Ben sır saklarım

sari_gul_resimleri_110.jpg

Söylenecek şeylerin Hepsi söylendiyse Geriye ne kaldı ? : Söylenmeyecek şeyler

Onları da sen söyle Bir yol bul da söyle, Rüzgarla söyle, Bulutla söyle

Dağlara denizlere emret Söylesinler.. Ey Dost ! Sırları söyle Ben sır saklarım Durma Sırları söyle

Sarı Şeyh

Sen bir ümitsin

sari-gul-1.jpg

Tanrı ona kendisini bildirmiş Yatmış kalkmış da Tanrı demiş Tanrıyı bilince kendisini de bilmiş

Düşünüyorum o halde varım” Diyen feylesof haltetmiş Keşke Tanrı var ki, o halde “Ben varım” deseydi.

Tanrı ona aşkı öğretmiş Yatmış kalkmış da aşk demiş Aşkı bilince kendisini de bilmiş “aşıkım o halde varım” demiş.

Aşka adamış da kendini Kendi aşkta, aşk kendinde yok olmuş “Aşk imiş her ne var alemde İlim bir kıyl ü kal imiş ancak” Diyen feylesof doğru söylemiş

Aşık ki bilmez kendini Kendinden üstün tutar fendini Bir alem ki sorma gitsin Sen her şeyin üzerinde bir ümitsin

Sarı Şeyh

Aşkın yokluğu nedir ?

mevlana.jpg

Eğer gönlünün ateşi yoksa, Bu tüten duman nedir ? Eğer öd ağacı yanmıyorsa, Bu buram buram Öd ağacı kokusu Nereden geliyor ? Benim bu varoluşum Meydanda iken, Aşkın yokluğu Ne demektir ? Mumun yanmasından Pervane neden hoşlanıyor ?

Mevlana

Bilmem ki, söylesene

sari-gul-resimleri_resimleri-16.jpg

Beni mi sevdin Bendeki seni mi sevdin Sendeki beni mi sevdin ? Sendeki ben miyim Bendeki sen misin ?

Bilmem ki söylesene !

Aşka mı aşıksın Aşkına mı aşıksın Bendeki aşka mı aşıksın ? Rüzgara mı aşıksın

Bilmem ki, söylesene !

Neyin peşindesin Nelerden söz ediyorsun Kimlerle geziyorsun Sen nesin biliyor musun ?

Bilmem ki, söylesene !

Ayna oldun da gözüme İnanmadın hiçbir sözüme Sonsuza giden hayallerde Gizlendin karşılıklı her aynada

Varlığın yokluğundan soruldu İnsanoğlu bu işten yoruldu Nesin, nasılsın, nicesin ? Kendini kendi çözer bilmecesin Sen ey Dost ! kendinden de hallicesin Söylesene**, söylesene  sen nesin** ?

Sarı şeyh

Baba İlyas Sultan

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

baba-ilyas1.jpg

Bin kere bin altın verdi Gıyaseddin

Halkını kıran demir donlu şövalyelere

Yüz kere yüz altın verseydi Gıyaseddin

Bulunurdu yer yüzünde her derde çare

Zulmü boynuna dolandı da Gıyaseddin’in

Tez vakitte kapattı defterini devletinin

Yazdılar tarihin tarihçiler Saraydan uzanıp

Görmediler halini ahali-i pür melâlin

Baba İlyas Sultan taht kurdu gönüllerde

Uzattı “Kelamı kadimi” Saraya doğru, haykırdı:

“Yaşadığınız hayat bu kitabın neresinde ? ”

Kasdetti hayatına Gıyaseddin, Baba İlyas’ın

Amasya kalesinin burcundan göğe uçtu Baba İlyas

Tarih verdi hükmünü sultan oldu gönüllere

Basarak cesedine sahte Selçuk sultanının

Yazdırdı adın levhü mahfuzda en kutlu yere

Sarı Şeyh

Malya Ovası katliamı

baba-ilyas.jpg

Not: 26 aralık pazar günü "Haber Türk" gazetesinin "tarih eki" için hazırlayıp gönderdiğim bu makale yayınlanmamıştır. Burada arzediyorum:

"On üçüncü yüzyıl Anadolu’sunda Ortaçağ’ın en büyük katliamlarından biri yaşandı. Bu yürekler acısı olayda, bölgede egemen olan yabancı destekli Anadolu Selçuklu ordusu çoluk çocuk kendi halkını kılıçtan geçirdi. Anadolu bu ızdırabı bu güne kadar, asırlarca yaşadı.

