Gözler Kan ağlasın

240px-higherself.jpg

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın

Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın Gûş eyleyen **hikâyet-i Esrâr'**ım ağlasın Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh                                      Şeyh Galip:                                      (1759-1799)

Çileyi hatm etti

240px-higherself.jpg

Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem Sırr oldu serin, hırka-i tâbûta çeküp Gâlib dedi târihin efsûs efsûs Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp."                                                    Şeyh Galip                                   (1759-1799)

Ağlatmayacaktın, yola baktırmayacaktın

galata-mevlevihanesi.jpg

Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma Gittin güzel ammâ bu dil-efkârı unutma

Gâhîce uyandıkça şebistân-ı safâda Şol gice olan sohbet-i hem-vârı unutma

Vardıkça şeker-hâba girip bister-i nâza Ne zehr içer dîde-i bîdârı unutma

Ben sabr edeyim derd ü gam-ı hecrine ammâ Sen de güzelim ettiğin ikrârı unutma

Ağlatmayacaktın, yola baktırmayacaktın Ol va‘de-i tekrâr-be-tekrârı unutma

Yok tâkati hicrânına lûtf eyle efendim Dil-haste-i aşkın olan ESRÂRI unutma                                              Esrar Dede                                              (1748-1797)

Bağı seyre geldi

galata-mevlevihanesi.jpg

Seher vakti bağı seyre geldi Cânân Neler seyretti bidâr olanlar                                            Esrar Dede                                            (1748-1797)

Aşkın cezası kaldırıldı

mevlana.jpg

"O mutluluk veren Dost kalktı. Kalkınız, çünkü Aşkın cezası kaldırıldı. Kalkınız çünkü O güzel boylu sevgili kalktı. Kalkınız çünkü bu gün Kıyamet günüdür. Her şey ayağa kalktı.”                                 Mevlânâ

Mevlânâ var olduktan sonra yeryüzünde âşıkların yüzlerine nur geldi. Karanlıktan çıkıp aydınlığa kavuştular. Eski çağların demonları, yerlerini, bir bir nur yüzlü varlıklara bıraktılar. Kaoslar devri bitti. Aşk insanları adam etti. Yonttu… düzeltti, Doğrulttu, eksiğini tamamladı, düzgün bir şekle soktu. Vahşetten çekti çıkardı, kurtardı. Artık kan emici, kol kırıcı, yol kesici, değillerdi. Eskiden bataklıkta son bulan izler, şimdi bahar çiçeklerinin kaynaştığı vâdilere yönelmişti.

“Bizim başımızda başka bir yön, Başka bir vardır. Bizim bu sonbahardan sonra gelecek Başka bir baharımız vardır.”                                          Mevlânâ

Bir zamanlar aşka ceza vardı. Kör gözlü aşka kesilmedik ceza kalmamıştı. Zavallı aşk. Biçare aşık. Aşkın yalın yüzünde insana benzer varlıklar dolaşırken şimdi onlar aşkta eridiler. Yok oldular. Körlükte ölüp aydınlıkta doğdular. Aşk kurtuluş oldu. O atadan, dededen mirastı.

“**Nuh’**tan bize miras kalmış Bir kurtuluş gemisi vardır ki, O gemi hayat denizinde fırtınalara Göğüs gererek dolaşır, durur. Gönlümüzdeki hayaller, düşünceler, Ümitler, neş’eler, üzüntüler, Hep o hayat denizinin üzerindedir.”                                            Mevlânâ

Aşkın cezası kalktı ya, kan yürüdü damarına âşığın. Emaneti dürüstçe taşımanın da bir yolunu bulacaktır artık. Taşacak, coşacak, yeryüzünde çalmadık kapı bırakmayacaktır. Karaları denizleri aşacak, uzayın boşluğuna dalacak, kendi kendisi ile uğraşacak, bilinenin bilinmeyenin peşine düşecek, önünde her gün açılan yeni ufuklara doludizgin, kör kütük  atılacaktır. O bir Tanrı yolcusudur. Yol Tanrı yoludur. Tanrı aşkını ona emanet verdi, o mirasa hazırca kondu. Herkes bu işe şaştı kaldı. Aklını oynattı dediler.

