Marx'a Komşu 0ldu

  
Radyoaktif Polonyum-210 maddesiyle zehirlenerek ölen Rus eski casus Aleksander Litvinenko, Londra'daki Regent's Park Camii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra Karl Marx'ın mezarının bulunduğu Highgate mezarlığına defnedildi.    
Cenazeye katılan 100 kadar kişi arasında İngiltere'ye iltica etmiş Çeçen lider Ahmet Zakayev ve çok sayıda Çeçen de bulunuyordu. Litvinenko'nun babası Valter Litvinenko, cenazede gazetecilerle konuşurken oğlunu Putin'in öldürdüğü iddiasını tekrarladı. İki hafta önce ölen Litvinenko'nun cenazesi, otopsi nedeniyle geciktirilmişti. Cenaze namazını kıldıran imamın hem Arapça hem de İngilizce olarak hitap ettiği cemaat arasında Litvinenko'nun 20 yaşlarındaki bir oğlu da vardı. Eski KGB ajanı Litvinenko, ölmeden önce yaptığı vasiyetinde son yolculuğuna Müslüman töreniyle uğurlanmak istediğini söylemişti. (Teşekkürler:Hürriyet)

Mülküne Sahip çıksın

adem.jpgKimsenin adını sanını duymadığı, duymasına da imkan olmadığı yüzlerce yazarı ortaya çıkarmak "patron gazeteciliğinin" sanırım gizli bir numarasıdır. Orhan Pamuğ'un nobeli üzerine edebiyatçılar konuştu diye Hürriyet gazetesi haber yapmış, bakıyorum o edebiyatçıların hiç birini tanımıyorum. Bu adamlar kimlerdir ?

Adı duyulmamış, yazdığı okunmamış, ne yazdığı ? nasıl yazdığı ? bilinmez, namı, yerine oturmamış, şöhreti yayılmamış, yazarlık  kişiliği kuşkulu,  kalem gücüne  kavuşmamış,  ne üslübü  gelişmiş ne  tavrı... görüşü yok, algısı kıt,  Mutasyonunu eksik,  akıl yapısı noksan, prematüre doğumlu**,**  kafa tası  gelişmeden yeryüzüne çıkmış, üretim hatası, torna çapağı, yumuşak kemik dokusunun içinde beyin sallanıyor...  embriyon halinde bir yazar kalabalığı bu ülkenin başına musallat edilmiştir. Okuyucusu yok. Varsa da değersiz... Otlak bulamamış koyun sürüsü... Bunun sebebi nedir ? Halbuki yazar, destur,  yerine değirmen taşı gibi oturup  nârasını âleme Davut peygamber gibi salmalı, değil mi aziz dostlar ?

Âvâzeni âleme Davut gibi sal,

Bâki kalan u kubbede bir hoş sadâ imiş.

Yazar çokluğuna dayanan politikadır ki, inceden inceye düşünülmüş, sonuçları hesaplanmış, kapalı kapılar ardında, çatı arasında, merdiven altında, alkol dumanlı kokteyllerde   suratsız patronlar ve  yağdanlıkları tarafından planlanmış ve yazarların sayıları, ele geçen ülkede egemen sınıflar rahatsız olmasın diye kasten çoğaltılmış. Böylece iş boğuntuya getirilip sulandırılmış... "Bravo" doğrusu (!) bundan iyisi düşünülemezdi, ötesi can sağlığı... Bunu geçmişte Roma'nın en azılı halk tiranları, yakın zamanın kanlı diktatörleri, toplumları esir alıp köle yapan  psikopat partizan   politik insanlık hainleri bile akıl etmedi. Ülkeleri durmadan, korkmadan, utanmadan, usanmadan soyanlar böylece yarattıkları bulanık suda tonlarca ağırlıklı kaşalot balığı yakalayabilirler....

Siz yazar olarak ne kadar çırpınsanız, ne denli haykırsanız, duvarlara tırmansanız, yerlerde yuvarlansanız, kargaşalıkta sesiniz duyulmaz...Sizi tahta kurusu gibi ezerler. Adınız anılmaz, iziniz sürülmez... Böylece düşmanlarınız sağlam bir kalenin içinde icra-i lûbbiyâta, ahengi fuhşiyyâta, debdebe-i haşerâta, fesad ü kizbiyyâta   devam ederler... Ta... ki kale yıkılıp gemi batana, ortalık târumar olana kadar... O zaman da pılı pırtıyı toplayıp bir yerlere savuşurlar.