Konya merkezli Anadolu Selçuklu Devleti, On üçüncü yüzyılda, oldukça zor günler geçiriyordu. Ülke Asya’dan devamlı akan göçerlerle daha önce burada yurt tutmuş ırkdaşları arasında sonu gelmeyen kavgalara sahne oluyordu.

selcuklukartaliikonikselcuklukartalikonya.jpgSelçuk devleti aynen daha sonra Osmanlı’ların yaptığı gibi halkın vergilerini birtakım kişilere satıyor, onlar da devlete ödedikleri paraları  birkaç misline katlayarak halktan geri almaya çaba harcıyorlardı. Beş asır sonra Osmanlı’nın da sonunu hazırlayan bu ilkel sistem,  o çağda Anadolu Selçuklu devletinin başına bela olmuştu.

Bu yolla büyük servet toplayan feodal beyler ve Saray halkı zaman zaman kalabalıkların gözüne girmek için İslami şartlarla yol su, köprü, cami medrese vakfediyor ama bu kişisel hizmetler yaygın bir “Devlet Politikası” olmaktan uzak kalıyordu.

Yarımadaya göçen Türkmen Alevi gruplar Ortaasya gelenek ve göreneklerini yeni vatanlarına taşımışlar ve burada olağanüstü bir gelişme sağlamışlardı. Kapalı ekonomik çevrelerde o günün basit ihtiyaçlarını mükemmel biçimde karşılıyorlar, sosyal bir ahenk içinde yeni bir toplumun temellerini atıyorlardı. Ne var ki iş bu kadar basit değildi.

“Satılık vergi sistemi” düzeni günden güne bozdu. Halk gittikçe fakirleşmeye başladı. Aileler dağıldı, gelenek yürümez oldu, toplumda bağlar gevşemeye yüz tuttu. Halk ile devletin arası açıldı. Adalet ve güvenlik kalmadı, Kimse kimseden hakkını alamaz oldu. “Bizzat ihkakı hak” zuhur etti.

Devlet erki giderek kayboluyordu.. Halk şehirlerde dehşet içinde kaldı.  İdareden ümit kesen insanlar, belirli gruplarla, sözüne güvenilir kimselerin etrafında kümelenmeye başladılar. Bir fitne” çıkacağı belliydi. Ve fitne 1250 yılının ilk baharında tüm şiddeti ile toplumun üzerine çöktü.

hurufi_2.jpgErdoğan çınar isimli bir Alevi araştırmacı bu “felaketi” ve olayların sonunda Hacı Bektaş Veli’nin ortaya çıkışı ve Bektaşi geleneğinin doğuşunu etraflı biçimde şöyle anlatıyor:

1_240 senesi, Anadolu Alevi’lerinin son bin yıl içinde yaşadıkları en talihsiz ve en uğursuz yıl oldu. O yılın ikinci yarısında Aleviler, Konya Sarayı’nın beklenmedik ihaneti ile sarsıldılar. Selçuklu Sultanı II. Keyhüsrev’in adamları, Amasya’da yaşayan Alevi mürşidi Baba İlyas’ın hayatına kastettiler. Ortada hiç bir sebep yoktu. Gül yüzlü Mürşit Amasya Kalesi’ne sığınarak hayatını kurtardı. Mürşidin tehlikede olduğu haberi çabuk yayıldı. Anadolu tek bir vücut oldu kalktı yürüdü. Dedeler, babalar, dervişler, muhipler, talipler; ocaklarını, tekkelerini, dergahlarını geride bırakarak tez elden Amasya’ya, mürşitlerine doğru yola koyuldular._

