  açıldı. Yıllarca süren taciz olaylarının 2000 olduğu tahmin ediliyor. Perşembe günü dört cinsel taciz kurbanını aile Berlin’de Brandenbourg kapısının yanına  çocukları döven eli sopalı  bir rahibe heykeli dikerek üzerine “böyle bir şey asla..” diye yazdılar.

pap1.jpghac.jpgpope_benedict_vatican_sex_.jpg

No Comment !

inekler1.jpg

(Arşiv'den) Mart, 2009

Bize ne oldu ?

sari-gul-resimleri-20.jpg

Ne şirin kuzulardık biz Ne güzel insanlardık Bizi bir vadiye saldılar Şaştık kaldık bu işe

Ne güzel sesimiz vardı Ne güzel düşüncelerimiz Bizi boğdular, kaldırıp attılar Hayret bile edemedik

Ne güzel gözlerimiz vardı Her şeyi görebilirdik Göstermediler, sakladılar Dünyamızı kararttılar

Kulaklarımız gökte uçan Kuşun nefesini duyardı Aklımız da hanı, Hiç de eksik sayılmazdı

Bize ne oldu böyle Kaderimizle kim oynadı ? Kim bizi bu hal koydu Rabbim yardım et

Sarı Şeyh

Gönlü Ak Şemseddin

u1_aksemseddin.jpg

(Arşiv'den)

Pazar günü Batı Anadolu’nun en kutlu şehirlerinden Göynük’ te Ak Şemseddin  günü vardı... Hep gittik... Sabah Adapazarı’ndan, Eskişehir’ den, Bolu, Bilecikten ve daha pek çok Batı Anadolu şehirlerinden yola çıkanlar; ortasında Göynük Kasabasının yer aldığı sert kayalık vadilerin yollarını tuttular...Küçük Göynüğün  içi insan kaynıyordu. Bu yüzden arabalar dağlara doğu birkaç kilometre uzunluğunda kuyruklar oluşturdular. Şehre yaklaşırken insan selinin ortasında  Hazretin türbesini gördüm...Sanki yüksek bir yerde oturuyor ve çevresini saranlarla konuşuyor gibiydi...

Büyük cami dolmuştu. Avlulara, sokaklara, caddelere deniz dalgası gibi yayılan cemaat, alelacele serilen ince naylon hasırların üzerinde öğle namazına hazırlanıyordu...az  sonra ezan okundu ve herkes namaza durdu. Uğuldayan kalabalığın sesi bir anda kesildi...Muhteşem bir ibadet başladı... Namazdan sonra bir büyük dua oldu. Cemaat duaya katıldı - Amin...dedi. Duadan sonra pilav faslına geçildi... Yaklaşık 4000 kişi pilav yiyecek.

Herkes evinden kilimini yaygısını, sofrasını getirmiş çimenlerin üzerine yayılmıştı...Kadınlar, çocuklar, yaşlı nineler, aksakallı doksanlık  ihtiyarlar, orta yaşlı oğulları ve genç torunları...Önceki nesil yerde, ikincisi ayakta, üçüncü nesil ise  koşuşturuyor...Dördüncü nesil minikler de ninelerinin kucaklarında veya salıncakta...Pilav iki kişinin taşıdığı ağaç teknelerle getirilip dağıtım yerlerinde herkesin evinden getirdiği kabına boşaltılıyor...

Kabı dar olanlar az pilav alıyorlar, geniş olanların ise nasibi yerinde... Biri –Pilav bitti...dedi. Yaşlı bir nine sesini yükseltti :  -Buranın pilavı bitmez... Az sonra ağzına kadar dolu ağaç tekneler, yine kalabalığın arasında görüldüler. O gün, o şehirde  “uman, usanan” herkes pilav yedi... Doydu... Dede Korkut'ın yüzlerce yıl önce anlattığı biçimde...