Çanakkale zaferinin 90. yılı kutlandığı bu yıl, üç gün tüm gazeteleri taradım. Şimdi pek aklıma gelmiyor ama her gün yayınlanan 70-80 köşe yazısı içinde ya bir, ya iki yazar sütünlarını bu fevkalade azametli ve değerli ulusal günün anısına ayırmıştı, o günlerde geri kalan yazar çoğunluğu, en ünlüleri dahil, ya turfanda yeşil salatanın faydalarını veya olgun kestaneniz zararlarını yazıyordu. Bu gizli bir stratejidir, birşeyler oluyor ve   biz olanı sonradan öğreniyoruz,ülkemizin altı oyuluyor, başımıza geleni çukura düşünce farkediyoruz.

Şu İstanbul'da yıllardır boş duran evleri, mahalleleri, semtleri merak ederdim. Şimdi anladım ki bunlar kasten boş tutulup bir gün hep beraber yıkıcıya verilecek...Yerlerini uluslararası inşaat tröstlerinin yükselttiği gökdelenler alacak. Bu yapılar ve birkaç yüz yılda gelişmiş o muhteşem mimarlık geleneği bu şehri terkedecek... İstanbul nereye gitti ?   Mâziye... İşte bu.

kırk yıl önce akıllı bir kişi "Süleymaniye camii' ni yıksalar kimse aldırmaz" dedi... Bu toplumun geniş bir bölümü uzun yıllardan beri yirmi gram beyinle seksen tonluk beden sürükleyen eski çağların dinasorlarına benziyor... Kuyruğu yanıyor haberi yok...Yaşayan fosil... Canlı hikaye.

Değerli dostlar ! son siyaset yazım bu... Klavyeye söz geçirebilirsem, bundan sonra yazmam... Varsın Yaradan kendi mülküne kendisi sahip çıksın, benden bu kadar...

Yazarlara Ders verdi

pamuk.bmp Fransız edebiyatı son zamanda yüz elli yıl hep sosyal yaralardan bahsetmiş... Fransız yazarları bu dönemde ülkedeki eşitsizlikleri, insanların çektikleri çileleri, gelişen şartlarda halkın uyumsuz davranışlarını,  egemen sınıfların vurdumduymazlıklarını. o sınıfların halkın nasıl sırtına bindiklerini anlatmış... Bu dönemin edebiyatçıları edebiyattan çok ülkenin ızdırabını dile getirmişler. Fena da olmamış, ama ne yazık ki o dönemde "yazarlık" güme gitmiş... Aradan sıyrılıp çıkanlar da olmuş, o zaman da onların yazarlığı öne geçerek işledikleri sosyal konular gölgelenmiş... Uzun zaman bir itiş kakış yaşanmış

Sizce Victor Hugo'nun "sefiller" romanı roman mıdır ? sosyal konu mudur ? elbette sosyal konudur ama onu öylece tanımaya niyetli olmayan ve sınıfsal çıkarlarına aykırı görenler, adamı "romancı" yapıp çıkarmışlar... Ne demiş bu adam ? onu soran yok... O zamanda Paris'in her yanını sarıp kilisenin çan kulelerine kadar tırmanan "sefiller" e baktıkça adamın içi yanıyor, kimse aldırmamış... "Bravo ne güzel roman yazmışsın" demişler.

Ben uzun zamandır bu konuyu düşünüp dururum. Son zamanlarda millet siyasete daldı, yazarlık nereye gitti ? Hani bizim Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri gibi yazarlarımız, ne oldular ? nereye gittiler. Her eline kalem alan ya hükümete çatıyor ya koca koca fikirler üreterek dünya siyasetine parmak atıyor... Ben de yaptım bunu, bana dostlar durmaksızın kültür yaz... hatıralarını yaz dediler, ben ise hep terslikleri, çarpıklıkları konu edindim... Onlara hep bir hikaye anlattım : Vaktiyle Hindistan'da Mahatma Gandi İngilizlere karşı ölümcül bir siyasi mücadele verirken şair Rabindranaht Tagor'a haber yollamış, demiş ki : "Hindistan ateşler içinde, şair rebabını bıraksın da yanımıza gelsin, önce vatanı kurtaralım sonra hep beraber saz çalarız..." Ben bu sözü şiar edinmiş ve Türkiye çepeçevre yanarken Mevlânâ'dan şiirler okumayı ikinci plana atmıştım... Yanılmışım...

