Adayların hamamböceği yarışması

75982135us71.jpg

New Jersey, États-Unis – Alors que les élections présidentielles américaines se dérouleront dans un peu plus de deux mois, la « Pest management association » a organisé jeudi 21 août une course de cafards opposant le candidat républicain John McCain au candidat démocrate Barack Obama. L'événement était organisé dans le cadre du rassemblement annuel de la New Jersey Pest management association (traduisez "Association pour le contrôle des parasites"). La blatte ambassadrice du candidat républicain John McCain aurait largement dominé la course, alors que sa concurrente, représentant Barack Obama, aurait eu du mal à quitter la ligne de départ. Les organisateurs ont bien sûr précisé que cette course n’était qu’une plaisanterie ne prétendant pas donner les véritables résultats de l’élection

Türkçe özet : Amerikan başkanlık seçimlerinde aday olan Mc Cain ile Barack Obama, New Jersey’de hamamböceği yarışmasına katıldılar. « Parazitlerin  kontrolu birliği » isimli bir kuruluş tarafından organize edilen Hamnamamböceği yarışmasında Cumhuriyetçi aday John Mc Cain’in hamamböceği yarışı kazandı. Deokratların adayı Barack Obama’nın hamamböceği ise depar çizisinden dışarı çıkamadı. Organizatörler bunun bir şaka oldyuuğunu ve seçimlerin olası gerçek sonucunu yansıtmadığını belirttiler.

sular böyle akacaksa...

yusufcukk.jpg

Kalender çekirge dünyayı kafaya takmaz.

Şu Yeryüzü yıkılsa o asla dönüp bakmaz.

Kalender Çekirge’nin bu huyu biliniyor, O nedenle gündemden giderek siliniyor.

O hiç aldırmıyor -benden iyisi yok diyor. Dünyada derman az, belâ ararsan çok diyor.

Bir dala kondu mu, orada durup  bekliyor, Ara sıra derin nefes alırken tekliyor.

Cinsdaşları onu gece gündüz itekliyor, Onlara hep kızıyor, kinine kin ekliyor.

Tek dostu Yusufçuk, onun da kanadı yırtık, Geçenlerde dala takıldı, oldu bir pırtık.

Uçarken yalpalıyor hem kuyruğu da çarpık, Kalender kızdı ona, seslendi:  -Yeter artık.

Yusufçuk boyun büktü, dedi kalender kardeş, Bulunmaz bana dünyada senin gibi bir .

Dilerim, ikimiz olursak ilerde mutlu, Bu olayı cümle dostlar sayacaklar  kutlu.

Kalender dedi ey Yusufçuk, ne senin derdin, Neden ikimizin arasını böylesine gerdin.

Yusufçuk dedi kader böyleymiş ey Kalender,

Benim kanadım yırtık, sen misali semender.

Bizi ayrı  ayrı yaratmış yüce Yaradan, Sen hiç anlamazsın, kırılan kalpten, yaradan.

Sen ufukta zoru görünce sıçrar kaçarsın, Ben vızıldar uçarım, sen hep korku saçarsın.

Bacakların güçlüdür, hem çok  nâzik bedenin.

Tanrı sesini duydu her ibadet edenin.

Bak ellerim nasıl toplandı, yükseldi göğe, Sen ise doymuyorsun, kendini öğe öğe.

Kalender’le Yusufçuk sonunda barıştılar. Fundalara, dallara, çöplere  karıştılar.

Yolcu dedi bu diyarda çaresiz durulmaz.

Sular böyle akacaksa ne yapsan durulmaz.

Nefsi Emmare Gemisi

72282.jpg Â

Sabah treni beni öğle üzeri Haydarpaşa’ya indirdi. İskele’de gemi var, bindik. –Karaköy diye bağırıyorlar, halbuki gemi’nin burnu Karaköy’e değil de Kadıköy’e baktığı için bazı yolcular –**Bu Karaköy’**e mi gidiyor ? diye soruyorlar, Kapıları açan iskele memuru  –Önce  Kadıköy’e sonra Karaköy’e gidecek, diye sinirli sinirli anlatmaya çalışıyor. Anlamıyorlar… yürüyüp gidiyorlar, arkadan gelenler yine aynı şeyi soruyor… Adamı kenara çektim –Bak  kardeşim dedim, ben bu  Kadıköy’de elli dört yıl oturdum, hiçbir idare, Karaköy’den kalkıp Kadıköy’e gelen, sonra geri dönen vapur; yolun yarısındaki Haydarpaşa iskelesine gelirken mi uğrasın ? dönerken mi uğrasın ? sorununu halledemedi.

