-
Kategoriler
-
Fotoğraf
-
Arşivler
- Mayıs 2012 (4)
- Nisan 2012 (2)
- Mart 2012 (1)
- Şubat 2012 (7)
- Ocak 2012 (7)
- Aralık 2011 (21)
- Kasım 2011 (12)
- Ekim 2011 (23)
- Eylül 2011 (12)
- Ağustos 2011 (8)
- Temmuz 2011 (10)
- Haziran 2011 (13)
- Mayıs 2011 (16)
- Nisan 2011 (24)
- Mart 2011 (17)
- Şubat 2011 (9)
- Ocak 2011 (26)
- Aralık 2010 (14)
- Kasım 2010 (6)
- Ekim 2010 (2)
- Eylül 2010 (18)
- Ağustos 2010 (18)
- Temmuz 2010 (17)
- Haziran 2010 (5)
- Nisan 2010 (2)
- Mart 2010 (18)
- Şubat 2010 (27)
- Ocak 2010 (15)
- Aralık 2009 (23)
- Kasım 2009 (32)
- Ekim 2009 (20)
- Eylül 2009 (27)
- Ağustos 2009 (15)
- Temmuz 2009 (16)
- Haziran 2009 (6)
- Mayıs 2009 (3)
- Nisan 2009 (12)
- Mart 2009 (25)
- Şubat 2009 (5)
- Ocak 2009 (10)
- Aralık 2008 (27)
- Kasım 2008 (37)
- Ekim 2008 (17)
- Eylül 2008 (11)
- Ağustos 2008 (1)
- Haziran 2008 (6)
- Mayıs 2008 (14)
- Nisan 2008 (13)
- Mart 2008 (35)
- Şubat 2008 (7)
- Ocak 2008 (15)
- Aralık 2007 (13)
- Kasım 2007 (25)
- Ekim 2007 (21)
- Eylül 2007 (8)
- Ağustos 2007 (3)
- Mart 2007 (1)
- Şubat 2007 (5)
- Ocak 2007 (15)
- Aralık 2006 (28)
- Kasım 2006 (33)
- Ekim 2006 (18)
- Eylül 2006 (17)
- Temmuz 2006 (3)
- Haziran 2006 (1)
- Mayıs 2006 (1)
- Nisan 2006 (2)
- Mart 2006 (2)
- Şubat 2006 (1)
- Ocak 2006 (2)
- Aralık 2005 (5)
- Mayıs 2005 (2)
- Mart 2005 (1)
- Şubat 2005 (1)
- Aralık 2004 (3)
- Kasım 2004 (4)
- Ekim 2004 (1)
- Temmuz 2004 (4)
- Haziran 2004 (1)
- Şubat 2004 (1)
- Ocak 2004 (1)
- Ekim 2003 (8)
- Ağustos 2003 (1)
- Temmuz 2003 (2)
- Haziran 2003 (2)
- Mayıs 2003 (2)
- Nisan 2003 (2)
- Mart 2003 (6)
- Şubat 2003 (1)
Mısır’ı İngiltere yıktı
/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
(Arşiv'den)
Petrol’den önce yeryüzünün ilk uyanıkları olan Avrupalı’lar dünyanın tüm zenginliklerinin Hindistan’da olduğuna inanırlardı. Marko Polo’nun seyahatindan sonra başlayarak dört yüz yıl süren bu Hindistana ulaşma sevdası, Avrupa’ya Amerika' yı keşfettirmiş, büyük ticaret yollarını açtırmış, Hindistan yolu üzerinde bulunan Osmanlı devletini saf dışı ettirmişti.
Avrupa’da Hindistana gitme yarışı 16. yüzyılda Portekizlilerle başlamıştı. Bir buçuk yüz yıl sonra bu yarış kanlı bir İngiliz-Fransız rekabetine dönüştü. Son iki yüz yıl içine tüm Asya’nın muazzam serveti Avrupa’ya aktı. Dünyanın tüm ülkeleri iki yüz yıl boyunca Paris ve Londra sosyetesine çalıştı.