“Gönül işrete oturunca, Seni andı da, Sâkiden kadehi aldı, Yere attı, kırdı. Sonra perişan bir halde Coştu, dışarıya fırladı. O ne kendini beğenmiş Mest bir haldeydi, Ne de aklı başında uyanık. Etrafa “ o delirdi, Divane oldu” diye Bir söz yayıldı.                            Mevlânâ

Delilik nedir ? kuşku mu ? akıllı nedir ? akılsız mı ? Pek de doğru değil bütün bunlar. Deli saçması değil de nedir ? Ama gel gör ki bunca çalkantının ulaşacağı yer pek de farklı değil… Faydası yoktur denemez. Böylece sürüyor hayat. Yaradanın kanunu bu… Aşka ceza verilseydi belki daha rahat olurduk. Ama o rahatlık da ölümden başka ne olurdu ki ?

“Görünmez âlemin atlısı geçti. Arkasından bir toz bulutu yükseldi. O atlı gitti, fakat Toz bulutu duruyor. Ey Hakk’ı ve hakikatı arayan kişi, Sen sağa sola bakma. Dosdoğru bak da gör ki, O toz koparanın tozu Burada, kendisi ise ölümsüzlük, Sonsuzluk âlemindedir.”                                      Mevlânâ

Cezanın kalkması iyi oldu. Toz dağılınca daha iyi anlaşılacak. Sen şimdi çok lafı bırak da varlığından soyunmaya bak. Aşkın nedenini o zaman anlayacaksın. Cümle yaradılmışların kanı aşk… Var olan her varlığın adı aşk. İşin aslı aşk. Tersi bir ur. Aşk olmadı mı varlık bir hayal. İnsanoğlu’na tuzak, gece karanlıkta yürüyen yolcuya pusu…

Anamız aşk, babamız aşk, yolun başı da aşk, sonu da… Evveli aşk ahırı aşk… Mevlâna bu aşkın sembolü. Yol göstericisi, rehberi, yolcunun elinden tutanı. Sahip çıkanı.

Kutlu olsun bu yol, kutlu olsun bu yolcu, Sahip ve onun Sahibi. Sebepler sebebi.

Adımızı temize çıkardı

bican.jpg

Hazreti Monla-i Rum: "Bad ez vefat türbeti ma der zemin mecuy  Der sinahayi merdum ü arif mezarı mast” diyor. Türkçesi: “Ölümümden sonra mezarımı yerde arama  Arif kişilerin gönlüne gömüldüm ben”

Mevlânâ’nın Hakk’a vuslatı bir kere daha anılıyor… Rabbine aşık olan bir İslam büyüğünün hatırası bir kere daha dile getiriliyor,  madde tuzağına düşüp cayır cayır yanan şu güzelim dünyada, Mevlânâ rüzgarı bir kere daha esiyor. Ruhlar onun maltemi ile doluyor, Bedenler onun rüzgarı ile kendinden geçiyor. Hesapçılar kendileri ile hesaplaşıyorlar. Kötüler kötülüklerinin derdine düşüyor. İyiler iyiliğe doymuyor. Ortalık toz duman. Nefisler ruhlarla kaynaşmada, ruhlar nefislerle çatışmada, canlar karmaşada yol arıyor. Ruhlar, canlar ve nefisler alt alta üst üste boğuşuyor… Manzaraya bakın siz… En alttaki en üstte, en üstteki en altta… Pirim olanları bir bir görüyor, gösteriyor, biliyor, bildiriyor. Söylüyor, anlatıyor:

"Bu sendeki gurur Daha ne kadar artacak ? Her çeşit görünüşün, hayallerin Daha ne kadar sürecek ? Süphanallah sende şaşılacak bir tavır, Anlatılmayacak bir , Bir hal var. Ben sana “hiç” diyeceğim ama, Sen hiç bile değilsin... Bu kendini bir şey görmen Hep senin kuşkularındır."                                            Mevlânâ  Hakk’ın açtığı kapıların sonu gelmiyor. Aşk her yerden doğuyor. Aşkın görüş sınırı uzayda kayboluyor. Mevlânâ insana insanlığını öğretiyor. O’na kendisini tanıttı, şimdi de kalbine “ümit” isimli bir enerji yerleştırıyor.