Orhan Pamuğ'un Stokholm'deki Nobel konuşması beni uyandırdı. Beni uyandırdığı gibi bütün ülke yazarlarını da uyandırmalıdır. Hâlâ Nazlı Ilıcak gazetesinde "Babasının bavulu..." diye adamla alay ediyor... Kadın; sen siyaset yazdın da bu güne kadar neyi kurtardın ? Bırak siyasiler çöplüklerinde eşinip dursun, biz yazarlar kendi işimize baksak olmaz mı ?

Orhan Pamuk bu konuşma ile ülkedeki yazarlara ve yazarlık mesleğine hizmet etmiştir. Bir örnek gerekirse bu sayfada görüşlerine yer verdiğimiz Lübnanlı siyaset bilimci ve yazar Yusuf Askar'ı göz önüne almalı... Adamın söylediklerini o ülkede aşağı yukarı herkes biliyor ama kimse söyleyemiyor, gazeteye yazmaya kalksa hiçbir yayıncı o sözleri cesaret edip yayınlayamıyor... Yazar, yayıncı bulamadıkça denizin yolunu kaybetmiş martı kuşuna dönüyor... Siyasetçi yazarları yıldırdı... Zavallıları ana karnında zehirleyip yok ediyorlar... Ne yapsınlar ?

En iyisi bir çare bulup   yazarlığa geri dönsünler... Yazarlık iyidir. Ancak bir konu daha var: okunmayan adam yazar olmaz... Yazarlığın ilk şartı okuyucu sayısını çoğaltmaktır... "Kendi yazar, kendi okur" yazarlığın da artık sonu gelmeli... Türkiye'de yazar bolluğu var... Bu ülkede yazar sayısı kadar okuyucu yok... Okuyucudan çok yazar var... Yazar korozyonu, yazarlık erozyonu... Herkes yazıyor, kimse okumuyor... Okunmayan yazarlar pazarı. Neden yazarlar   ? bilmem. Kitap alan da okumuyor... Rafa dizip uzaktan bakıyorlar...

On altıncı yüzyılın büyük Şairi "Fuzûlî" nin döneminde **Irak'**ta o kadar çok şair türemiş ki  hazret "ben burada fazla gelirim... "diye adını "Fuzûlî" koymuş... Yani türkçesi "gereksiz"   Ama yine de onca trişkadan şairi sollayıp adını bu güne kadar duyurabildiğine göre pek de haklı sayılmaz., Şu sözü,  Tanrı aşkına kim söyleyebilir:   ?

" Ger derse ki Fuzûlî güzellerde vefa var

Aldanma ki şair sözü elbette yalandır..."

Orhan Pamuk yalnız Türkiye değil, Dünya yazarlarına da ders verdi... Artık gerisini düşünsünler... Bush'la mı uğraşalım ? yoksa deli pazarını terkedip edebiyata mı dönelim ?

Tut beni Fazilet

karga.jpg

Hoca ilk haberi aldı, kadın Perşembe sabahı telefon etti. Vapura binmiş. Hoca sevindi. Yine de eski arkadaşı, ahretlik diyor ona... gaaak. guuuk. Ben de sevindim. Fazilet de sevindi. Hoca telefonda sordu:

-Araba arıza yaptı mı ?

-Hayır...dedi kadın...

-Gözün aydın...bir şey kalmadı

-Daha İtalya var...

Bu gün Cuma yine haber yok. Hoca  endişeli , gaaak. Guk. Fazilet dedi ki:

-Karşı   sahile geçmiş, artık gider...

-Emin değilim, denizde fırtına çıkabilir. Gaaak. Guk. Tıss

-Fırtına çıksın istiyorsun galiba...