Beşer onar yıl ara ile öncekinin tersi yapıldı, şimdi birkaç yıldır “önce Haydarpaşa’ya uğrasın sonra Kadıköy’e gitsin” siyaseti uygulanıyor, Gelecek yıl değişecek, vapurlar önce Kadıköy’e gidecek dönerken Haydarpaşa’ya uğrayacak, sonra yine değişecek, kendini sıkma, gülüver gitsin… Ne kendini üz, ne vatandaşı, bunlar İstanbul’un denizli karalı yaşamının çapakları… İstanbul’un yönetimi bir gün İstanbullu’ların eline geçerse düzelir.

foto-11.jpg

Gemi az sonra çımayı çözüp Kadıköy’e doğru süzüldü. İskeleye yanaşınca önceki izahatı umursamayan bir kısım yolcular sordular:

–Burası Karaköy mü ?

–Hayır…Kadıköy.

–Biraz önce Karaköy dediler ya…

–O  sonraki iskele… burası Kadıköy. Haydi bir kavga da burada… Bazı yaşlı yolcular Anadolu’dan gelen ve belki de ilk defa deniz gören; ne Karaköy’ü, ne Kadıköy’ü bilmeyen ve vapuru otobüs zanneden yolculara işi anlatmaya çalışırken ortada dolaşan gazozcudan bir liraya bir şişe portakal suyu alıp içtim. Vapur yeniden denize açıldı.

Birkaç dakika sonra gemi Karaköy iskelesine yanaşmak üzere sahile yaklaşırken rıhtımda sıra dağlar gibi dizilmiş “turis” gemileri gözüme çarptı. Ama Allahım! Belgrad kalesine benzer gemiler, bir tanesinin boyu Galata kulesini geçiyor, gökdelen gibi gemi. Kat kat say bitmiyor. Şekli uğursuz, estetiği bozuk, salınımı düzensiz. Gemi değil su aygırı…O mubarek hayvan bile bundan daha yakışıklı. Limanı kirletiyor. Bu nasıl dik duruyor ? Rüzgar kuvvetlense yan yatacak. Ne direği var, ne bacası. Deniz üzerinde bir ucube, altındaki bin çeşit mahlukatın en çelimsizinden daha şekilsiz. Bunun çalışan kalabalığı Anadolu’da bir vilayet eder. Aşçıbaşı kaptandan daha kıdemli olmalı ki, onca  halklı doyursun…

dsc00432.JPGdsc00444.JPGdsc00448.JPG

Gemimiz halatı bağladığında rıhtımda duran en öndeki gemiye bir göz attım, gördüğüme inanamadım. Geminin burnuna bir çift dudak resmi yapmışlar… Tekrar tekrar baktım… Evet ! bir çift dudak; yanlış değil. Önce uzaktan resmini çektim sonra rıhtımda yürüyüp  yanına kadar yaklaştım. Dudağın dibine vardım, oradakilere sordum –Bu ne resmi ? Hepsi baktı –Dudak dediler.

Düşümdüm bunlar fuhuş gemisi, tabii ki önünde dudak resmi olacak, Akşam dönerken olayı öğrenen Zeyrekli Ertuğrul dedi ki: –Bunun arkasında yakışan bir resim daha olmalı… Utancımdan gidip bakamadım. Dostlar ! şaşılacak bir şey yok. Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya tüm çevremiz fuhuş gemileri ile dolu. Her yer fuhuş kaynıyor. Fuhuş, bu yörede yaygın ve saygın bir endüstri oldu. Avrupa’nın tüm orta yaşlı, işin sonuna gelmiş, gözleri süzgün, bacakları düzgün, neş’esi yerinde, parası cebinde aygın ve baygın madamaları, şen dulları durmadan  Türkiye’nin Güney sahillerine, kelebek avlar gibi jigolo avına geliyorlar.Jigolo safarisi, cazibesine dayanılmaz av partisi

Onların ardından her yıl “Büyük Türk Jigoloları” sahillere akın ediyor. Hürriyet gazetesi, ünü cıhanı sarmış, bir Türk jigolosunun anılarını yayınladı. İşin bir başka acıklı yönü de alnımızın akı gibi tertemiz maaşlarımız, bu yıllarda  içine fuhuş parası karışmış bütçelerden ödeniyor.