Geçtiğimiz Pazar günü eski Ankara yolu üzerindeki Göynük kasabasında toplananlar Müslüman Anadolu’ nun  tapu senedlerinden birini , bir kere daha tescil ettiler...Bir öğle namazından sonra ziyaret ettikleri Velî, Sultan Fatih’ in hocası Ak Şemseddin ‘ den başkası değildi...Dört yüz yıl önce yaşamıştı...Ankara’da yatan Hacı Bayram Veli’ nin halifesiydi... Fütüvvet sahibi bir Ahi’ydi. 1453’ ün bir salı sabahı Sultan Fatih’ in ordusuyla birlikte İstanbul’a girmişti...Saray’ın ve Müslüman Türk Halkının göz bebeği, şanı sonsuza uzanan bir ulu kişiydi.

Asırlar sonra hâlâ anılıyordu...İnsanlar onu  aralıksız ziyaret ediyorlar,senede bir defa yapılan “Ak Şemseddin” gününde türbesinin önünde sabahlıyorlardı... Ak Şemseddin, başlangıçta Anadolu Ahiliği geleniğiyle kurulup sonradan Arapçılığa saplanan ve en sonunda Batıcılığa özenen Osmanlı Devleti’ nin manevi kurucuları arasındaydı. Sultan Fatih’ ölümüyle sona eren ilk Ahi döneminin temel taşıydı.

Tarihçiler,  bu devletin evrelerini  “lale devri, sümbül devri “ diye çeşitli çiçek isimleriyle anarlar. Böyle bir  gelenekleri var...Bence bu çeşit ayırımlar yanlıştır. Devletler insan toplumlarından oluştuğuna göre, Hanedanlar ve onların sınıfsal ortaklarının çiçek merakı  yerine onların maceralarını anlatırken tarihte geçirdikleri değişmeleri esas almak daha doğru olur. Bu yöntem ayrıca devamlı değişkenlik gösteren insan kalabalıklarının gizli dinamiklerini incelemeye de yarar sağlayabilir.

Tarihimizde kardeşlik, insanlık, insan sevgisi  ve Batı’nın son ikiyüz yılda kendi icadı sandığı İnsan hakları kavramlarına dayalı Ahi geleneği  üzerine iki büyük devlet kurulmuştur: Selçuk ve Osmanlı...Ancak bu devletler, kuruluş felsefeleri olan Ahi’liği korudukları süre yaşamışlar, unuttukları zaman dağılmışlar veya dağılma sürecine girmişlerdir....Türk töresi, kardeşlik ve insan sevgisine dayanmayan bir paylaşım sistemi ile zengin olup devlet yöneteni sevmez...Bir kolayını bulduğunda al aşağı ediverir...

Bir mayıs ayında dört yüz yıl önce yaşamış bir Ahi  büyüğünün türbesi önünde toplanıp “ bu masrafı kim yaptı ? ” demeden hâlâ pilava kaşık sallayanlar varsa, işte kutlu Ahi’ lik orada yaşıyor demektir...Devletler batar hanedanlar yıkılır ama insanoğlunun iç dünyasına ulaşmış “Muhabbet” ortadan kalkmaz...kıyamete kadar. (Arşiv'den)

Mevlevilik Soytarılık Değildir

800px_mevleviler1.jpg(Arşiv’den) İçinde bulunduğumuz aralık ayında, ülkemizde ve Bazı yabancı ülkelerde Sema gösterileriyle Mevlana anma toplantıları yapılıyor. Hz Pir’in şehri Konya kırkbeş yıldan beri bu toplantılara sahne oluyor. Önceki yıllarda ihtifal adı verilen toplantıları rahmetli Konya Belediye Başkanı,Mesnevi mütercimi Muhlis Koner başlatmıştı. İhtifal Şair Fevzi Halıcı’nın başkanlığında Konya Turizm Derneği’nce uzun yıllar devam ettirildi. Sonra TC Kültür Bakanlığı devreye girdi ve Konya Tasavvuf Müziği Topluluğu kuruldu.

