/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
(Arşiv'den)
İngiliz yazar Lord Kinross 9 eylül 1921 sabahı İzmire ulaşan Türk ordularının muzaffer kumandanı Gazî Mustafa Kemal Paşa’nın zeytin dallarıyla süslenmiş açık bir arabayla şehre girdiğini yazar...Paşa’nın yanında Alman gazeteci Gerthrud Bell de vardır. Gerthrud Bell kargaşalık sırasında arabanın bir tavuğu ezmesi üzerine Mustafa Kemal’in rahatsız olduğunu görür ve heyecanla fransızca olarak “Nasıl olur generalim dün Dumlupınarda sizi yüzlerce ölünün arasında dimdik dolaşırken gördüm, şimdi bir tavuğa acıyorsunuz” diye bağırır. Gazî paşanın cevabı yüzünün hatları kadar keskindir. Başını yana çevirir ve “O iş başka” der.
Alman gazeteci Bell’in dehşet içinde gördüğü sahne doğrudur. Paşa, birkaç gündür bir ulusun, kazaya uğramış kaderini, silahla onarmak ve belki de sonsuza kadar sürecek olan geleceğini güvence altına almakla meşgul olmuştur...Şimdi ise o bir insandır, yumuşak kalplidir... Yaraların sarılmasını gözler...Akan kanın sona ermesini ister...İnsan ızdırabının dinmesini arzular...Taraflarca haklı savaş meydanlarının kahraman kumandanı, barışa da kumanda etmek istemektedir... Bu bir lider davranışıdır...
Ancak bu tiynette kumandanlardır ki, savaşları kazanırlar...Belki savaştan da zor olan barışları da kazanırlar...Mustafa Kemal her iki alanın ustasıdır...Ayrıca zaferi kendi başına üstlenmeyip milletine ve ordusuna bağışlamayı da bilmiştir...Bu yüzden ölümünün altmış beşinci ve zaferlerinin sekseninci yılında adı hâlâ taptazedir...Anıldıkça tazelenir. Unutulursa ülke zarar görecektir...Bir örnek tarih olacak, Türklerin yolları karanlığa düşecektir...Ola ki gerektiğinde Lider yetiştirecek güçleri kesilmeye..
Lord Kinross Mustafa Kemal’in ve muzaffer Ordunun İzmire girişini şöyle anlatır: “Ertesi gün,Mustafa Kemal zeytin dallarıyle süslenmiş bir dizi açık otomobilin başında İzmir’e geldi. Her zamanki gibi üzerinde rütbesini belirten hiç bir işaret yoktu. Eylül’ün 10’uydu. Hemen hemen günü gününe Sivas Kongresinden Milli Misak’ın ilanının üçüncü yıldönümü. Kafileyi şehrin kapısını korumakla görevli bir suvarı alayı karşıladı. Alayın erleri son dokuz gün, at üstünde Yunan hatları arkasında ve arasında durmadan döğüşmüşlerdi...”
Türk yazarı Halide Edip ise aynı olayı şöyle dile getirir: “ Suvariler ve atlar hayalet gibi görünüyorlardı...Üstleri başları perişandı, hayvanların ve insanların başları kemirici bir ateşle yanıyor,askerlerin zayıf ve şaşkın yüzlerinde gözler garip bir şekilde parlıyordu, yürüyüşe geçmek emri verilince bir anda askerler kılıçlarını çektiler, iki tarafımızda kılıçları güneşte parlayarak yürüdüler. Kapalıçarşı’dan geçerken nal sesleri kulakları parçalıyordu. Kaldırımlarda askerler ve insanlar yürüyor,kılıçlar parlıyordu. Bunların arkasında binlerce ağızdan“yaşa”sesleri yükseliyordu.Mustafa Kemal böylece Akdeniz’e varmıştı.”
İzmir’in kurtuluşu Anadolu harbinin sonudur. Bu askeri ve siyasi olay, aynı zamanda tamamlanmamış bir siyasi programın da ara sonucudur. Adı geçen program, Napolyon sonrası Avrupanın sınırlarını çizmek üzere toplanmış olan Viyana Kongresinde, Rus Çarı II. Aleksandr’ın diplomatlarının önerisiyle Batılı dostlarımız (!) tarafından başlatılmıştı. “Question d’Orient:Doğu Sorunu adlı bu programın üç bölümü vardı...Türkleri Balkanlardan atmak, bir...Türkleri Anadolu’dan atmak, iki...Türkleri geldikleri Asyaya sürerek yok etmek üç...
Bu program birinci bölümü uygulanmış, ikinci bölümü ise Ordunun İzmire girişiyle akim kalmıştır...Yâni fiyasko...İkinci bölümün uygulama şansı, İzmir zaferiyle allahüalem ebediyyen yok olmuştur...Türkleri Anadolu’dan çıkarmak üzere uydurulan Yunan “Megalo İdeası” da gerçek bir “megalomaniye” dönüşerek çaptan düşmüştür...Neden Türkleri Asyaya sürmek ? Bunun derin sebebi anlaşılmıyor...Kendilerine sormalı. Belki yöresel nedenlere dayanan karakter farklarıdır.
Buna kültür deniyor...Ulusal kültürler...Yani ulusal karakter...Şimdi Batı bizi şebekeye sokacak...Karakterimizi bozmadan sokar mı ? dersiniz...Dün İzmirden denize dökülen soysuz kalabalık, bu gün zengin olur da bizi ister mi dersiniz ? Boş verin bu işlere...İzmirliler bu gün kordon boyuna gidip denize bakın, belki hâlâ o korkunç İzmir yangının göğü yalayan kızıl alevleri sularda yankılanıyordur...
Nezih Uzel,Sapanca 8 eylül 2001 Pazar,saat: o2.32