Geminin yanından ayrılıp Yer altı Camii’ne doğru yürüdüm. Camiin önündeki, parkta saçı sakalı karışmış kimsesiz bir vatandaş tahta sıranın üzerinde uyuyordu. Yüzünde huzur ve mutluluk sezdim, fuhuş gemisine girse bu kadar rahat olmayabilirdi, üstelik o gemi onu kirletirdi. Şerefli bir adam olduğunu düşündüm.

İkindi ezanına az bir zaman vardı, Camiye girdim doğruca Süfyan ibni Übeyne’nin yanına… Bu zat eski adıyla “Kurşunlu Mahzen” denen bu Camide yatan üç Sahabe’den biridir, merkad-i mubarekeleri  Deniz yönünden girildikte sol tarafa rastlıyor. Cami’ye bitişik kubbeli ayrı bir türbesi, sandukası ve su kuyusu var. Son zamanda tamir ettiler, temiz ve bakımlı. Sahabeler’le ilgili ve bazı mukaddes emanetlerin resimlerini duvarlara asmış, bilgi vermişler. Burası küçük bir “Sahabe Müzesi” olmuş.

Ziyaretten sonra biraz daha kaldım. Her şey çok iyi, her yer çok temiz  ama sandukanın üzerine şekilsiz bir cam bölme yapılmış, biraz mobilyacı dükkanına benziyor. Böyle nâzik yerlere fazla dokunmaya gelmiyor. Eski harap ve loş ışıklı zamanını heyecanla hatırladım. Başta Sahabenin parlayan yıldızı Eyyüb’ül Ensarî olmak üzere İstanbul’da yatan 28 kutlu Sahabenin her biri için vaktiyle ismi bilinmez bir şair dörtlükler hazırlamış, Hz. Süfyan ibni, Übeyne için söylenen dörtlük şöyle:

                                     “Cürm-ü isyanla deyre

                                       Aman Süfyan bin Ubeyne                                        Bunca hattım germâbına                                        Şefaate ir gör bizi

dsc00461.JPGdsc00462.JPG

Yer altı Camiinde yatan diğer iki SahabeAmr ibn ül As” ve “Vehb ibni Huşeyre”. İlki için söylenen dörtlük şu:

                                       “Galata fâtihleri eşhas                                         Ya hazreti Amr ibn ül As

                                         Kurşunlu Mahzen sizlere has

                                         Şefaate irgör bizi

Vehb ibni Huşeyre için ise meçhul şair şunları söylemiş:

                                        “Bais oldun nice hayre                                           Dâhilek Vehb ibni Hüşeyre                                           Bizi muhtaç etme gayre                                           Şefaate irgör bizi

İslam’ın büyük ismi müceddid-i elf-i sâni Hz. İmam Rabbani’ye Sahabeleri sormuşlar. Hz. şöyle cevap vermiş: “Siz onları görseydiniz, deli derdiniz, onlar sizi  görseydi, size Müslüman demezlerdi” İstanbul’daki Sahabeler  hakkında uzun yıllar önce hazırladığım bir kitaba, fakir acizâne şu hükümleri eklemiştim: “Bütün insanlık tarihinde Eshab-ı kiram kadar muazzez, yüksek, nâzik, edepli, kahraman, vefalı, dürüst ve kâmil bir topluluk görülmemiştir.” Â

hafz_ali_skdarl.jpg

Yer altı Camii ziyaretini, bu makamda altmış dört yıl hizmet eden Hocam, üstadım, efendim, **Üsküdarlı Ali Efendi’**nin temiz ruhuna Fatihalar göndererek bitirdim. Nur içinde yatsın. Sordum, bilen kalmamış. Nasıl kalsın ki ? Hoca göçeli otuz iki yıl oldu.