"Bizi dirilten o dost, Ne kadar temiz, ne kadar tatlıdır. Ne kadar hoştur, güzeldir... Biz insanlar, ruhlardan, Gönüllerden ibarettik. Bedenlerimiz yoktu. O aziz Dost, Bedenlerimizi ruhlarımıza konukevi Olarak yarattı. O dostumuz, O efendimiz, lutfeder, kerem buyurursa, Bizi affeder. Nasıl önceden yarattıysa, Gene öyle yaratır. Bizi yeniden diriltir."                                Mevlânâ Mevlânâ’dan söz açtık ya, başka ne yapabilirdik ki ? Açtık bizi doyurdu, sefildik bizi giydirdi, yoksulduk bizi dirliğe kavuşturdu. Yersizdik bize yer buldu. Bütün bunları **Hakk’**tan aldığı izinle yaptı. Karanlıklarla boğuşuyorduk, bizi ışıklı yere götürdü. İnsanlıktan uzaklaşmıştık. Geri döndük. O adımızı temize çıkardı, düşmanımızı tanımazdık, parmağının ucuyla gösterdi. Peygamberin yolundan ve **Tanrı’**nın izninden bir an ayrılmadı.

Pirim yedi yüz yıl önce yaşadı. Hayır ! Burada, bu gün, şurada yaşıyor. Geziyor dolaşıyor. Sıkıldığı yerden kaçıyor. Dostları ile beraber. O’nu tanımayanlar “Konya’da yatıyor…” diyorlar. Hayır ! yatmıyor. Dimdik ayakta… Sen de yatma. Git O’nunla dolaş… Bir gece olsun uyuma.

"Dostların hatırı için bu gece uyuma Gecenin kulağını tut, uyuma “fitnenin uyuması iyidir” derler Sen de bir fitnesin, ancak Senin gibi güzel bir fitnenin Uyanıklığı daha iyidir. Bu yüzden acele etme, Uyuma."                                    Mevlânâ

Mevlânâ bir kere daha anılıyor. Orada, burada, arzın öbür ucunda. Tahtını kurduğu her yerde. Aşkın ulaştığı her alanda. O’nu ananlar O’nu değil kendilerini anıyorlar. O’na herkes kendi kutrundan bakıyor. Onu herkes kendi çapı ile ölçüyor. Mevlânâ herkesin dünyasında kendi  varlığıyla yer tutuyor. O kime ne söylüyorsa o insanlar O’nun sözlerinden kendi anlayacakları kadarını anlıyorlar. Yetenekleri yeterince yol bulup düzlüğe çıkmaya çalışıyorlar.

Düz yol arayıcıları. Pirimin size son bir çift sözü var:

"Ey ten, böyle can, Böyle ilâhî bir emanet sende oldukça Sen ölmezsin. Ey imansızlık, Sapıklıktan kurtuldun, imana kavuştun. Neş’elen, neş’eni arttır. Çal, çağır. Her ne kadar, nefsine uymuş, Tensel zevklerin altında kalmış kişilerden Bıktın, rahatsız oldun ise de, sen Nefsini yenmiş, temiz duygulu Erlerin huyundasın. Ermişlerin Desteği seninle beraberdir."                                            Mevlânâ

İşte bu kadar ! aziz dostlar. Allah dostları ! Tanrı erleri… Söylenecek şeylerin sonu geldi. Gönlümüze gömülmüş o Dost, bizi **Dost'**a doğru çekiyor. Artık inattan vaz geçin de gelin beraber olalım. Bu dünyaya aldanmayalım fânidir kanmayalım. Oldu mu ?   Mevlânâ’yı analım. O’nun gibi olalım.