Şimdi bu dönem sürüyor. Gerek eski Turizm Derneği ve gerekse şimdiki Kültür Bakanlığı döneminde Sema hep Gösteri olarak anılmıştır. Bu kelime yanlıştır. Sema gösteri olamaz... Kime neyi gösteriyoruz...? Bir çeşit İbadet ve Zikr olan Sema’a gösteri demek insanların inançlarıyle alay etmektir. Laikliğe aykırıdır. Sema’a iştirak gereklidir.Yani sema eden kişileri uzaklardan gözle takip etmek dahi geleneğin bu gün ulaştığı noktada iştirak sayılır. Mevlevi Mukabelesi’ nin en güçlü ve yabancıları en çok etkileyen yanı da budur. Sema bir sahne gösterisi olmadığı gibi Semazen de bir oyuncu değildir.

Birkaç yıldır Konya’da bir ikilem yaşanıyor. Konya Belediyesi tarafından düzenlenen toplantılarda Sema yoktur. Müzik dahi çok az yer tutuyor. Konya Vilayet makamı ise düzenlemelerinde Sema’a geniş yer vermiştir. Konya’da Belediye’nin Mevlana’sı ile Vilayetin Mevlana’ sı aynı değildir. Biri sema ediyor diğeri etmiyor... Arada inanılmaz bir yorum farkı var.

Mevlevi olan kişi bu yüzlerce yıllık geleneğin adını, sanını bilen kişidir.Konya’ da yatan Büyük Veli’nin yaşam ve ruhunda yankılanan ve çok eskilere dayanan bir Türk geleneğinin sürücüsü olan Mevleviler vaktiyle devlet ortağıydı, şimdi çağdaş toplumun bir köşesinde yer alma yarışına girmişlerdir.Ancak bu yarışın gerekleri de var... Bir defa bunun bir İslam geleneği olduğunu bileceksin... Eskiden insanlar inandığı gibi yaşardı şimdi yaşadığı gibi inanıyor… Bu yanlıştır.

İslamda içki yasaksa Mevlevilikte de yasaktır. Hatta dinde yasak olan tarikatta cinayettir. Hiçbir sarhoş kendi yaşam biçimini yasallaştırmak için tarihte kutsal sayılmış kişileri kullanamaz. O’nlardan  medet umamaz. Uydurduğu yalanların arkasına saklanamaz, günahlarına gerekçe arayamaz. İçeceksen kendi kendine iç... cevabını da kendin ver...ölmüş gitmiş adamları ne karıştırıyorsun ? Mevlevilik ciddi bir iştir. Mevlevilik soytarılık değildir. Gelecekte de olmayacaktır.

Her devrin kendine göre bir yorumu var... Her devrin kendi dili var... İfade araçları zaman içinde çoğalıp çeşitlense de konular modaya uygundur. Bu devir Mevleviliği “sema” gösterileri ile tanıdı... Elbette bu koca kültürel birikim sadece “sema” gösterileri olamazdı... Ola ki gelecek bir devir bundan hoşlanmayabilir, veya yeterli bulmayabilir... O zaman yeni bir çağ açılacak ve Mevlana o çağa da hitap edecektir...

İnsanların, maddenin yanında, mânâya ait neye ihtiyaçları  olursa bu sistemin içinde hepsi var... Şimdilik konuyu bozmadan, saptırmadan, çarpıtmadan götürmeli... Gelecek yüzyılların küreselleşmiş dünyasına bir renk olarak sunabilmek için... Maddenin saltanatı belki karşıtını da getirecek ve bir gün ruha yeşil ışık yakacaktır...O zaman böyle şeyler lazım olacaktır... (Arşiv, mart 1992)

Ahilik kardeşlik demektir

untitled.bmp

(Arşiv'den)

Ahilik “Kardeşilik demek. Bu bir Arapça kelimedir. Sözlüklerde böylece yer alır. Kelimenin çoğulu “İhvan yani “kardeşler anlamında…Âhilik, Selçuk ve Osmanlı Türkleri zamanı esnafa yön veren bir sosyo-ekonomik kuruluştur. 6. Hicrî Yüzyılda Bağdat’ta Abbasî Halifesi Nâsır Lidinillâh (1180-1225)  tarafından, İslamın ilk yüzyıllarından beri toplumda yaşamakta olan kuralların saptanarak bir devlet kuruluşu şeklinde  örgütlenmesi ile ortaya çıkan “eski Fütüvvet? teşkilatına dayanır. Bu teşkilatın **Anadolu’**ya yansıyan şeklidir. Yörede yedi yüz yıl yaşamıştır.Dr. Haluk Nurbaki “Fütüvvet ve Âhilik****�? hakkında şu bilgileri veriyor:

Gençlik, erlik, yiğitlik anlamında Arapça bir kelime. İlk defa Nâsır Lidinillah (566/575) tarafından kurulmuş, bir fedakarlık, mertlik, yiğitlik örgütü. Horasanîler, yani Melâmetîler, esnaf ve zanaat erbabını teşkilatlandırarak, loncalar oluşturmuşlardır.

Bu organizasyon 3 kıtaya yayılarak, sosyo-ekonomik hayatın temel direği olma fonksiyonunu icra etmiştir.. Horasan’daki fütüvvet teşkilatlanmasının Anadolu’ya yansıması, Ahilik adıyla olmuştur. Osmanlı Devleti’nde bu teşkilat, 1908 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.Ahilik, başta İbn Batuta (XIV. yüzyıl) olmak üzere, çok sayıda yabancının dikkatini çekmiştir. Ahilerin özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:

1  Zaviyelerine gelenlere nazik ve kibar davranırlar. 2. Yabancıların karınlarını doyururlar. 3. Gelen misafirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılarlar. 4. Halka zulmeden zalimlerle savaşırlar. 5. Her ahînin mutlaka bir işi ve sanatı vardır. 6. Başlarında, aralarından seçtikleri bir reis bulunur. 7. Seçilen reis, bir zaviye kurar. 8. Reis, zaviyenin içini tefriş ederek, her türlü ihtiyacını karşılar. 9. Bu gençler, gündüz kendi işlerinde çalışırlar. 10. Günlük kazançlarını ikindiden sonra reislerine getirirler. 11. Toplanan bu paralar, zaviyenin, yiyecek, içecek gibi, çeşitli giderleri için sarfolunur. 12. Şehre gelen yabancıları, zaviyeye davet ederek orada misafir ederler. 13. Eğer misafir edecek bir yabancı bulamazlarsa, kendileri toplanıp yemek yer, ilahi söyler, zikir sürer, sema ederler. 14. Sabah namazını kıldıktan sonra işyerine gitmek üzere zaviyeden ayrılırlar”

Rahmetli Hilmi Ziya Ülken (Ord. Prof.)’in ifade ettiği gibi, bu zaviyeler topluma sosyal âdab-ı muaşereti öğreten kurumlardı. Bu kurumlar, kaldırıldığında o görevi yerine getirecek yapısallaşmaya gidilmediği için sosyal ahlâk dejenerasyonu bugünkü noktalara gelmiştir.Bir “davranış ve yaşam biçimi olarak Âhiliğin kurallarını belirleyen “tüzükler vardır. Bunlara “Fütüvvetnameler deniyor. Eski “Ahlâk kitapları da denebilir.

Bu metinlerde dürüst olmayan halleri dolayısı ile kendilerine “fütüvvet  verilemeyecek ve Âhî sayılamayacak kişi ve mesleklerin listeleri vardır. Bu güne kadar bulunabilen ve sayıları fazla olmayan fütüvvetnamelerden , rahmetli Abdülbâki Gölpınarlı tarafından uzun yıllar önce yayınlanan, Karaman, Akşehir’de  Hicrî 689  yılında yazılmış “Nâsırî  Fütüvvetnamesinde şu sözler dikkat çekicidir:

“Adam olmak isteyip duruyorsan adamlık et, adamlık et, adamlık…  Bütün bunlar bir sözle tamamlanır, kötülükten sakın vesselam. Cömertliği ve iyi sözü san’at edin. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kimseye yapma. Nâsırî’nin öğütlerini kabullenirsen bu sözler, kulağına taktığın inciden daha iyidir, güzeldir. Onun sözünü inci gibi kulağına tak da ondan sonra sedef gibi sus…”