-Fazilet beni hasta etme, gagalarım. Gaaak. Tıssss.Takır.

Bu kadının adı Hakikat. Eskiden "Catherine" imiş. Yıllar önce Müslüman olmuş, Catherine'in son iki hecesini kaldırıp başına "haki" koymuşlar olmuş Hakikat. İki defa evlenmiş, bir İtalyan'la bir de Türk'le... meramını anlatamamış, Gak. Guk.Fazilet dedi ki :

-Kendi bilmiyor ki anlatsın,

-Dur Fazilet karıştırma...

Mutlu olamamış. Birinci evliliğinde, bir kavga gecesinin sabahında Kur'anını koltuğunu altına alıp evden kaçmış. Gaaak. Guk. İkincisinde de Türk, kadının   tüm paralarını toplayıp gitmiş...Gaaaak.

Hakikat hanım hattat... İlk Müslüman olduğu yıllarda   Konya'ya gelmiş, Mevlânâ türbesinin onarımlarında ve cami inşaatlarında çalışmış...   Bir akşam onu duvarlarını boyadığı bir camide unutmuşlar... Kapıyı kapayıp gitmişler, dışarı çıkamamış, bütün gece soğuktan donmuş, halılara kilimlere sarılmış, sabah camiyi açmaya gelen müezzin bunu    görünce - Şeytan...şeytan... diye bağırmış. Guuuk.Guruk.Tıss

Hakıkat hanım **Konya'**da Mustafa Baytal isimli yaşlı bir ustanın yanına girmiş. Ondan İslam yazısını öğrenmiş "eskimez" yazıda ustalaşmış.   Yazıya resim katmış, hem kalem hem fırçayla çalışıyor... Figürler yapıyor, tablolar çiziyor, "olmadı baştan"ı var... Kızınca eserini yok edip  yeniden yapıyor... Hoca ona geçen ramazanda İzmit'te ve Adapazarı'nda iki sergi düzenledi Gaaak. Guuk., Yerel gazeteler günlerce yazdı. Yazı satıp para kazandılar. O parayla Aygaz tüpü alındı. Komşu kızlarına bedava yazı dersi verdi. Gaaak Guk. Fazilet yine lafa karıştı:

-Şimdiye kadar bunları neden anlatmadın ?

-Kadın iyi ama huysuz, Hoca sıkıldı, kadınla uğraşırken marifetine sıra gelmedi...

Hakikat Hanım'ın Güney Fransa'da dört hektar bir çifliği var... Çiftliğinde bir kedisi var, adı "Paşa", Hoca ile bir gece evde salep içerken Hanım ağlamaya başladı. Hoca dedi ki: "kediyi hatırladı, bu yakında gider..." Öyle oldu. Hakikat henüz vizesi bitmeden bir sabah Opel Corsa'sına binip gitti... Üst tarafını biliyorsun Fazilet, beni yorma... gagam yoruldu...

-Şimdi çiftliğe mi gidiyor ?

-Ne gezer çiflikte kiracı var.... keçi besliyor, Adı Fred, o da keçileri kaçırmış, Hakıkat Fred'e acıyor, keçilerini çok seviyor, arazinin yarısını ona satacak...

-Paşa   ne olacak ?

-Onu da sen evlat edin... koynuna al yat...

-Rezalet,   sen de keçileri kaçırıyorsun galiba...

-Olacağına bak, Hoca, yazı sanatı, hattat, camideki şeytan, Paşa kedi, kiracının keçileri, Opel Corsa'nın difernasiyel balatası... aaaayyy gaaaak. Gruuuk. Bana birşeyler oluyor... Tut beni Fazilet...

Kadın evine gitti

dscf3269.JPG

Her akşam Hoca'ya salep pişirdi. Her gün mutfakta bulaşık yıkadı, durmaksızın çamaşır astı kuruttu, yine de Hoca'ya yaranamadı Gaaak. Guk. Dün sabah güneş doğmadan karanlıkta arabasına binip gitti.... Gaaak.Guuuk. Daha haber yok. Hoca merak içinde, çünkü Salı günü opel arabayı ustaya götürdüler,   Hoca ustaya dedi ki:  -Bu araba yarın iki bin kilometre yol alıp Marsilya'ya gidecek. Usta - gider... dedi. Hoca inanamadı, başka ustaya sordu, o da - gitmez dedi.