Â

Kurşunlu Mahzenden çıkarken Deniz kapısını değil, Necati Bey Caddesi, tarafındaki kapıyı tercih ettim. “fuhuş gemisini” tekrar görmemek için… İnşallah palamarı toplayıp gitmiştir. O mendebur “nefsi emmare gemisi”  bu makamın yanına yakışmıyordu.

İstanbul’daki diğer sahabeler hakkında bilgi almak isteyenler, Hocam rahmetli Prof. Süheyl Ünver’in Ayvansaraylı Hüseyin Efendi Mecmuasına dayanarak kaleme aldığı ve 1953’te yayınlanan “İstanbul’da Sahabe Kabirleri” başlıklı kitabına müracaat edebilirler. Â

Obama'nın kepçe Kulakları

images.jpg

MONT RUSHMORE, Dakota du Sud (Reuters) - Même au terme d'une course acharnée pour l'investiture, le démocrate Barack Obama n'a pas résisté à l'occasion d'une escapade en marge de ses rassemblements politiques - en se rendant au mémorial national du Mont Rushmore.Ce mémorial est célèbre pour ses sculptures géantes, en granit, des têtes de quatre présidents qui ont marqué l'histoire des Etats-Unis: George Washington, Thomas Jefferson, Theodore Roosevelt et Abraham Lincoln.

cari_obama.gif  Peu après son arrivée dans le Dakota du Sud, où se déroulera le 3 juin l'une des deux dernières primaires démocrates, Obama, qui venait du Montana, autre Etat à se prononcer mardi, s'est rendu au pied des sculptures de 18 mètres de haut.Prié par la presse de dire s'il pouvait s'imaginer sculpté lui aussi dans le granit, un jour, aux côtés de ces grands hommes, il a ri et incriminé ses oreilles : "**Je ne pense pas qu'avec mes oreilles, ça pourrait aller."**Deborah Charles, version française Eric Faye (**NUzel,**Courtoisie Reuters) **3193449621-les-oreilles-d-obama.jpg**  Türkçe değerlendirme: Amerikan seçimlerinde Demokratların başkan adayı Obama,  Amerika’ nin dört büyük başkanı'nın granite oyulmuş 18 metre heykellerinin bulunduğu Güney Dakota’daki Mont Rushmore dağını  3 haziranda ziyaret etmiş, gazeteciler: “siz de bir gün bunların arasında görünmeyi hayal edebilirmisiniz ? ” diye sormuşlar. Obama gülmüş,“Kulaklarım büyük, beni buraya sığdıramazlar” demiş

Eski zaman laikleri

090420081026440949995.jpg                                                         Â

Bir zaman Çin’de kâhinler geleceği okumuşlar, İmparator’a haber vermişler: demişler ki : “yakında yağmurlar yağacak o yağmur suyundan içen insanlar delirecek” İmparator sormuş :

 –Ne yapalım…? Kâhinler yerlere kapanıp İmparator’un eteklerini yalamışlar. Kâhinler cevap vermişler:

–Büyük büyük su depoları yaptırınız yüce hakanımız. Deli yağmurlar başlamadan önce o depoları suyla doldursunlar. Kullarınız, bitene kadar, o sudan içip hiç olmazsa bir süre delirmesinler… İmparator’un aklı yatmış, inşaat için emir vermiş, ustalar kısa zamanda depoları kurmuşlar, içine su doldurmuşlar… Saray halkı yağmurları beklemeye başlamış. Â

Az sonra kâhinlerin dediği çıkmış, bir fırtına başlamış ki, sormayın…arkadan denizler taşar gibi yağmurlar. Her taraf sel, kıyamet, günler haftalar sürmüş yağmur, dinmek bilmemiş. Dolu dolu kocaman kocaman yağarmış, sanki gökten kovalar boşanıyor**. Damlalar** sel olmuş, seller afet, afetten ölüm, açlık ve sefalet. Bütün bunlar bir yana, o sudan içen sapıtmış, Çin halkı hep birlikte delirmiş. Çinli’ler yollarda, sokaklarda, köylerde, kasabalarda oynuyor, zıplıyor, çalgı çalıp şarkı söylüyorlarmış. Saray halkı ise sessiz.  Deli suyu içmediler ya, hep depo suyu içtiklerine onlara bir şey olmamış. Huzur içinde yaşamaya devam etmişler.