Olağanüstü bir yürüyüştü. Yollar insan kaynıyordu. Anadolu bir sel olmuş Amasya’ya doğru çağlıyordu. Yollara dökülmüş büyük kalabalıklar engel ve sınır tanımadan pirlerine doğru akıp gidiyorlardı. Önlerine çıkan Selçuklu ordularını önce Samsat’da, Adıyaman-Gerger’de, Kahta’da, sonra Malatya’da, Elbistan’da ve Sivas’da peş peşe, defalarca bozguna uğrattılar.

malya-ovasi.jpeg Malya Ovası

Amasy__a önlerine geldiklerinde kara haberi duydular: Baba İlyas, güzel dost, ulu mürşit; Hıristiyan aristokratları tarafından pusuya düşürülmüş ve boğularak öldürülmüştü. Aleviler bu katlanılmaz felaket haberi ile birlikte Amasya önlerine mevzilenmiş büyük bir Selçuklu ordusuna saldırıp koca orduyu tarumar ettikten sonra Konya’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Bu defa önlerine Kırşehir’in kuzeydoğusunda, Seyfe Gölü’nün kıyısında, Malya Ovası’nda çok kalabalık bir birleşik ordu çıktı.İttifak ordusunun merkezinde zırhlı Frenk askerleri vardı. Sağ ve sol cenahlar Selçuklular, Araplar, Kürtler ve Gürcüler tarafından tutulmuştu. İttifak ordusunun askerleri tam donanımlıydılar.

Aleviler dört aydan beri savaş meydanlarındaydılar. Kavganın biri bitmiş, on-on beş gün geçmeden diğeri başlamıştı. Aleviler, önceki kavganın yaralarını saramadan bir başka boğaz boğaza dövüşün içine düşmüşlerdi. Sevgi dinine inanmışlardı, savaşmak üzere eğitilmemişlerdi. Yorgundular. Evlerinden uzakta, her türlü tahkimattan yoksundular. Kışın önü görülmüş, soğuklar başlamıştı. Alevilerin üzerlerinde dört aydır çıkarmadıkları ince giysiler vardı. Ellerinde derme çatma silahlarla baş-açık, ayak-çıplaktılar. Aleviler, Malya Ovası’nda Orta Çağ Anadolu’sunun en donanımlı ordusuna yenildiler.

seyfegolu.jpg  Seyfe gölü

Aleviler semavi dinlerin ortak öfkesinden doğan işbirliğine mağlup oldular. Yenenler, yenilenleri kılıçtan geçirdiler. Çok cana kıyıldı. Büyük katliam oldu. Öyle kan döküldü ki, ovada akan kan Seyfe Gölü’ne kadar ulaştı. Seyfe Gölü’nün sazlıkları kızıla boyandı. Yaban kuşları ovadan yükselen insan iniltilerinden ürktüler. Kanatlarında kandan lekeler, uçup gittiler. O kış başka yerlerde kışladılar.

Savaşın üzerinden çok geçmeden Anadolu Platosu’na ilk karlar düşmeye başladı. Bozkır zemherinin soğuğuna teslim oldu. Büyük katliamdan her nasılsa tenlerini kurtarabilmiş az sayıda derviş, mürit; yorgun argın, mecalsiz ve dermansız ayazda açıkta kalakaldılar. Çaresizdiler. Seyfe Gölü’nün göçmen kuşları kadar bile olamadılar. Gidecek yerleri, uçacak kanatları yoktu.