Bu sırada İngiliz-Fransız çekişmesi Afrika’ya da sıçramış, Fransızlar kıta’nın kuzeyine yerleşirken İngilizler kuzeydoğu ve güney ülkelerine göz dikmişlerdi. Bu paylaşmanın odak noktası Mısır’dır. Süveyş kanalının bir Fransız olan mühendisi Ferdinand de Lesseps’in İngilizleri fena kızdırdığı anlaşılmaktadır. Nitekim İngiltere Lesseps’in 1869’da açtığı Kanal’ın tüm hisselerini borsalardan satın almıştı. Kanal çalışmaya başladığında Mısır şeklen Osmanlı İmparatorluğuna, aslen İngiltere ve Fransa’ya’ya bağlıydı.
1875’te Mısır maliyesi iflas etti, 1876’da “Düyun u umumiye” genel borçlar idaresi kurularak tüm devlet gelirinin yarısı dış borçlara ayrıldı. 1878’de I. Mısır Meşrutî idaresi kurulduğunda Mısır’ın bayındırlık bakanı bir İngiliz, maliye bakanı bir Fransız’dı. Kanal’ın açılışından 13 yıl sonra 1882’de İngilizler Mısır’ı fiilen işgal ettiler. Manda sistemi kuruldu. İşgalden sonra Mısır, İngiliz genel valileri tarafından yönetildi.
Arabî Paşa’nın milliyetçi direnişini kırarak Mısır’a egemen olan İngiltere’nin, bu ülkeye atadığı ilk genel vâli, Cromer Lordu Evelyn Baring’tir. Çok az güldüğü için “suratsız Baring” lakabı ile tanınan bu vâli, Mısırı 1882 ile 1907 yılları arasında 25 yıl yönetti… Doğulu’ların kafalarında “simetri” duygusu bulunmadığını ileri süren Cromer Lordu “Modern Mısır” başlığı ile yayınladığı anılarında şu görüşlere yer vermişti:
“Kesinlik, Doğu kafası için nefret edilecek bir şeydir. Kolayca büyük yanlışlıklara yol açabilecek bu kesinlik yokluğu aslında Doğu kafasının genel karakteridir. Avrupalı sağlam düşünür. Meseleleri açıkça ortaya koyar. Mantık öğrenmiş olmasa dahi doğuştan mantıklıdır. Tabii olarak şüphecidir Bir teklifin doğruluğunu kabul etmeden önce delil ister. Daima canlı duran zekâsı makine gibi çalışır. Doğu kafası ise ülkesinin pitoresk görüntüleri gibi en yüksek noktada simetri duygusundan yoksundur. Düşünce sistemi düzensiz ve dağınıktır. Arapların ataları söz ilmini en yüksek dereceye çıkarmışlarsa da onların torunları en dar anlamda düşünce yeteneğinden yoksun kalmışlardır.”
Cromer Lordu kitabında daha sonra Doğuluları ve Arapları “enerji ve girişim” yoksunu “saf” kişiler olarak tanımlamakta, onları “sadakatla yaltaklanmaya hazır” entrika ve kurnazlığa yetenekli, hayvanlara karşı acımasız insanlar olarak göstermektedir. Cromer Lordu’na göre Doğulu ne doğru dürüst yolda ne de kaldırımda yürümesini bilir. Dağınık kafası, yolların ve kaldırımların yürümek için yapıldığını fark eden Avrupalı zekâsının yanına dahi erişemez. Doğulular sağlam yalancıdır. Hareketsiz ve şüphecidirler. Tek kelime ile Anglo-Sakson ırkının açıklığına, doğruluğuna ve asâletine ters düşerler.
Balfour Kahire 1900 Cromer Lordu Evelyn Baring’in emekli olduğu gün devrin İngiltere Başbakanı Balfour, 30 temmuz 1907 günü Avam Kamarasında, Mısır’a yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine elli bin İngiliz lirası emekli ikramiyesi verilmesi için teklifte bulunurken onun hakkında şunları söylemişti:“Neye elini sürdü ise başarılı oldu. Son yirmi beş yıl içnde Lord Cromer’in Mısır’a yaptığı hizmetler bu ülkeyi sosyal ekonomik çöküntü batağından çıkarmış ve onu mali ve ahlakî yönden Doğu halkları arasında en ileri bir duruma yükseltmiştir.”