Gider gitmez derken kadın sabah gaza bastı gitti. İpsala kapısından çıkıp bir günde Yunanistanı geçecek, ertesi sabah Adriyatik kıyısına varacak, İgoumenitza denen bir yerden arabalı vapura binip Venediğe gidecek, Kuzey İtalya'yı baştan sona geçip oradan Marsilyaya inecek... gaaak. Guuuk. Üç gün, iki gece yol... Gider mı gitmez mi ? bilmem gaaak. Gidemez de geri dönerse, yollarda başına bir şey gelirse... Hoca galiba "gitsin de ne olursa olsun" a getirdi işi... Fazilet dayanamadı...

-Sus ağzından yel alsın, şom ağızlı pis karga, bırak kadın   ülkesine gitsin...Gaaak. Gurk.

-Fazilet dedim, sen bilmiyorsun. Bu kadın iki ruhlu ama Hoca üç ayda onun ikinci ruhunu   manü militari terbiye etti, şimdi durum eskisinden daha iyi... Teşhis ve tedavi başarılı. Her   iki ruh az çok dengelendi. Birinin azgınlığını diğeri yatıştırıyor, diğerinin sünepeliğini öbürü tahrik ediyor... Sana da oldu mu böyle şeyler ? Fazilet cevap vermedi. Düşünüyor... Düşünsün... ben devam ettim. Hoca şimdi haber bekliyor... Arabanın debriyaj balatası bitik. Koca Pelopones'in dağlarını nasıl aşacak...? Benzine para yeter mi ? Kadın parasız kalırsa ne yapar ? Cuma gününe kadar adam neredeyse uyumayacak ... Gaaak. Guk.

Fazilet "Allah büyük" dedi, cevap vedim:

-Allah büyük ama Opel Corsa küçük...

Hani Yahudi sandala binmiş fırtına çıkmış, dalgalar yükseldikçe yükseliyor,   Yahudi korkuyor... Sandalcı "Allah büyük" demiş, Yahudi titrek bir sesle konuşmuş: "Allah buyük ama sandal küçük..." işte onun gibi bir şey... gaaaak. Guk.

Kadın gider gitmez Hoca evi altüst etti. Gaaak guuuk. Önce kadının yatağını bozup üç ay  kaldığı namaz odasını eski haline getirdi Gak. Takırrr. Sonra    götürmediği kitaplarını, kalemlerini, defterlerini, hatıra eşyalarını, incik boncuklarını bir sandığa doldurdu. Giyeceklerini bohçaladı kaldırdı. Gardroptaki elbiselerine nedense dokunmadı. Gaaak. guuuk. Sonra sıra mutfağa geldi... Kadının giderken rehin bıraktığı tencerlerini tavalarını, bardak ve sağanlarını iş odasına taşıdı... Gaaak guuuk. Biz Faziletle pencereden bakıp güldük durduk... Bir ara gözü bize takıldı, benle konuşmaz ama Fazilet'e seslendi:

-Muzurluk edip olanları herkese yaymayın... ne yapayım ? ben bu kadından kurtulamıyorum. Sanki burası kendi evi...   yıllar önce şaşkınlıkla ben, buna evlenme teklif etmişim... Benim çoktan aklımdan çıkmış... Ama bu püsküllü belâ o lafı unutmamış... Söyleyin Kargalar bende bu kadınla evlenecek göz var mı ?   Ama yine de yaşlıkta acaba bana bakar mı ? diye düşünüyorum. İşte o yüzden ara sıra pılı pırtıyı toplayıp evime geliyor, geri gönderemiyorum.