1240 yılının kışında Malya mağluplarının üzerlerine çok soğuklar düştü. Her zemheride bıyıklar buz içinde kalırdı. Bu defa yürekler de dondu. Alevi köyleri acılar içinde yalnız ve perişan kaldılar. Kar kapıları  kapadı. Yollar geçilmez oldu. Gidenler geri gelmiyorlardı. Bir haber bile yoktu. Alevi yolu bozulmuş, erkan dağılmıştı. Alevilerin her parçası ayrı bir yerdeydi. Yaralar kanıyordu. Zaman, her zaman olduğu gibi yine zalimden yanaydı.

baci.jpgHavada, derviş sabrını bile tüketen bir yılgınlık, uçsuz bucaksız bir hayal kırıklığı vardı. Umutlar buz kesmişti. Alevi bacılarının insan üstü dirençleri ve kadın metaneti tam da o yıkılmış, kararmış günlerde ortaya çıktı. Büyük bozgundan geride kalanların içini ısıttı. Erkeksi giysileri ve kısa saçları ile Alevi bacıları bu zor günlerde, tekkelerini, dergahlarını ve zaviyelerini terketmediler. Hatta terk edilmiş, ıssız kalmış mabetleri de sahiplenerek hayata döndürdüler. Ancak kadın doğasının gösterebileceği bir özveri ile yokluk ve zorluk içerisinde, ocakları ve mabetleri çekip çevirdiler. Yollarını şaşırmış çaresiz dervişler bu dergahlarda; tüten bir baca ve bir kap sıcak çorba buldular.

Karacahöyük, Malya Ovası’nın güneyinde kalır. O unutulası, akıllardan çıkmaz felaketin yaşandığı savaş alanına kuş uçusu 30 km mesafededir. Büyük bozgunu takip eden günlerde, burada bulunan eski bir Alevi mabedine kendi halinde, gösterişsiz bir derviş geldi. Çarpışmalarda kardeşini kaybetmişti. Üzgündü. Hayli zayıflamıştı. Bitap haldeydi.

hacibektas.jpgGelecek kuşaklarda Hacı Bektaşi Veli adı ile ünlenecek olan bu derviş, Karacahöyük Dergahı’nın yönetimini elinde tutan ‘Anadolu Bacıları’ tarafından şefkat ile karşılandı, itina ile ağırlandı. Hatun Ana (Kadıncık Ana ya da Kadın Ana olarak da bilinir. Bu metinde Kadın Ana  olarak anacağız) adı ile bilinen dergahın ‘Pir Bacısı’ ona ihtimam etti. Hacı Bektaş, kalan ömrünü bu dergahta tamamladı. Karacahöyük’de, alçakgönüllü ve münzevi bir yaşam sürdü. Keramet sahibiydi. Pek çok sırra sahipti. Hakka yürümeden önce taşıdığı tüm sırları, vakıf olduğu bilgeliği, Karacahöyük Dergahı’nın Pir Bacısı’na, Kadın Ana’sına devretti.

Karacahöyük Dergahı, Malya bozgunundan sonra Hacı Bektaş başta olmak üzere kıyımdan kurtulabilmiş; bozkırın ayazında yalnız ve umutsuz kalmış pek çok mürşide ve dervişe kapılarını açtı, bir yandan son günlerinde onlara rahat ve huzur verdi, bir yandan da bu yılgın dervişlerden Alevi yol bilgilerini ve Alevi sır ve hakikatlerini sonraki kuşaklara aktarmak üzere derleyip toparladı.

Malya Ovası’nın mağlupları, canlarını katliamdan kaçırabilenler, koca bir erkanın yok oluşuna ve nice ocakların sönüşüne tanıklık ettiler. Savaştan sonra kalan kısa ömürlerinde keder hiç eksik olmadı. Dağarcıklarındaki bilgileri, kerametlerini ve emanetlerini; aç, susuz, yaralı ve yorgun sığındıkları Karacahöyük Dergahı’nın Pir Bacısı’na bırakarak bu yeryüzünden göçüp gittiler. Hüzün dolu son bir çaba ile Alevi sırlarının, sonsuzluğun boşluğunda kaybolup gitmesinin önüne geçtiler.” ( Erdoğan Acar)

ekler; •    Köy, kentin üzerine yürüdü. Kölece çalışmanın perişan ettiği köylülerle, zulmedici feodallar arasındaki karşıtlıktan yükselen gerçek bir sınıf savaşıydı. Eski düzen, köylüleri, barış zamanında feodal için çalışmaya, savaş zamanında ise onun uğrunda kan dökmeye zorluyordu"  (Gordlevski)