Günler geçiyor, sokaklar deliden geçilmiyor**, Saray halkı** ise uslu sâkin olayları yüksek pencereden, kale bedeninden, mazgallardan seyrediyormuş. Ancak bir tehlike baş göstermiş. Devletin yüksek memurları, önceki idarenin baş efendileri, devletin birliğini korumakla yükümlü kolluk kuvvetleri bu anlamsız gidişin sonunu iyi görmemişler. Kara kara düşünmektense gidip İmparator’a derlerini dökmek istemişler. Varmışlar Taht’ın önüne, Hepsi birden İmparatoru etekleyip boyun kesmişler:

–Yüce imparatorumuz, verdiğiniz isabetli karar üzerine hepimiz depo suyu içerek delilik belâsından kurtulduk, uslu ve akıllı kaldık, ancak deliliğin doruğunda yaşayan bu halk artık bize uymuyor, verdiğimiz emirleri dinlemiyorlar, İmparatorluğunuzda hükmünüz geçersiz, kanunlarınız anlamsız,  mülkünüz harab, bayrağınız yerle bir oldu, memleket elden gitmek üzere… İmparator anlatılanları uzun uzun dinledikten sonra sormuş:

–Ne yapalım

–Biz de deli suyu içelim, delirelim, deli delinin sözünü anlar, o zaman tekrar hükmünüz yerine gelir, imparatorluk kurtulur…demişler. Bunun üzerine imparator emir vermiş, depolarda kalan suyu boşaltmışlar ve onlar da deli suyu içerek deliren halkın arasına karışmışlar. O gün bu gün herkes deliymiş.

Dostlar ! bu Çin hikayesi gerçektir. O zamanda beri tüm halk deliymiş… Kimse de şikayetçi değilmiş. Deli delinin sözüne uyduğundan insanlar geçinip gidiyorlarmış.

Seksen şu kadar yıl önce bir devlet kurmuşsunuz… Adına “laik” demişsiniz. Seksen yılda halkınız hiç mi değişmedi ? değişmeyecek mi ? değişmesin mi ? Osmanlı İmparatorluğu değişmediği, yeni zamanlara uymadığı için battı, bu da mı batsın ? Büyük Britanya İmparatorluğu değişti, zamana uydu, batmadı, kendini kurtardı, neden Türkiye Cumhuriyetini batırnaya çalışıyorsunuz.  “Laiklik” çıktığı yerde değişmiş, siz hâla “eski zaman laikleri…” Hayır efendim, diyorlar bizim laikliğimiz özel “Türkiye Cumhuriyeti laikliği…” O da ne demek ? sen kimsin ? senin adın ne ? şu yaşanan dünyadaki yerini söyle ?

Adına devlet kurduğunuz bu aziz millet, sizce dangıl dungul aptal deli mi ? O zaman siz de için o yağmur suyunu siz de delirin, yoksa yakında kimse sözünüzü dinlemeyecek. Sokakları oyuncular çoktan sardı bile ? Kanunlarınız artık geçmiyor.

Zavallılar, ne kadar da biçâresiniz. Halkımız sizi çoktan etkisiz kıldı. Batı’ya sürdü, Ege’den denize döktü, Sınıfınız dağıldı, hükmünüz yerle bir oldu, hâlâ oturmuşsunuz Ankara kalesine Kellim Kellim la yemfa… Suyuna tirit lakırdılar. Eloğlu sınırlar kalkacak, dünyayı şirketler yönetecek, ırkçılık tarih oldu diyor, bunlar “dur, daha değil” diyorlar, kimin adına ve ne için ?  İnsanlar yüzyıllardan beri gelen idare, sistem, rejim numaralarından bıkkınlık getirip yeni ufuklarda yeni araştırmalara girmişler, bunlar mazgal deliklerinden ortalığı seyrediyorlar.