Zebânî ile Yabânî Engizistan’da

zebani.jpg

İblisiyye ülkesinin devlet başkanı ekselans Zebânî ile **Gayya Kuyusu Cumhuriyeti’**nin reisi ekselans Yabânî dün uçağa binerek Engizistan’ın başşehri Çalpara’ya geldiler. Engizistan devlet başkanı misafirlerini Çalpara hava alanında törenle karşıladı. Zebânî ile Yabânî uçaktan birlikte indiklerinde protokol mangası yerini almış bulunuyordu…

Engizistan  devletinin  devlet başkanı güllü Recep uçaktan ilk defa inen Zebânî’yi kollarının arasına alarak uzun uzun öptü. Diğer başkan Yabânî, yan gözle izlediği bu harekete kızdığı halde renk vermedi… Devlet başkanları protokol mangasının önüne geldikleri zaman “selamaleyküm” diyerek mangayı selamladılar… Çünkü onlar tanınmış İslam ülkelerinin saygıdeğer başkanlarıydılar.

Protokol işi bittikten sonra Başkanlar limusinlere binerek başkent Çaplara’nın yolunu tuttular. Şehre vardıklarında burada da kendilerini Engizistan devletinin hükümet başkanı ekselans Enâyî karşıladı. Zebânî ile Yabânî ve Enâyî bir de güllü Recep yan yana durarak resimcilere poz verdiler. Resmin arkasında Çalpara şehrinin tarihi kalesi tüm haşmetiyle yer alıyordu.

İblisiyye ve Gayya Kuyusu cumhuriyetlerinin değerli cumhurbaşkanları daha sonra ikili görüşmelere geçtiler. Hey’etler düzeyinde karşılıklı kerevetlere oturarak başlayan toplantıya daha sonra gazeteciler alınmadı… Cümle gazeteci esnafı kapı dışarı edildi ve  kendilerine yüzleri duvara dönük olarak dışarıda beklemeleri söylendi.

Toplantı gergin bir havada başlamıştı. İblisiyye devleti başkanı Gayya Kuyusu devletinin başkanına ağır hakaretler etti, sonra gitti adama bir kafa attı… O sırada durumdan kuşkuya düşen Engizistan devletinin başkan ve başbakanı,  tarafları yatıştırmak için araya girmek luzumunu duydular. Başkanların itiş kakışına teknik hey’etler de katılınca, toplantı salonu savaş alanına döndü... Gürültü, bağırışma ayyuka çıktı, yumruklar, tekmeler savruldu. Tabureler, iskemleler havada uçuştu, masalar koltuklar çatır çutur kırıldı, yetkililer korumalara emir vererek kapı önünde haber bekleyen gazetecileri uzaklaştırdılar. Gazeteciler durumdan hiçbir şey anlamadılar. Zaten anlasalar da yazamazlardı.

Kavganın neden çıktığı belli olmadı, bazıları sınır meselesi dedi, çünkü taraflar aralarındaki sınırların nereden geçtiğini bilmiyorlardı. Bazıları terör dedi, çünkü taraflar terörü tarif edemiyor, boyuna birbirlerine “sen  teröristsin…” diye bağırıyorlardı. Kimileri “suç” dedi, kimileri “ceza” dedi. “Suç” nedir ? “ceza” nedir ? anlaşılmadı. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğuna karar verilemedi. Toplantıyı bitirmeye dahi karar veremiyorlardı, olaylar tam yatışacakken bu yüzden yeniden alevleniyor, kavga bir türlü durulmuyordu…

Sonunda döğüşten, itişten yoruldular. Biri dedi ki –Artık kapıları açalım… Kapıları açarak dışarı çıktılar. Gazeteciler koşarak kendilerini karşıladı, aralarında zar zor bir konuşmacı seçmişlerdi, konuşmacı gazetecilere dedi ki : "Toplantı son derecede samimi bir hava içinde geçti, taraflar gayet dostane olarak birbirlerini dinlediler, çok olumlu sonuçlar aldık…şimdi komisyonlar kurarak alınan kararların tatbikine geçeceğiz. Merak etmeyin size kötülük yapmayız..."

yecuc11.jpg Şeytanın zürriyetinden Ye'cüc Me'cüc kavmi

Aslında işler ölümüne karışıktı. İblisiyye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı Zebânî ile Gayya Kuyusu Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı **Yabânî’**nin ülkeleri uzun zamandan beri Ye’cüc Me’cüc işgaline uğramıştı. Bu yabancı güçler o ülkeyi ele geçirmişler, halkı esir etmişlerdi. Toprakları ateşe vermişler, evleri yıkıp sokakları kan gölüne çevirmişlerdi. Ekselans Zebânî ile ekselans Yabânî işgalci Ye’cüc Me’cüc kavmi tarafından göreve getirilmiş satılık başkanlardı.