•    Malya ovasına gelmiş olan Selçuklu ordusunun başkumandanı Emir Necmeddin, yardımcıları Behramşah Candar, Gürcü Zahiruddin Şir idi. Bin kişilik 3000 altına kiralanmış zırhlı Frank şövalyelerinin başında ise Ferdehala (ya da Frederic) bulunuyordu. Bu şövalyelere yerliler “demir donlu askerler” adını takmıştı. Savaşın en kızgın yerinde Müslüman Selçuk askeri, Müslüman kardeşlerine karşı silah çekmeyi reddetti. Askerin silahlarını kendi kumandanına çevirmesi an meselesiydi. Bu durumu gören  Başkumandan Emir Necmeddin, o ana kadar yedekte bekleyen   hırıstiyan şövalyeleri, cephenin en önüne sürdü. Hırıstiyanlar Müslümanları acımasızca kırdılar. Sonunda Selçuklu feodal sultanlığı, bütün güçlerini seferber ettiği koskoca ordusuyla savaşı kazandı. Az zaman sonra yıkılan bu  Devlet, son zaferini kendi halkına karşı kazanmıştı. Savaşı kazanan Frank askerlerinin sağ kalanlarına  1000'er altın ödül verildi. (12 bin ile 60 bin arasında rakam verilmektedir, Babai halk güçleri için 3 bin ile 6 bin arası rakamlar verilmektedir)

•    Yesevi tarikatına bağlı ve bu düşünceye göre yetişmiş olan Baba İlyas, Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş bir derviştir. Tanrı sevgisinin dinin katı kurallarıyla şekillenemeyeceğini, İnsanın ancak kendi gönlünce bu aşkı bu sevgiyi yaratabileceğini söylüyordu. Baba İlyas’ın inancına göre toplumda kadın erkek ayrımı yoktu. Bunların eşit olduğu toplum bir bütündü. Fakat Anadolu’daki Selçuklular ve onların egemenliğindeki beyliklerin düzeninde, güçlüler yeryüzünü kendi aralarında paylaşmışlar ve böylece kendi lehlerine eşitliği ortadan kaldırmışlardı.

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

*        Özünden kopmuş Selçuklu yönetimi ; Kürt, Gürcü, Rum, Ermeni asillerini ve Frenk şövalyelerinin oluşturduğu kuvvetlerle Babai Türkmenlerini ancak yenebilmişlerdir. Fakat bu hareketle; "Türk dirlik ve birliğini” sağlama yönünden fikri bir harekâtın babası olarak; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu sağlamışlardır. Bu anlayışın ürünü ve hedefi olarak da; Babai İsyanı’na katılan “Kolonizatör Türk Dervişleri”ni, (Ömer Lütfü Barkan) Şeyhleri, Babaları, Dedeleri, Abdalları, Ahileri, Bacılar Örgütünü; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ÖNCÜ olarak görmekteyiz. (Prof. Dr. Osman Turan)

*  Baba İlyas çökmüş tefessüh etmiş, tüm insani değerlerini yitirmiş Alaeddin  sarayına karşı Konya’da Kur’anı kerimi göstererek “Yaşadığınız hayat bu kitabın neresinde yazıyor…? ” diye haykırmıştı.

Cânâ yol nerede ?

ben-bendir.jpeg

Savaştım sevgiler uğruna Alıştım derdine sevginin

Boynuma dolanan sevgiler Beni Yar’e  kurban ettiler

Geçtim de insaniyetten Haber aldım Vahdaniyetten

Mülkü Sahibinden sordum Dertsiz yaşarken yoruldum

Dört unsurdan  geçtim de Ten belâsından soyundum

Cânâ söyle bana  yol nerede ? Şeş cihetten ol muhabbet nerede ?