Oysa ki Mısır’ın sosyal ve ekonomik çöküntüsüne neden olan bizzat İngiltere’nin kendisiydi. Fiili işgalden önce Mısırda devlet tekellerinden vazgeçilerek ticaret “liberalize” edildi. Yabancıların ekonomik etkinliklerinin hızla artması ile başa baş gelişen borçlanma süreci, “modernleşme” yatırımları ile hız kazandı. O sırada 367 milyon frank olan dış borç, 17 yılda 2,5 milyar frank/100 milyon sterline çıkmıştı. 1875’e Mısır maliyesi bu yüzden iflas etmişti.(Yüzbaşı Bennet'in hatıraları, nezih Uzel) (Resimler:Courtoisie Google-Yahoo)
iki hafta protesto
La contestation contre le président égyptien Hosni Moubarak est encore montée d'un cran, mardi 8 février, avec de nouvelles manifestations, qui ont réuni des centaines de milliers de personnes au Caire et en province. Il s'agit des manifestations les plus importantes depuis le début du mouvement, le 25 janvier. (Courtoisie Le Monde)
sanatçıyı düğüne götürdüler
/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
Not: Bir profesyonel gazeteci olarak her pazar bir günlük gazete'ye gönderdiğim yazılar, resimler ve başlıklar, yayıncının görüşlerine ve yayın ilkelerine göre kısmen sansüre uğramaktadır. Dokunulmamış yazıları yayınlıyorum;
Flaş:Bir devlet kuruluşu olan TRT’de müziğin fazla yeri yoktur. Radyolar kurulduğu günden beri siyasal iktidarın çizgisinden ayrılmamış, sadık bir devlet sözcüsü olmuştur. Bu gelenek TRT’nin içinde de devam ederek günümüze ulaşmıştır. TRT Anayasaya rağmen bağımsız değildir.
Bir müzik kuruluşu olduğu halde siyasi yönü ağır basan TRT’ de genel müdürler dahil üst düzey yöneticileri arasında genellikle müzisyen sayısı azdır. Genel müdür Siyasal iktidar tarafından atanır. Genel müdürün atadığı çalışma arkadaşları ise TRT kadrolarında yer alan kurum içindeki bürokratlardan seçilir. Bu noktada da kurumun varlık kazandığı yıllardan bu yana süregelen bir çelişki yaşanmaktadır.
San’atçıya yakın olan, stüdyolara girip çıkan alt düzey yöneticileri arasında müzisyenler vardır, fakat bunlar çoğu zaman müzik dünyasında tutunamamış, müzik bilgisi eksik kişilerdir. Bunların arasında beste yapanlar da çıkar... Bestelerini zorla çaldıranlar da vardır... Müdürlerden gelen besteleri çalıp söylemek başlı başına bir derttir. Acaba bu beste iyi mi ? çalınsa uygun mu ? iyi olduğu için mi ? yoksa müdürün bestesi olduğu için mi çalınıyor... ?
Bir gün üst katlarda oturan bir müzik müdürü fasıl için prova yapılacak stüdyoya geldi... San’atçılar henüz yerlerini almamışlardı... Müdür, Büyük stüdyo’nun orta yerinde birkaç san’atçıyla sohbet ediyordu, üzerinde ördek başı renginde yeşil bir ceket vardı. Dayanamadım. O günlerde moda olan ünlü bir türküyü mırıldanarak müdüre yaklaştım:
Müdür beyin yeşil kürkü,
Yeni çıktı bu türkü,
Müdür bey emir verdi
Söylenecek bu türkü.
Laf tam yerini bulmuştu, herkes gülüştü. Sonra çalışma başladı. Radyo’da müdürün yeşil ceketi piyasadaki “müdür beyin yeşil kürkü” türküsü kadar meşhur olmuştu... Onu bir süre sırtından çıkarmadı. Radyo’da alt katta oturan bir başka müdür de yazları kırmızı çizgili bir gömlek giyerdi, o gömleği de onun sırtında her yaz on onbeş yıl kadar görmüştüm.