Bunlar ortada kol gibi gezen zulmü halklarına kabul ettirip onların kolayca öldürülmeleri ve bundan hoşnut olmaları amacına hizmet için seçilmişlerdi. Ruhsuz ve huysuz, sapsız ve çapsız, şerefsiz ve kalitesiz, vatansız ve bayraksız'dılar. Batı'lı hırsız petrol şirketlerinin karanlık koridorlarında yetişmiş lağım faresi gibi insanlardı. Hiç kuşkusuz işgalciler onları şimdilik kullanacak sonra çöpe atacak yerine başka serserileri getireceklerdi.

Engizistan devletinin resmi misafiri olan Ekselans Zebânî ile ekselans Yabânî başkent Çalpara’dan ayrılırken  onları başkan Güllü Recep uğurladı ve arkalarından seslendi “Vizyonumuz aynı…” Hava alanında bulunan tüm Engizistan üst kademe yöneticileri hep bir ağızdan “hayırlı vizyonlar…” diye bağırıştılar ve ilave ettiler: “Ye’cüc Me'cüc’e de selamlarımızı iletin, bizi unutmasınlar bir gün bize de buyursunlar… Onları hasretle bekliyoruz ”dediler.

İşte o kadar

mevlana.jpg

O yüz, âşık değildir. Onun görünüşü öyledir. Yer, içer, söyler. İşte o kadar... Bütün işi gücü bunlardır. Gökyüzünde bile işi hâtâlı ve suçlu olanın, yer yüzündeki İşlerine şaşmamalı.                                    Mevlânâ

Bayramlar kutlu olsun

DEĞERLİ SİTE İZLEYİCİLERİ Kurban bayramınız kutlu olsun. Öncelikle sabırlı, vefalı ve erdemli dostların ve ayrıca siteyi önceleri izleyen sonradan bıkan ve kayıplara karışan tüm eski dostlarımızın da bayramları kutlu olsun. Nice nice mutlu, güvenceli ve ümitli bayramlara…                                                                                                        Nezih Uzel

Bakanlık tekke açsın

mevlevi1.jpg

Kültür Bakanlığının “Mevlevî gösterilerini” düzene sokmak amacı ile yayınladığı genelgede bir delik var… Bu delikten hava kaçıyor. Bu yüzden genelge hafifliyor ve ağırlığını kaybediyor. Genelge ciddiyetinden fire veriyor. Konuya yakınlık duyan kişilerin kırık kalplerine doğru uzanan bu delik giderek büyür ve onarılamazsa  adı geçen genelge amacına ulaşamayacaktır. Bu genelge ile düzeltilmek istenen düzen daha da bozulacaktır.

Genelgeyi hazırlayanların konudan habersiz olduğu izlenimini veren bu genelgedeki çatlak iki kelimeden ibarettir ve  tek bir cümledir: “Mevlevî Müzikleri…” Bu cümle yanlıştır. Böyle bir tanım, ne yedi asırlık Mevlevî Edebiyatında, ne altı asırlık Mevlevî Müziği repertuvarında, ne  Mevlevî menakıbında ne de çağdaş Mevlevî literatüründe vardır. Hiçbir anlam ifade etmeyen bu iki cümle Türk ve Türkiye kültürünün tüm elemanlarını tanımlayıp korumak ve gelecek nesillere aktarmak amacı ile kurulmuş bulunan Kültür Bakanlığına yakışmamaktadır.

Bu genelgede bu cümle “Mevlevî Müzikleri…” değil “Mevlevî Müziği” olarak yer almalıydı. Çünkü elde bulunan müzik türü çoğul değil tekildir. Yani “Mevlevî Müziği”dir. Bu müziğin 14. yüzyıldan itibaren verdiği ürünlere de “Mevlevî Âyinleri” denir. “Âyin” teknik bir terimdir. Kiliselerde icra olunan ve “Âyin-i Ruhânî” denen müzikle ilgisi olmayan bu terim Mevlevî Müziği bestekarları tarafından öteden beri kullanılmıştır. Halen de kullanılmaktadır. Anlaşıldığına göre, belki de genelgeyi hazırlayanlar "âyin" kelimesini, gereksiz bir gayretkeşlik eseri olarak az çok tehlikeli bulup onun yerine "müzikler" demeyi tercih etmişlerdir.