Dost dostundan  ayrı düştü bu yerde Ne çare ?  ayrılık varmış kaderde

Ölüm Allahın emri ayrılık olmasaydı Vatan kalbime bu denli dolmasaydı

Sarı Şeyh

Osmanlı Paşası aranıyor

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

mehemet_aali.jpg

Mehmet Emin Âlî paşa (1815-1871)

Adam bizim topraklarımıza atom bombası yerleştirmiş, bunu da nasıl yaptıysa gizlemiş, şimdi vikiviki ortaya çıkartıp Amerikan hükümeti de doğrulayınca nasıl olur da Türk-Amerikan ilişkileri bozulmaz ? anlamıyorum.

Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulması için **İran savaşı'**nın başlaması mı gerekli ? Amerikalılar yüzünden İran “Şahap” füzelerinin şehirlerimize düşmesi mi gerekli ?  Siz hangi sularda yelken açıyorsunuz  ? Allah aşkına.. İş mahalle kavgasına döndü, Tayyip bey hem Obama hem Ahmedi Nejat ile dost olmuş acaba hangisine meram anlatacak ? Böylesine şaşkın bir başbakan daha Cumhuriyet tarihinde görülmemiştir. Belki Osmanlı tarihinde de ?

Kadim Amerikan dostluğundan” söz açıyorlar. Kore’de beraber savaştık diyorlar, evet öyle oldu. Askerimiz orada şerefle savaştı ve Amerikan askerini korudu. Kunuri savaşında şehadet mertebesine ulaşan tüm askerlerimiz bir Amerikan subayının hatasına kurban gitti. Elbette şehittirler, ama harp tarihi başka şeyler yazıyor.

Sömürgecilik döneminin en hızlı zamanında Amerikalılar uzak doğuda **Japon’**larla rekabete giriştiğinde  o yörede ve Pasifik adalarında yaşan Müslüman halk, Osmanlı devletine baş vurarak “Bu iki ulustan hangisine uyalım ?” demişler. Babıali’nin cevabı: “Amerikalıları henüz tanımıyoruz, Japonlar için kendi manevi değerlerine bağlı asil bir millet diyorlar..siz onlara uyun

Daha yüzeli yıl önce dünya politikasında söz sahibi olan Osmanlı İmparatorluğunun hatırası önünde şu yaşadığımız çağda devletimizin düştüğü pejmürde hale bakın. Bir Osmanlı paşası olsa da dış politikamızı yönetse .. Yoksa Amerikalı bizi İran savaşında yem olarak kullanacak.

Yakın devrin ünlü sadrazamlarından Mehmet Emin Âlî paşa “bir icratta bulunduğum zaman Rus diplomatlarının yüzüne bakarım, eğer gülüyorlarsa Osmanlı devleti için kötü bir şey yapmışım demektir, eğer surat asıyorlarsa Devletimiz için iyi bir şey yapmışım demektir diyor. Şimdiki devlet adamlarımız ise değil yabancıların tutumundan ülke için hayırlı haberler  elde etmek dış toplantılarda yabancı liderlerin yanında resim çektirebilmek için itiş kakış gizli savaş veriyor.  Bu sonuç iki ayrı devletin büyüklük farkıdır.

Mükemmel bir Fransızcası olan Mehmet Emin Âlî paşa devrin Fransa İmparatoru III.Napolyon’un “Girit adasını bize verir misiniz ?” sorusuna karşılık “ veririz, aldığımız fiata” demişti. Osmanlı İmparatorluğuna  56.000 şehide mal olanan bu adayı Paşa, ancak siz de aynı vatanperver gayreti” gösterirseniz geri veririz demek istemişti.

Devlet asalet demektir, devlet mehabet demektir, devlet adına ”millet” denen ve sayısı milyonlara varan bir grup şerefli insanın hakkını hukukunu korumak demektir. Bir toplumun geleceğini garanti altına almak demektir. Bilgi ve hareket demektir. Laf ebeliği değildir. Şimdi bu devletin liderinin kültürü “Van minut ” ten öteye geçememiştir.. Ülkenin en çok lidere ihtiyacı olduğu zamanda tek kelime yabancı dil bilmeyen bir başbakanımız var.