Faziletle bakıştık. Gaaak. Guk. Hoca gerçekten hüzünlüydü. Üç ayda yamulmuş, yumulmuş, yangın bakırına dönmüştü. Onu hiç bu kadar çaresiz ve kararsız görmemiştik. Biz kargalar daha ne söyleyebiliriz ki gaaak.guyuuk.. Adam yılların derdini çekiyor... İnşallah yakın zamanda yüzü güler... Kadının fırtınası evde ne var ne yok süpürdü. Bakalım üç aylığa kadar Hoca ne yiyecek... Gaaaak. Guuuk.

gül bahçeni görmedik

rose.jpg

9

Bir ömür oldu, senin gül bahçeni görmedik,

O baygın, o insanın aklını başından alan

Nergis gözlerini seyretmedik...

Vefa gibi halktan gizlenmişsin.

Nice zamandır ki senin

Güzel yanaklarını görmedik.

Mevlânâ

Bizi görmez oldun

aube_col_de_bleyne_26.jpg

8

Efendim, sen   bizi artık düşte bile görmez oldun...

Gelecek seneye kadar da göremeyeceksin.

Ey gece, her an bize bakıp duruyorsun. Ama...

Seher aydınlığından önce bizi göremeyeceksin.

Mevlânâ

Papa visite mosquée (Papa Cami'ye girdi)

Benoît XVI multiplie les gestes de réconciliation à Istanbul

Par EuroNews

251.jpg  

Pour la seconde fois, un pape pénètre dans une mosquée

Comme Jean Paul II avant lui en Syrie, Benoît XVI a poursuivi son périple en Turquie par la Mosquée bleue à Istanbul, où il a été accueilli par le grand mufti de la ville. Si les céramiques bleues sont de toute beauté, la motivation n'est pas seulement touristique, cette visite a été rajoutée au programme du Saint père en signe de respect pour l'Islam. Un nouveau signe de réconciliation de Benoît XVI après l**'indignation** soulevée dans le monde musulman par son discours de Ratisbonne, où il liait implicitement l'Islam à la violence. La Mosquée bleue est érigée dans la vieille ville d'Istanbul, en face de Sainte Sophie. Le pape s'était brièvement rendu, juste avant, dans cette basilique byzantine aujourd'hui transformée en musée. Plus tôt, lors de cette journée décidément dédiée à la réconciliation, le souverain pontife s'est tourné vers les orthodoxes. Il a partagé un long moment avec le patriarche oecuménique Bartholomée Ier, évoquant les divergences qui persistent entre catholiques et orthodoxes. Les orthodoxes notamment contestent le rôle du pape. Les deux églises sont séparées depuis presque 1000 ans, mais les deux dirigeants religieux se sont félicités, dans une déclaration commune, de la reprise du dialogue théologique. La visite de Benoît XVI, sa première dans un pays musulman, doit se terminer ce vendredi.(Courtoise Euronews)

Laiklik yara aldı

altiok.jpg

Türkiye'de tüm on dokuzuncu yüzyıl boyunca tartışılıp yirminci yüzyılın başında bu topraklarda yeni bir **Devlet'**e şekil veren yerli "Türk laikliği" yara aldı... Cumhuriyetin laik düzeni iki papaz tarafından saldırıya uğradı . Her ikisi de Tanrı'nın  yakını olduğunu ileri süren iki üst düzey din görevlisi, Türkiye Cumhuriyetini kuran ve yöneten laiklerin gözlerinin içini baka baka laikliği kötüledi.

Ben şu anda bu ülkeyi yöneten laiklerden olsaydım, derhal Fener Rum Patriği Bartholemeos ve Vatikan'ın Papa'sı bilmem kaçıncı Benedik'ti tevkif ederdim. Patrik Türk vatandaşıdır. Papa ise bulunduğu ülke toprağında, ülkenin kanunlarına göre   suç işlemiştir. Her ikisini de tevkif etme görevini TC adına Eyyüpsultan savcısı yerine getirmeliydi. Ve Papa şu anda **İstanbul'**da, **Gayrettepe'**de Türk Polisinin nezaretinde olmalıydı. Türk adliyesi geç kaldı.

Ben laik değilim. Kelime anlamı "dinlere karşı hoşgörü" olduğu halde heryerde "din karşıtı" olarak uygulanan Laiklikten medet umanların arasında da değilim, ama bu ülkenin bir kanunu varsa ona da riayet ederim. Ülkemin kanunlarını iki papaza çiğnetmem. Bu kanunları onlara   karşı çıkanlara karşı korumak vatandaşlık görevimdir. Bu görev ülkenin savcılarına emanet edilmiştir. Ben vergi veren bir vatandaş olarak savcılardan bu hizmeti beklerim.