Radyo’larda “islahat projeleri” meşhurdur. Benim bulunduğum yıllarda İstanbul Radyo’suna her gelen müdür hep bir “islahat projesi” ile gelmiştir. Bir gün –Yeni bir müdür geldi, sizinle konuşacak... herkes kantine çıksın, dediler...Oh oh sevindik, limonata içer kuru pasta yeriz dedik... Çünkü her müdür gelişte o limonatalar içilir, o pastalar yenir, yeni gelen müdürlerin “islahat projeleri” dinlenirdi.. Kantine çıktığımda o dört beş yılda bir masaların üzerine çıkan limonata sürahilerini ve geniş süslü tabaklarda kuru pastaları gördüm... Cam kenarında manzaralı bir yere oturdum. Gitmesen olmaz, laf ederler... Ayrıca eğlenceli oluyor.
Hep birlikte müdürü beklemeye başladık. Az sonra yardımcılarıyla geldi. Uzun boylu yakışıklı bir adamdı. Gri bir elbise giymişti. Orta yaşlıydı. Saçları kırlaşmıştı. Gazeteciymiş, sonrada öğrendik. Gençliğinde gazeteci olup da, başarısızlık yüzünden gazeteci kalamayan pek çok insan gibi bir zamanlar gazeteci olduğunu kendi söylemiyor ama başkaları anlasın istiyordu. Konuşmaya başladı :”Arkadaşlar bildiğiniz gibi bu kuruluşun pek çok sorunu var... Bunları hep birlikte çözmek zorundayız. Önerileriniz nelerdir?” Herkes birbirine bakıyordu. Elbette önerilecek pek çok şey vardı, ama bu “çok şey” ler her zaman olduğu gibi kişisel problemlerden öteye geçemiyordu... Kafalarda kimbilir neler dolaşıyordu...?
Vedat’a eğildim:“Konuşsana” dedim...Vedat ayağa kalktı konuşmaya başladı:–Sayın müdürüm hoş geldiniz...benim Bakırköy’de bir tavernam var, bir akşam bekleriz...dedi. Sonra Mediha Hanım kalktı, o da benzer şeyler söyledi... Sonra herkes ayaklandı. Kimi oğlumun okul taksidi dedi, kimi ev kirası dedi, kimi programlar, kimi notalar, kimi stüdyolar, kimi tavandaki lambalar dedi. Gazeteci kökenli Müdür herkesi dinledi. Son noktayı koymaya hazırlandı: “TRT halkın kuruluşudur, halka yaklaşmak zorundadır.” Dedi.
iş anlaşılmıştı, yeni müdür başımıza yeni yeni işler açacak, bize yeni kostümler biçecekti. Müzisyen değil ya, bizim oralarda boş oturduğumuza inanıyordu. Bir buçuk saat sürdüğü halde TRT’nin işleyişine dair tek bir konunun ele alınmadığı o toplantıdan sonra limonatalar içildi, kuru pastalar yendi, dağıldık..., Arslan Hepgür, Selahaddin Erköse
TRT’nin TV yayınları başladıktan sonra Boğaz’da Kuruçeşmede yaptırdığı bir Stüdyo vardı. Bizi ara sıra oraya çağırırlardı. Bir gün o stüdyoda çalışmadan çıkan arkadaşları, üzerinde TRT yazılı arabalara koymuşlar, bir yerde düğüne götürmüşler, bir ev mi ? yoksa düğün salonu mu aklımda değil ? “Çalın” demişler arkadaşlar şaşırmışlar, öyle bir uygulama görülmüş değil. Ne eski yıllarda Radyo’da ne de TV zamanında akla gelmemiş... Kimsenin başvurduğu böylesine bir “bedava müzik” programı olmamış. Herkes kurumda sözleşmesine uygun saatleri doldurmuş ve evine gitmiş. Kim bu işi başlatan ?
Kim olduğu belli. Yeni gelen müdür.. Müzisyen arkadaşlar “yol olur başımıza kalır” diye, fazla üstelemeden işi bitirmişler, ama olayın kurum içine yarattığı baş ağrısı günlerce sürmüştü... Bazıları “böyle bir şey olamaz” diye üst makamlara dahi ulaşmayı denemişlerdi.