Rabbim İnsanoğluna akıl fikir ve şu zamanı aşıp, zincir parçalama gücü versin. Bu demir kuşak bu bedene dar geliyor.

Büyük Reis'in sözü

sef.jpg                                           Â

-Hoca sabah Büyük Reis’le telefonda konuştu. Gaaak guuk.

-Ne Reisi ?

-Belediye reisi…

-Ne konuştular ?

-Hiç… her zamanki gibi, gaaak guuk .

-Yine kültür evi projesi mi ? -Bildin, Hoca Büyük Reis’le ne konuşur kı ? gaak guuk

-Bu sefer söz alsaydı bari,

-Tabii ki aldı. Büyük Reis söz verdi.

-Ne dedi…?

-“Tabii canım” dedi.

-O ne demek ? -Bu “tabii canım” sözcüğü telefonlarda son zamanda çok yayıldı “yeter artık, uzatma, işim var kapa telefonu…” anlamına geliyor, gaaaak. Eski "siz bilirsiniz..."in yerine. -Yaaa,

-Tabi ki yaaa… Gakk. Guruk Tıkırrrr adam telefonu kapamazsa “tabii canım”lar arka arkaya devam ediyor… taaa ki telefon kapanıncaya kadar… “tabii canım”lar başladıktan sonra artık hiçbir şey konuşulmuyor, Reis de öyle yaptı, bir ara “sizden başka kime ev vereceğiz” dedi sonra yine “tabii canım”la işi bitirdi.

-Hoca tepki göstermedi mi ?

-Ben mezara gidince kurarsınız adıma bir kültür evi, asarsınız resmimi duvara, bir de mevlut okutursunuz, pilavlı olsun, sonra ne var ne yok yağma… dedi.

-Rezalet uyduruyorsun Hoca öyle şeyler demez…

-Vallahi dedi... sana karga yemini gaaak, guuuk, tak, tukur.

-Demez,

-Tabii canım…dedi, demese sana söyler miyim ?

**Fazilet’**le Rezalet ağlamaklı oldular, Fazilet dedi ki: -Rezalet hadi aç kanatları gidelim Üsküdar’a soralım Reis’e acaba saat kaç ?

Fazilet’le Rezalet uzun ve mutlu bir uçuştan sonar Üsküdar’a vardılar… Tepeden bakınca büyük Belediye Sarayı’nı hemen fark ettiler. Birlikte dalışa geçerek Reis’in bulunduğu odanın camına kondular. Önce Fazilet konuştu:

-Sayın Reisim saat kaç ?

Reis başını kaldırmadan cevap verdi:

-Ãœç… halbuki saat dördü on geçiyordu. Rezalet atıldı:

-Sayın Başkanım sizin saatiniz geri kalmış, saat dördü on geçiyor. Reis gürlerdi:

-Sen benim saatimle nasıl alay edersin ? Fazilet lafa karıştı :

-Sayın Başkanım Rezalet haklı, saat dördü onbir geçiyor… Reis küplere bindi, telefonu açtı yardımcılarına sordu: –Saat ikiye beş var dediler, sonra başka birine sordu o da iki buçuk dedi. Reis şaşırdı, kızdı, bağırdı çağırdı, saçlarını yoldu, önündeki masaya yumruk attı. Sekreterlerini odaya topladı, kime sorduysa sonuç alamadı. Üsküdar Belediyesi’nde saatin kaç olduğunu bilen yoktu. Fazilet Rezalet’in kulağına eğildi :

–Rezalet, işte şimdi rezaletin büyüğü çıkacak, devrim olacak kan gövdeyi götürecek, hadi buradan gidelim, Hoca bizi paralar dedi… Gaaak, guuuk. **Rezalet Fazilet’**e bakmadan cevap verdi :

 –Tabii canım...