Mevlevî Âyinlerinin notaları  ilk defa 1936 ve 38 yılları arasında **İstanbul’**da bu gün mevcut olmayan ve eski adı “Dar ül Elhan” olan Belediye Konservatuvarında üç kişilik bir hey’et tarafından tesbit edilerek yayınlanmış ve bu kaynak günümüze kadar tek kalmıştır. Daha sonra Konya Turizm Derneğinin yaptığı yayın, çeşitli yönde büyük hatalarla dolu olduğu için kullanılamaz durumdadır. Konya Mevlânâ İhtifallerinin başladığı 50’li yıllardan bu zamana kadar yapılan birkaç münferit çalışmanın dışında Mevlevî Âyinlerinin topluca notası yayınlanmamıştır.

Mevlevî Âyinleri belirli bir formda Hz. Mevlânâ’nın veya diğer tanınmış Mevlevî büyüklerinin şiirlerinden seçilen güftelerle ve bir makamla bestelenir. Âyinlerde makam geçkileri sık sık görülür. Sema’ ile birlikte bir saat kadar sürer. Dört ayrı bölümdür. Her bölümde ritm değişir ve sema’ edenler bu ritm değişikliği ile bölümlerin arasını fark ederek biten bölümden hemen sonra başlayan diğer bölümde **sema’**a devam ederler veya geri çekilerek yeni bir bölümün başlamasını beklerler. Bölümlere  “selam” denir. Bir Mevlevî Âyini böylece “dört” selamdır. Her birinin ayrı tasavvufî anlam ve ifadeleri olan bu selamlar tam olarak okunup çalınmadan klasik Mevlevî Âyini yapılmış olmaz.

fahreddin_dede_.jpg rm.jpg  Yeryüzünde bir eşi daha olmayan bu müzik ve sema , Hak aşığı bir şairin sözlerinin yine Hak aşığı bir bestekar tarafından nağmelerle süslenmesi ve yine o kutlu yolda yetişmiş dervişlerin hareketlerinin birleşmesinden doğmuş bir nur topudur. Bunun yaklaşık bir örneğine **Hint Katakali’**sinde ve Endonezya “Ramayana” danslarında rastlanmaktadır.

Mevlevi Müziğinin en verimli bestekarı yine her alanda olduğu gibi büyük “Dede”dir. **İstanbul’**da **Yenikapı Mevlevîhânesi'**nde Kütahyalı şeyh **Ali Nutkî Dede’**ye intisaplı bir Mevlevî Dervişi olan  Hammamîzade İsmail Dede Efendi bestelediği yedi ayinle Mevlevî Müziğinde ulaşılmaz bir derece kazanmıştır.

Dede’nin  “Sabâ âyini”nin 1824 baharında Eyyüb Bahariye Mevlevihâne'sindeki ilk icrası sırasında 32. Osmanlı Hükümdarı II. Mahmut hasta olduğu halde yatağından kalmış ve dokuz atlı saltanat arabası ile **Mevlevîhâne'**ye gelip kendisini etekleyen Dede’ye : “Dede senin âyinini dinlemeden edemedim…” demişti. TC Kültür Bakanı acaba “**Saba Âyini”**nin varlığından haberdar mıdır ?

Bakanlık genelgede “Mevlevi Müzikleri” çalınmadan sema'a yapılamayacağını ve âyin ve **sema'**ın her yerde yapılmaması gerektiğini söylüyor… O zaman açın Mevlevî tekkelerini de adam gibi âyin yapalım. 84 yıldır neden yasak edersiniz ki ? Bu genelge tekkeleri kapayan 677 sayılı inkilap kanununun ruhuna, bedenine ve lafzına  aykırıdır. Varlığını reddedettiği bir kuruluşun işlevini devlet nasıl düzenlemeye kalkar ki ? Savcılar kültür bakanlığına dâvâ açsın…

Ya savcı dâvâ açsın, ya da bakanlık tekke açsın