Neden TC hükümeti Patriği ve Papa'yı tevkif etmedi... Papa'nın Patrikle birlikte yayınladıkları,  ne olduğu anlaşılmayan, muhtemelen laiklik karşıtı olan belgeyi, bir Türk gazetecisi yayınlasa suçlu olur. Adamı mahkemelerde süründürür, ocağına incir dikerler... Bu ayrıcalık neden ?

Aslına bakarsanız değerli dostlar ! Türkiye Devleti'nin seksen yıldır uyguladığı bazı ilkeleri artık yeniden gözden geçirmesi zamanı gelmiştir. Devletin kuruluşu üzerinden nerede ise bir yüzyıl geçmiş ama kurucu prensiplerden zerrece taviz verilmeyerek bu prensiplerin yaşanan dünyada devre dışı kalmasına göz yumulmuştur.

Son örnekte görüldüğü gibi yeryüzünde iki asır sürmüş olan laiklik bir gün sahneden çekilecek olursa siz hâlâ bir adada tek başına yaşayan yerliler gibi eski lafları söylemeye devam edecek misiniz ?   On dokuzuncu yüzyılın sonunda ve yıkımlarla dolu bir savaşın sabahında can havliyle kurulan hiçbir devlet şu günlere gelinceye kadar süregelen kuruluş reaksiyonları içinde bu derecede bocalamamış, böylesine şaşkınlık geçirmemiştir.   Dünya bu kadar zamanda hiç mi değişmedi ? de   yüz yıl önce yaşanmış olaylara bağlı kurulan reaksiyon devletleri halen icraata başladıkları yerden devam etsinler...

Yeryüzünde değişkenlik esas olduğuna göre değişmeyen kaybeder... Osmanlı devleti altı yüz yıl içinde defalarca değişti, yoksa nasıl ayakta kalabilirdi ki ? değişme gücünü kaybettiğinde dağıldı... Sovyetler dahil Dünyanın bütün reaksiyon devletleri bu akibetten kurtulamamıştır. Hayat devam eder ve sizin rejiminiz, sisteminiz, devletiniz bir gün sarsılmaya başlar... Kanunlarınız, kurallarınız, uğruna bir ömür harcadığınız ilkeleriniz ayaklarınıza dolaşır, suratınıza yapışır.

Yüzyılın başında yıkılan Osmanlı devletinin yerine Anadolu yarımadasında Cumhuriyeti kuranlar, altı tane konu seçip bunları "altı oklu" bir sembolde birleştirdiler. Bu gün yörede bu okların altısını da sayabilen pek az sayıda insan kalmıştır. Bunlardan biri "**devletçilik"**ti. Bu gün bu ülkede "devletçiliği" savunan tek bir kişi yoktur. Oklardan biri ise en tehdid edici tavrı ile hâlâ upuzun yerinde duruyor. Bu ok "laiklik"tir. Henüz şiddetle korunuyor... Devletçilik nereye gitti ? belli değil... Ya diğerleri ? onlardan hiç haber yok... Laiklik ise şu son günlerde iki papazın gadrine uğradı. Bu papazları gerici mi ilerici mi ? saymalı ben hâlâ bilemiyorum...

Papa denen dinsiz

cami-2.bmp

Zamanımızdan 390 yıl önce bir Osmanlı Padişahı saltanatının en parlak döneminde, bağlı olduğu dine hizmet etmek üzere bir cami yaptırdı. Camiin temeli atılırken Padişah kucağına toprak doldurdu ve "Kulun   Ahmed'in bu niyazını kabul et Yarabbii" diyerek Yaradanı'na yalvardı... İnşaata ilk harcı koyan, gümüş saplı mala günümüzde Topkapı sarayında bulunuyor.

Bu camii dört asır günde beş vakit kullanan Müslümanlar, geçen perşembe günü gün boyu kullanamadılar. O gün camide namaz kılınmasına izin verilmedi... Beş vakitte Cami'ye gelen Müslümanların içeri girmeleri engellendi. Aynen Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya girmek isteyen Müslümanların    zaman zaman engellendiği gibi...Dört yüz yıldan beri ilk defa bu cami Müslümanlara kapatıldı. Papa'nın gelişi dolayısıyle...