Uçarak ufuklara karıştılar. İki meraklı karga Belediye’nin saatini öğrenemediler. Kültür evi projesi ise kimbilir hangi gelecek bahara kaldı ? Büyük Reis söz verdi, gelecek büyük reislerden biri inşallah sözü yerine getirecektir. O zaman bir Hoca daha aranacak, gidenin hatırına gelene eyvallah denecektir. Gidene mum yakılacak gelene kına… Hayırlısı Allahtan, haberin devamı kargalardan…

Yıkılırken yapılan dünya

kralice-113.bmp                                               Â

AKP iktidarını değil ama AKP hareketini güçlendirecek bundan iyi bir şey olamazdı. Şimdi Parti kapanacak, bir İktidar yeryüzünde görülmedik biçimde sarsılacak, yüze yakın kişiye siyasi yasaklama gelecek. Anlamıyorum bu nasıl olacak ?

Milletvekillerine verilecek siyasi yasaklama cezasını uygulamak için bağımsızlıklarının  kaldırılması ve dolayısıyla seçim beklenecek. AKP Meclis çoğunluğu kendisini siyasi haritandan silecek bir seçim kararını nasıl verecek ? İnanılması güç ama seksen şu kadar yıllık Cumhuriyet, bir yasama arızası ve düzensiz bir siyasal iktidar yüzünden öylesine anlamsız bir çıkmaza girdi ki, sormayın… İki ucu güllü değnek. Şimdi ne olacak ?

Yasama hata ettiyse yargı ne yapsın ?… Elbette eline verilen kanunları uygulayacak. Uygulama denemiyor ki, velev ki bu kanunlar eski ve kadük olsun yine de kanun kanundur, mahkeme karar verirse uygulanır. Bunlar siyasi kanunlar olduğuna göre biz “son karar hükümetindir” diyoruz ama, işte aması var.

Darbe kanunlarının hâlâ geçerli olduğu böylece ortaya çıkıyor, bunları belki de unuttular. İki askerî darbeden sonra alelacele kurulan Yasama organı, ne olduğu anlaşılmadan halk oyuna sunulan bir Anayasa çerçevesinde kendini helâk edecek bir kanun çıkarmış haberi yok, kırk yıl sonra savcı dâvâ açtı şimdi öğrenecekler. İbret almalı…Â

Türkiye’de olayların aldığı baş döndürücü hız içinde bence bu dâvâ konusu artık gerilerde kaldı. Şimdi AKP ile taşınan yeni sınıfsal hareketin gelecekteki temsilcisi kim olacak ? Geleceğin önderleri kim? Eski hareket hangi yeni kadroları kuracak ?

Ne tuhaf bir metamorfoz içindeyiz ? **Milli görüş’**ten çıkıp nerelere geldik… Erbakan, Tayyip ve şimdi acaba kim ve nasıl ? herkes bu akışa gözünü dikip bir şeyler öğrenmeye bakmalı…

Tayyib’in dönemini takip edecek çağın henüz rüşeym:ambrion halinde olduğu gözlerden kaçmıyor. Eski Milli görüş Tayyip’le siyasetin dışına çıkarak yeni bir yaşam biçimine dönüşme eğilimi taşımaya başlamıştı. Bunun devam edeceği anlaşılıyor**.** Gelecek bir zamanda başörtüsü gündemden çıkacaktır. Hırçın ve çağdışı Cumhuriyet Halk Partisi ve onun uslanmaz lideri çaptan düşecektir, bu Partiye oy veren büyük değerli kitle yeni doğan İslam bazlı sınıfın korkunç olmadığını ve Devleti yıkmaya çalışmadığını anlayacaktır.

Herkes, Devleti kim ? neden ? nasıl ? yıksın ? demeye başlayacaktır. O zaman CHP’ye lüzüm kalmayacaktır. Müslümanlar daha liberal, laikler daha Müslüman olunca bu renksiz ve gereksiz kavga sona erecek, daha akıllı başka kavgalara sıra gelecektir.

Geçen yaz Sapanca kırlarında pikniğe gitmiştik, gittiğimiz yerde bir grup daha gördük. bizim grupta Adapazarlı örtülü hanımlar, karşı grupta ise başları tamamiyle  açık hanımlar vardı. Dikkat ettim bizim grupta birkaç başı açık hanım olmasına karşın, karşı grupta hiç başörtülü hanım yoktu. Demek bizim grup daha toleranslı, karşi grup dayatmacıydı. Geleceğin bir işaretiydi bu...