�?Fütüvvetnamelerde rastlanan en çarpıcı  nokta “Bir Âhî’nin 18 dirhemden fazla parası olmaması kuralıdır. Âhi’nin 18 dirhemden fazla parası kendisinin değil “toplumun malıdır, kendisine haramdır, O para topluma dönmelidir. Âhi paranın geri kalanını insanlar için harcayacaktır. Bu aynı zamanda “ zenginin malında fakirin hakkı vardır şeklindeki muhteşem Kur’an hükmüdür. Ahilikte “18 dirhem  kavramı itikâdî bir zorunluluğun rakkama bağlanmış sistematik şeklidir. (Arşiv'den 28 kasım 2008)

Sözün Bittiği yer

dsc06573.JPG

Beyoğlu, Mart 2010 Foto:Nuzel

İzmirin Zeytin Dalları

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

izmirrrr.jpg

(Arşiv'den)

İngiliz yazar Lord Kinross 9 eylül 1921 sabahı İzmire ulaşan Türk ordularının muzaffer kumandanı Gazî Mustafa Kemal Paşa’nın zeytin dallarıyla süslenmiş açık bir arabayla şehre girdiğini yazar...Paşa’nın yanında Alman gazeteci Gerthrud Bell de vardır. Gerthrud Bell kargaşalık sırasında arabanın bir tavuğu ezmesi üzerine Mustafa Kemal’in rahatsız olduğunu görür ve heyecanla fransızca olarak  “Nasıl olur generalim dün Dumlupınarda sizi yüzlerce ölünün arasında dimdik dolaşırken gördüm, şimdi bir tavuğa acıyorsunuz” diye bağırır. Gazî paşanın cevabı yüzünün hatları kadar keskindir. Başını yana çevirir ve “O iş başka” der.

Alman gazeteci Bell’in dehşet içinde gördüğü sahne doğrudur. Paşa, birkaç gündür bir ulusun, kazaya uğramış kaderini, silahla onarmak ve belki de sonsuza kadar sürecek olan geleceğini güvence altına almakla meşgul olmuştur...Şimdi ise o bir insandır, yumuşak kalplidir... Yaraların sarılmasını gözler...Akan kanın sona ermesini ister...İnsan ızdırabının dinmesini arzular...Taraflarca haklı savaş meydanlarının kahraman kumandanı, barışa da kumanda etmek istemektedir... Bu bir lider davranışıdır...

Ancak bu tiynette kumandanlardır ki, savaşları kazanırlar...Belki savaştan da zor olan barışları da kazanırlar...Mustafa Kemal her iki alanın ustasıdır...Ayrıca zaferi kendi başına üstlenmeyip milletine ve ordusuna bağışlamayı da bilmiştir...Bu yüzden ölümünün altmış beşinci ve zaferlerinin sekseninci yılında adı hâlâ taptazedir...Anıldıkça tazelenir. Unutulursa ülke zarar görecektir...Bir örnek tarih olacak, Türklerin yolları karanlığa düşecektir...Ola ki gerektiğinde  Lider yetiştirecek güçleri kesilmeye..

Lord Kinross Mustafa Kemal’in ve muzaffer Ordunun İzmire girişini şöyle anlatır: “Ertesi gün,Mustafa Kemal zeytin dallarıyle süslenmiş bir dizi açık otomobilin başında  İzmir’e geldi. Her zamanki gibi üzerinde rütbesini belirten hiç bir işaret yoktu. Eylül’ün 10’uydu. Hemen hemen günü gününe Sivas Kongresinden Milli Misak’ın ilanının üçüncü yıldönümü. Kafileyi şehrin kapısını korumakla görevli bir suvarı alayı karşıladı. Alayın erleri son dokuz gün, at üstünde Yunan hatları arkasında ve arasında durmadan döğüşmüşlerdi...”