Acaba ? diyorum Paşa bu günlerde yaşasaydı  “füze kalkanı” ve “nukleer silah” krizini nasıl çözerdi. Herhalde Obama ile yüz yüze geldiğinde “Evet ülkeme bomba koymana razı olurum, ama o bombalar sonucu çıkacak savaşta, kaybedeceğimiz vatandaşlarımızın kan bedelini  sen kendi vatandaşlarının kanı ile öder  misin ? derdi.

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

Kurulduğu günden beri dünyaya savaş, silah ve bela saçarak ayakta kalmış bir ülkenin liderine bir Osmanlı paşası'nın vereceği ders ne muhteşem olurdu.

Gereksiz tartışma krizi

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

fazil_say_elci.jpg Piyanist Fazıl Say

Yaşamı yakında bir yüzyıla ulaşacak olan  sevgili  Cumhuriyetimizin ilk yıllarından beri birbirlerinin yakasını bırakmayan Türk Müziği ve Batı müziği taraftarları yeniden kapıştılar. Ülkenin dünya çapında bir değer olarak yetiştirdiği  piyanist Fazıl Say'ın  Murat Bardakçı'ya hitaben yayınladığı bir cevap yazısı ile başlayan amansız kavga devam ediyor. Ben de görüşümü arzediyorum:

"A_tatürkçüler Atatürk müziği, padişahçılar da padişah müziği çalsınlar neden habire kavga edersiniz ki ? kim ne isterse onu dinlesin. Yeniden krize girdiniz . Yıllardır Ayıp oluyor.. Müzik yapan bir  kişi olarak size hayret ediyorum._ Müzik yapanlar ne kadar şişinirse şişinsin müziği asıl yapanlar dinleyenlerdir. Siz bu olayda küçük bir parça hatta bana göre solda sıfırsınız. Binlerce beste yapsanız, yüzlerce salonu oldursanız, kimsenin yürekten dinlemediği uyduruk şeyleri çaldım, besteledim diye ortaya çıkamazsınız.  Kimin yürekten dinlediğini da Yaradan’dan başka kimse bilmez. Size  şaşıyorum doğrusu. Sanatçılar, Çalgıcılar Lütfen kendi kendinizi değerlendirme safsatasını bırakın da sizi beğenenler varsa onlar değerlendirsin. Müzik ukalalığa gelmez. Ya vardır ya yoktur o kadar..  Saygılar.

Kapalı rejimlerin hainliği

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

hasan.jpg  Bir Kuzey Afrika ülkesi olan Fas’ın Marakeş şehrinde uluslar arası bir film festivali yapılıyor. Günlerdir devam eden bu festivalde, altmışa yakın irili, ufaklı film, sinema dünyasının ünlülerine ve Fas halkına gösteriliyor. Festival hakkında konuşan Faslı bir yetkili  “Dünyanın en sansürsüz film festivali” dedi.

Orada olsaydım o yetkiyle şunu soracaktım. “ Sizin değişmez kralınız II. Hasan’la bir zaman iç işleri bakanınız  olan general Ufkir arasında yıllar önce geçen bir olayı beyaz perdeye aktaran bir film, festivale gelseydi oynatır mıydınız ?

Hali hazırda devam eden festivali “dünyanın en sansürsüzü” olarak ilan eden bu yetkilinin ne cevap vereceği umurumda değil, ama ben biliyorum.Tabii ki renkten renge girecek ve kaçacak delik arayacaktı. Sonra da beni polise verecek ve ülkeden attıracaktı.

