(Arşiv'den)
Pazar günü Batı Anadolu’nun en kutlu şehirlerinden Göynük’ te Ak Şemseddin günü vardı... Hep gittik... Sabah Adapazarı’ndan, Eskişehir’ den, Bolu, Bilecikten ve daha pek çok Batı Anadolu şehirlerinden yola çıkanlar; ortasında Göynük Kasabasının yer aldığı sert kayalık vadilerin yollarını tuttular...Küçük Göynüğün içi insan kaynıyordu. Bu yüzden arabalar dağlara doğu birkaç kilometre uzunluğunda kuyruklar oluşturdular. Şehre yaklaşırken insan selinin ortasında Hazretin türbesini gördüm...Sanki yüksek bir yerde oturuyor ve çevresini saranlarla konuşuyor gibiydi...
Büyük cami dolmuştu. Avlulara, sokaklara, caddelere deniz dalgası gibi yayılan cemaat, alelacele serilen ince naylon hasırların üzerinde öğle namazına hazırlanıyordu...az sonra ezan okundu ve herkes namaza durdu. Uğuldayan kalabalığın sesi bir anda kesildi...Muhteşem bir ibadet başladı... Namazdan sonra bir büyük dua oldu. Cemaat duaya katıldı - Amin...dedi. Duadan sonra pilav faslına geçildi... Yaklaşık 4000 kişi pilav yiyecek.
Herkes evinden kilimini yaygısını, sofrasını getirmiş çimenlerin üzerine yayılmıştı...Kadınlar, çocuklar, yaşlı nineler, aksakallı doksanlık ihtiyarlar, orta yaşlı oğulları ve genç torunları...Önceki nesil yerde, ikincisi ayakta, üçüncü nesil ise koşuşturuyor...Dördüncü nesil minikler de ninelerinin kucaklarında veya salıncakta...Pilav iki kişinin taşıdığı ağaç teknelerle getirilip dağıtım yerlerinde herkesin evinden getirdiği kabına boşaltılıyor...
Kabı dar olanlar az pilav alıyorlar, geniş olanların ise nasibi yerinde... Biri –Pilav bitti...dedi. Yaşlı bir nine sesini yükseltti : -Buranın pilavı bitmez... Az sonra ağzına kadar dolu ağaç tekneler, yine kalabalığın arasında görüldüler. O gün, o şehirde “uman, usanan” herkes pilav yedi... Doydu... Dede Korkut'ın yüzlerce yıl önce anlattığı biçimde...
Geçtiğimiz Pazar günü eski Ankara yolu üzerindeki Göynük kasabasında toplananlar Müslüman Anadolu’ nun tapu senedlerinden birini , bir kere daha tescil ettiler...Bir öğle namazından sonra ziyaret ettikleri Velî, Sultan Fatih’ in hocası Ak Şemseddin ‘ den başkası değildi...Dört yüz yıl önce yaşamıştı...Ankara’da yatan Hacı Bayram Veli’ nin halifesiydi... Fütüvvet sahibi bir Ahi’ydi. 1453’ ün bir salı sabahı Sultan Fatih’ in ordusuyla birlikte İstanbul’a girmişti...Saray’ın ve Müslüman Türk Halkının göz bebeği, şanı sonsuza uzanan bir ulu kişiydi.
Asırlar sonra hâlâ anılıyordu...İnsanlar onu aralıksız ziyaret ediyorlar,senede bir defa yapılan “Ak Şemseddin” gününde türbesinin önünde sabahlıyorlardı... Ak Şemseddin, başlangıçta Anadolu Ahiliği geleniğiyle kurulup sonradan Arapçılığa saplanan ve en sonunda Batıcılığa özenen Osmanlı Devleti’ nin manevi kurucuları arasındaydı. Sultan Fatih’ ölümüyle sona eren ilk Ahi döneminin temel taşıydı.
Tarihçiler, bu devletin evrelerini “lale devri, sümbül devri “ diye çeşitli çiçek isimleriyle anarlar. Böyle bir gelenekleri var...Bence bu çeşit ayırımlar yanlıştır. Devletler insan toplumlarından oluştuğuna göre, Hanedanlar ve onların sınıfsal ortaklarının çiçek merakı yerine onların maceralarını anlatırken tarihte geçirdikleri değişmeleri esas almak daha doğru olur. Bu yöntem ayrıca devamlı değişkenlik gösteren insan kalabalıklarının gizli dinamiklerini incelemeye de yarar sağlayabilir.
Tarihimizde kardeşlik, insanlık, insan sevgisi ve Batı’nın son ikiyüz yılda kendi icadı sandığı İnsan hakları kavramlarına dayalı Ahi geleneği üzerine iki büyük devlet kurulmuştur: Selçuk ve Osmanlı...Ancak bu devletler, kuruluş felsefeleri olan Ahi’liği korudukları süre yaşamışlar, unuttukları zaman dağılmışlar veya dağılma sürecine girmişlerdir....Türk töresi, kardeşlik ve insan sevgisine dayanmayan bir paylaşım sistemi ile zengin olup devlet yöneteni sevmez...Bir kolayını bulduğunda al aşağı ediverir...
Bir mayıs ayında dört yüz yıl önce yaşamış bir Ahi büyüğünün türbesi önünde toplanıp “ bu masrafı kim yaptı ? ” demeden hâlâ pilava kaşık sallayanlar varsa, işte kutlu Ahi’ lik orada yaşıyor demektir...Devletler batar hanedanlar yıkılır ama insanoğlunun iç dünyasına ulaşmış “Muhabbet” ortadan kalkmaz...kıyamete kadar. (Arşiv'den)