Osmanlıların     on altıncı padişahı olan I. Ahmet bu camii yaptırdığı sırada Katoliklerin Papa' sı Osmanlı vekâyinâmelerinde Rim Papa olarak anılıyordu. Bu lakap tarihçiler tarafından tartışılmaktadır. Ancak Osmanlı dünyasının Roma'daki Papa'ya verdiği bir isim vardı: Osmanlı'lara göre Papa dinsizdi...

Avrupa dinler tarihinin en korkunç facialarından biri St Barhélèmy katliamıdır. 24 Ağustos 1572 tarihinde Fransa kralı IX. Charles'in emri ile Paris'te başlatılan bu katliamda, katolik Fransızlar Papa XIII.Gregoire'ın desteğinde ilk gün, üç binden fazla protestan öldürdüler. Paris'ten dışarı taşarak tüm Fransa'ya yayılan katliam, 3 ekim'e kadar bir buçuk aya yakın sürdü. Bu sırada Kralın emriyle ölüme mahkum olan Protestanlar kurtarılmak amacıyla İstanbul'a, hilafet makamına başvurdular. O dönemde Osmanlı tahtında Kanunî Sultan Süleyman'ın oğlu, sarı Selim lakaplı, 48 yaşında   II. Selim bulunuyordu. Osmanlılar Protestanlara yaklaşık olarak şu cevabı verdiler:

"Papa denen dinsiz, Allahın peygamberi olan hz. İsa'ya tanrılık sıfatı ekledi**, dini bozdu,** kiliseleri puthaneye çevirdi, Papa'ya karşı çıkan sizler, gerçek din sahibi hıristiyanlarsınız. Size yardım edeceğiz, İstanbul'a yarar bir adamınızı gönderin konuşalım..."

Bu belgeyi yayınlayan büyük tarihçi rahmetli İsmail Hakkı Uzunçarşılı sonucu bildirmiyor. Ancak Osmanlı Devletinin Papa'lık hakkında verdiği bu hükmün, Osmanlıların en parlak devri olan on altı ve on yedinci yüzyıllarda devam ettiği anlaşılıyor...

Günümüzde   yüce bir peygambere dil uzatan o "dinsiz Papa" bir zamanlar o peygamberin halifesi olarak tanınan Osmanlı hükümdarlarının yaşadığı bir şehirde ve o hükümdarın "Dua" makamında yükselttiği bir caminin gün boyu ibadete kapatılmasına yol açtı... Acaba bu tüyler ürpertici, tarihi küçümseyici, muhteşem bir geçmişe gölge düşürücü, ulusal kimliği hiçe sayan, ayrıca Din adına aşşağılayıcı kararı, yerlilerden kim verdi... ? Kim böyle bir şeye cesaret etti. Dörtyüz yıldır yaşayan ve daha kimbilir kaç asır yaşayacak olan bu kutsal mabedi hangi fânî Tanrı kulu koca bir gün boyu kapattı. ? Bu hakkı nereden buldu ? kimden aldı ? Önceden bilseydi   buna Papa bile itiraz   ederdi. "Dünya Barışı" adına gerçekleşen bu ziyaret, bu olayla   amacından sapmıştır.

Osmanlı Camileri, Osmanlı Hükümdarları ve dört asır sürmüş Osmanlı Hilafet makamı artık tarihin geçmiş değerleridir. Bu camileri yapan, bu güne   kadar koruyan, bu dinin bağlıları artık bu ülkede "azınlık durumuna" düşmüşlerdir.

Müslüman Türkler, Türkiyede "azınlık" tır. Yakında "Türkler de "azınlık" olacak... Onların yerini "laikler" aldı. Sonuç bu.  Laikler acaba bu ülkeyi kaç asır ve nereye götürecekler...?

Laikliğin içinde ve kavramın temel yapısında "din" yerine "demokrasi ve insan hakları" var. Acaba şu anda bizim "azınlık" olarak haklarımız nereye kadar olabilir dersiniz... ?