Olay şu : 1972 yılında Fas kralı II Hasan’a ülkenin iç işleri bakanı olan General Ufkir tarafından bir süikast düzenlenir. Süikast başarılı olamaz ve General hayatını kaybeder. O günlerde **Fas’**ta olan ve olayı yakından izleyen değerli yazar Cevdet Akçalı yıllar sonra kaleme aldığıı bir makalede olanları  şöyle anlatıyor:

Fas'ta görev yapan bir yakınımızı ziyarete gitmiştik. Gittiğimiz günden bir veya iki gün sonra, Fas Kralı'na yapılan bir suikast olayıyla karşılaştık. Kaldığımız ev, Fas Kraliyet Sarayı'nın tam karşısındaydı. Fas'ta veliahdın sünnet düğünü yapılacaktı. Bu sebeple bütün şehir bayraklarla süslenmiş, sokaklarda şenlikler düzenlenmişti. Saraydan havai fişekler fırlatılıyordu.

Bir süre jetler gelerek, saray üzerine makineli tüfeklerle ateş etmeye ve bombalar atmaya başladılar. Görünüşte bu olay da sünnet şenliklerinin bir parçasıydı. Ancak o akşam televizyonda dinlediğimiz haberlerden öğrendik ki, jetlerin sarayı bombalamaları, şenliğin bir parçası değildi. İddiaya göre, İçişleri Bakanı Ufkir, Kral Hasan'a karşı bir suikast tertiplemişti .”

Yerel ve Batı basınında çıkan haberlere göre Fas kralı II Hasan’la kendisini yok etmeye çalışan ülkenin dış işleri bakanı Ufkir, iki ayrı uçakta gök yüzünde uçarken, Ufkir’in uçağından kralın uçağına ateş açılmış. Bunun üzerine usta bir pilot olan Kral uçağın idaresini bizzat ele alarak başarılı manevralarla işi kurtarmış. Açtığı karşı ateşle de Ufkir’in uçağını düşürerek hayatına son vermiş. Yani efendim ! ol ülkenin kralı ile iç işleri bakanının uçakları gökte “it dalaşı”na girişip “ol melhame-i Kübra” da bakan kralına kasdetmiş kral da  bakanının başını yemiş..

Benim hatırladığıma göre resmi bildirilerde bu uçak meselesi yer almıyor ve general Ufkir’in “intihar ettiği” anlatılıyordu. Olayın ayrıntılarını Fransız basınından öğrenmiştik. O Fransız basını ki daha sonraki yıllarda Fas muhalefet lideri Ben Barka’nın Kralın gizlice verdiği paralarla Fransız paralel polisine öldürtmesi olayını da ortaya çıkarmıştı.

İslam dünyasının en aziz topraklarından  biri olan ve bir zamanlar **Osmanlı İmparatorluğu'**nun protektorası, himayesi altında bulunan Fas, İslam aleminin en korkunç diktalarından birini yaşayan talihsiz bir ülkedir. Bu ülke uygarlık dışı Fransız sömürgecilik döneminden kalan ve hala vatanını Fransızlara satan bir aile tarafından yönetilmektedir. Kapalı, karanlık, hain, insanlık dışı ve hiç  acıması olmayan  ilkel bir rejimin sultası altındadır.

Sinemacı kalkmış “bizde sansür yok” diyor. Sen onu benim külahıma anlat. General Ufkir’le o zaman genç olan kral II. Hasan’ın gök yüzünde it gibi nasıl çarpıştıklarını anlatan bir film yapıp şanlı festivalinde oynatsana.. Oynat ki senin “sansür hikayene” o zaman inanalım. Bundan güzel sinema konusu mu olur ?

Kanlı sömürgecılerle bir olup ülkeyi uzun yıllardan bu yana, demir pençeleri ile işgal altında tutan II. Hasan ve babası döneminde Fas’ta Fransız sömürgeciliği adına işlenen cinayetlerde fedayı can eden muhterem şehit binlerce Müslüman kardeşimizin aziz ruhları önünde hörmetle eğilirim. Bizlere dua etsinler.

hass_ufkir.jpg

Altmışlı yıllarda Kral II. Hasan'ın elini öpen general Ufkir