Türk yazarı Halide Edip ise aynı olayı şöyle dile getirir: “ Suvariler ve atlar hayalet gibi görünüyorlardı...Üstleri başları perişandı, hayvanların ve insanların başları kemirici bir ateşle yanıyor,askerlerin zayıf ve şaşkın yüzlerinde gözler garip bir şekilde parlıyordu, yürüyüşe geçmek emri verilince bir anda askerler kılıçlarını çektiler, iki tarafımızda kılıçları güneşte parlayarak yürüdüler. Kapalıçarşı’dan geçerken nal sesleri kulakları parçalıyordu. Kaldırımlarda askerler ve insanlar yürüyor,kılıçlar parlıyordu.  Bunların arkasında binlerce ağızdan“yaşa”sesleri yükseliyordu.Mustafa Kemal böylece Akdeniz’e varmıştı.”

İzmir’in kurtuluşu Anadolu harbinin sonudur. Bu askeri ve siyasi olay, aynı zamanda tamamlanmamış bir siyasi programın da ara sonucudur. Adı geçen program, Napolyon sonrası Avrupanın sınırlarını çizmek üzere toplanmış olan Viyana Kongresinde, Rus Çarı II. Aleksandr’ın diplomatlarının önerisiyle  Batılı dostlarımız (!) tarafından başlatılmıştı. “Question d’Orient:Doğu Sorunu adlı bu programın üç bölümü vardı...Türkleri Balkanlardan atmak, bir...Türkleri Anadolu’dan atmak, iki...Türkleri geldikleri Asyaya sürerek yok etmek üç...

Bu program birinci bölümü uygulanmış, ikinci bölümü ise Ordunun İzmire girişiyle akim kalmıştır...Yâni fiyasko...İkinci bölümün uygulama şansı, İzmir zaferiyle allahüalem ebediyyen yok olmuştur...Türkleri Anadolu’dan çıkarmak üzere uydurulan Yunan “Megalo İdeası” da gerçek bir “megalomaniye” dönüşerek çaptan düşmüştür...Neden Türkleri Asyaya sürmek ? Bunun derin sebebi anlaşılmıyor...Kendilerine sormalı. Belki yöresel nedenlere dayanan karakter farklarıdır.

Buna kültür deniyor...Ulusal kültürler...Yani ulusal karakter...Şimdi Batı bizi şebekeye sokacak...Karakterimizi bozmadan sokar mı ? dersiniz...Dün İzmirden denize dökülen soysuz kalabalık, bu gün zengin olur da bizi ister mi dersiniz ? Boş verin bu işlere...İzmirliler bu gün kordon boyuna gidip denize bakın, belki hâlâ o korkunç  İzmir yangının göğü yalayan kızıl alevleri sularda yankılanıyordur...

Nezih Uzel,Sapanca 8 eylül 2001 Pazar,saat: o2.32

Yüksek Gelirlere vergi

bernard-accoyer-v1.jpg

Le président de l'Assemblée nationale, Bernard Accoyer (UMP), est favorable à un abaissement du seuil à 250 000 euros de la taxe sur les hauts revenus et promet un débat budgétaire "animé" mardi 6 septembre à l'Assemblée, dans un entretien aux Echos à paraître mardi. Sur la question des hauts revenus, qui sera examinée lors du débat budgétaire de l'automne, M. Accoyer se dit favorable à une convergence avec l'Allemagne, où "la surtaxe concerne les revenus supérieurs à environ 250 000 euros. C'est un niveau encore très élevé. Je pense que cette réflexion devra être débattue au Parlement. J'y suis en tout cas favorable", dit-il. Le montant du seuil, fixé pour l'instant à 500 000 euros, fait débat dans la majorité.

Türkçe özet: Fransız Milli Meclisinde “yüksek gelirlere vergi" tartışması. Fransız Milli Meclis  başkanı Bernard Accoyer, Parlementoda gelecek hafta tartışılacak olan yüksek gelirlerle ilgili vergi taslağının Almanya’da olduğu gibi, yine de yüksek bir rakam olan 250.000 € ile sınırlandırılacağını umduğunu söyledi. Taslakta bu rakam halen 500.000 € olarak belirlenmiş.

Gülü yetiştiren çalı

gul.jpg

Gülü yetiştiren dikenli çalı Veysel