İş bir süre devam etti. Hatta o müdür,TRT misafirhanesinde, misafirlerine fasıl çaldırmaya dahi kalkışmıştı. Sonunda bid’at ortadan kaldırıldı, müdür yabana gitti, uygulama unutuldu... İyi de oldu. TRT san’atçılarının artık özel hizmetlerde kullanılamayacağı anlaşılmıştı. Devir ne Demokrat Parti devri, ne de yer Ankara’ydı. Böyle şeyler vaktiyle Ankara’da olurmuş derlerdi... Gerçekten o çağlarda Ankara Radyosu san’atçılarının Köşke çağrıldığını, devlet erkanına sürpriz konserler verdiklerini o devrin dedikodu basınında okumuştum.
TRT bir ara çeşitli Anadolu şehirlerinde halk konserleri yapma merakına kapılmıştı. Bilmem şimdi devam ediyorlar mı ? Beni Adana’da TV’den verilecek bir konsere yazmışlar “Çıkmam” diye tutturdum... Ben radyo san’atçısıyım, böyle geldim böyle gideceğim, ne konsere çıkarım, ne de TV’de görünürüm... Müdür şaşırdı. TV’nin kurulduğu yıllardan beri Radyo’da çalışan herkes TV ekranına çıkabilmek için cansiperane bir çaba harcıyordu, ben ise çıkmamaya çalışıyordum...Zira o yıllarda ekranda çalgıcı kılığında görünmeyi gazeteci formasyonuma yakıştıramıyordum. “O kadar insan bakıyor, TV’ye çıkana nazar değer” diye düşünüyordum. Müdür bir gün :
-Konser var Adana’ya gideceksin, dedi
-Gitmem, dedim
–Mecbursun gideceksin... dedi.
–Sözleşmede yok, askeri darbe günlerinde imzalattırdığınız tek taraflı bir sözleşmeyle bizi yılladır çalıştırıyorsunuz. Halbuki sözleşme adı üstünde, iki taraflı olur. Yeter artık, şimdi gider şu karşıda, Kasımpaşa yokuşundaki idare mahkemesinde dâvâ açarım, dedim. Gerçekten Radyo’nun karşısındaki sokakta bir idare mahkemesi vardı. Pencereden görünüyordu ama kimse bilmezdi. Sonunda blöf tuttu. Müdür beni Adana’ya göndermekten vaz geçti... Yalnız o laflardan sonra Müdür Rıdvan Tandoğan’dan özür dilemiştim. Kabul etti, barıştık. Aslında ben TRT’yi seviyordum.Yine de seviyorum.
Eski yıllarda sanatçının emeklisi olmaz çalışabildiğiniz kadar çalışın derlerdi. Sonra ne olduysa oldu, sanatçıları İktisadi Kamu Kuruluşu çalışanları ile bir tutup yaş haddine bağladılar. Altmış beş yaşına gelen her sanatçıyı okunmuş gazete gibi kapı önüne bıraktılar. En verimli çağında işini elinden aldılar. TRT sanatçıları Padişahlar zamanında olsaydı herhalde eli ayağı tutmaz oluncaya kadar Saltanat meclislerinde Sultanın yanında yerini korurdu. Eğer Hammamizade İsmail Dede Efendi şimdi yaşasaydı, ne Saba ayinini ne de Kâr-ı Nev’i besteleyemezdi. Personel kanunundan emekli olurdu.
Şecaeddin Tanyerli Turhan Engin
Bu kurumun eski sanatçıları yerlerinden kopamıyorlar. Arjantinde doğup Türkiye’de muhteşem yerli renklere bürünen Türk Tango’sunuın en değerli efsane ismi Şecaeddin Tanyerli emekli olduktan sonra epeyi bir zaman radyoya gelmiş ve kantinde belli bir masaya oturmuştu. Recep Birgit de radyodan ayrılmaz, tek kuruş almadan korolara girerdi. Bir zamanlar halkın sesi olan Semahat Özdenses fasıllara gelir, gözyaşıyla ağlardı. Folklorumuzun başta gelen isimlerinden Turhan Engin Radyo’dan atılınca gitti Beyoğlunda arka sokak tavernalarında çalıştı. Fasıl musikisinin unutulmaz ismi Kasım İnaltekin kahrından dertler uğradı. Ve hepsi erken ölümle şu vefasız dünyadan ayrıldılar
Recep Birgit Kasım İnaltekin Semahat Özdenses
TRT yıllarca çalıştırdığı bu değerli insanları kapı dışarı ettikten sonra toplu programlara dahi davet etmedi… Ne olurdu halka açık konserlerde onları çağırıp dinleyici yerlerinde en ön sıralarda oturtsaydı. Kuruluş nizamnamesinde sanatı ve sanatçıyı korumaya söz veren bu kurum, bu alanda başarı gösterememiştir. Haklı olarak gözlerini gençlere diktiler ama ihtiyarları da unutmaları gerekmiyordu.
Yareye Çare sendedir
Gönlümüz her an sendedir ya Rab Derdime derman sendedir ya Rab
Rahat-ı canım cane cananım Sırr-ı pinhanım sendedir ya Rab
Aşıkın kâmı, vuslat encamı Diller aramı sendedir ya Rab
Aklı aradım bende bulmadım Şübhe kılmadım sendedir ya Rab Kalbi yitirdim, arayı geldim Muttali oldum sendedir ya Rab
NURİ biçare oldu avare Yareye çare Sendedir ya Rab
Abdülehad Nuri (1650)
Çok sırlar duyasız
Mevlayı zikredin uyuman aşıklar Lutfuna şükredin uyuman aşıklar
Aşk ile yanalım, candan usanalım, Gelin uyanalım uyuman aşıklar
Terk edip gafleti gözedin fırsatı Bulasız vuslatı uyuman aşıklar
Hazrete uyasız, rahmete doyasız Çok sırlar duyasız uyuman aşıklar
Maksudu bulalım aşk ile dolalım Makbul kul olalım uyuman aşıklar
Cennete giresiz,vuslata eresiz Allahı göresiz uyuman aşıklar
NURI'yi dinlenüz, sözlerin anlanuz Derd ile inlenüz uyuman aşıklar
Abdülehad Nuri Sivasî (1650)
Eski Zaman Kırıntıları
, BURSA 20'li yıllar. Kebapçı İskender'in Kayahan mahallesindeki dükkanı. Ben bu dükkana gittim. Bizi babam götürdü. On yaşlarında olmalıydım. Küçük bir dükkandı, altı yedi tabak alan uzun masaları vardı. Tavana yakın raflara dizilmiş sıra sıra şişeler gözüme çarptı. Babama sordum, şıra şişesiymiş. Kebap yiyen mutlaka şıra da içermiş. Kebaplar ısmarlandı, ama bir türlü gelmek bilmiyordu. Babam dedi ki "iştahımız açılsın diye kasden geciktiriyorlar". Sonraki yıllarda "İskender'i İskender yapan" ve Türkiye'de kebabın adını "İskender" koyan Dede ölünce iki oğlu ve torunları ayrı ayrı dükkanlar açtılar. Şimdi Ulu Cami'nin yanındaki Cevad'ın dükkanına gidiyoruz. Onun bir oğlu var adı İskender.. Dede İskender torun İskender ve işte üç nesil İskender kebabı, afiyet olsun. Bir sanatı yerine oturtmak için en az üç nesil gerekiyor.
Eski zaman kırıntıları
Üsküdar 1953 Üsküdar Kuzguncuk'un arkasında Nakkaşbaba tepesi. Soldaki toprak yolun başından bisiklete binerdim. Bisiklet yokuştan aşağı uçarcasına iner Beylerbeyi'ne kadar beni taşırdı, dönüşte de ınleye sıklıya ben onu taşırdım. Nakkaştepe son otuz yıl içinde kabuk bağladı. Betonla örtüldü, sonra o betonlar yosunlandı. Ne bisiklet kaldı ne toprak yol. Tepeye kama gibi köprünün ayağı çakıldı. Üzerinde Cadde Bostanlı zengin çocukları PORŞE oynuyor. Bisikleti yukardan salsam acaba yine beylerbeyine iner mi ?
Hayat İklimi dilersen
Yâr ile ettiğin ahdi unutma Gel gönül dost illerine gidelim Sakın bu virân yerde vatan tutma Gel gönül dost illerine gidelim
Cânân iline varup görmek dilersen Hayat iklîmine irmek dilersen Solmaz gülşen gülün dermek dilersen Gel gönül dost illerine gidelim
Hakk'dan HÜDAİ'ye ihsân olurdu Her vech ile yollar âsân olurdu Zerresi gün gibi rahşân olurdu Gel gönül dost illerine gidelim
_Aziz Mahmut Hüda_i