Gecek dönem mutlaka tolerans ve hoşgörü dönemi olacaktır. Bundan önce tüccarlar faydalanacaktır. Yeni doğan sınıflara mallarını satacaklar, bu sınıfların yeni ihtiyaçlarını yakından izleyeceklerdir. Sağlam dengeler oluşturacak, rekabet piyasasının katı kurallarına gönül bağlayacaklardır. Bundan sonra da artık kimse başörtüsü sorununu hatırlamayacak, “Laiklik” ise sözlüklerde ebedi uykusuna yatacaktır… “Komünistlik” gibi.

Dostlar ! korkmayınız. Her devir bir önceki devrin tersidir, aşağı inen  dibe vurunca yukarı çıkar sonra bu sürer gider, siz bir çağın yıkılırken yeni bir çağın başladığını görmediniz mi ?

Mevlânâ görmüş : “Bak nasıl yıkılır bir dünya, nasıl atar bir başka dünyanın temelini” diyor. Yüce Pirim. Sultanım efendim, Hakk’tan gelen herşeyi bilen, gören**, kalbi** güneş gibi şahım. Nasıl da tanır ademoğlu’nun gizli sırlarını: “İnsanın boyu bir hamur teknesi kadardır ama ruhu evren’e sığmaz” diyor.

Kaçar Şahlar sülalesi

180px-rezashah.jpg                                         Â

Vaktiyle İran şahı kaçmış, sarayın muhafız alayı kumandanı tahtı boş bulunca geçip oturmuş… İşin garibine bakınız ki, kaçan şahın adı da “Kaçar…” Bir Türk aşireti olan Kaçar Türklerinden “Kaçar  Şahlar” Sülalesi... Nasıl da yakışıyor… Son “Kaçar” Ahmet Şah 1923’te İngiltere’ye kaçınca ondan sonra gelen ve son “Kaçar”ın yerine oturan sülaleye “Pehlevi” denmiş. “Pehlevan” kabilesinden Rıza Şah Pehlevî... Onun oğlu da Muhammed Rıza Pehlevî. Onu da Ayetullah Humeynî kaçırdı.

Şimdi bizim iki eski okul arkadaşı, Atatürk’ten kalan köşkü boş bulunca, kumru başlı iki hanım hanımcığı  ile geçip oturdular ya, biri oldu Başbakan, öbürü oldu Cumhurbaşkanı… Bunlara da “oturanlar” sülalesi demeli. Bir gün birileri bunları kaçırırsa yeni gelenlere de ağır işe heves ettikleri için “Kaçıranlar  sülalesi” denebilir. Bu böyle yüzyıllarca süreceğe benziyor: “Oturanlar” ve sonradan gelerek onları “kaçıranlar…”

Bir zaman İçki yasağı koyan Padişah IV. Murat yanına baş vezirini de alarak, tebdil giyinip Saray’dan çıkmış, yürüyerek deniz kenarına varmışlar. Bir sandala binmişler, sandalcı küreklere asılmış, denize açılmışlar, tam deryanın ortasına geldiklerinde sandalcı aşağılarda bir yerden gizli bir testi çıkarmış, başlamış çekmeye, meğer sandalcı ünlü sarhoş Bekri Mustafa’ymış. Padişahı ve veziri tanımayan sandalcı, yolcuların kendisine dik dik baktığını görünce testiyi uzatmış:

 –Alın birer fırt demiş, Murat:

 –Yasak olduğunu bilmiyor musun ? demiş, Bekri:

 –Burası deniz, buraya kaptan paşa karışır demiş.

Başlamışlar deniz ortasında hep birlikte çekiştirmeye. Murat çekmiş, vezir çekmiş, sandalcı çekmiş. biraz sonra **Padişah’**la vezir' in gözleri kaymış, zom olmuşlar, Padişah Bekri’ye sormuş:

–Sen benim kim olduğumu biliyor musun ? Bekri:

 –Hayır bilmiyorum, bana ne, demiş. Padişah veziri göstermiş:

 –Bunu tanıyor musun ? Bekri ona da,

 –Hayır,  deyince Hükümdar gürlemiş:

–Ben  Murat, bu da benim baş vezirim demiş… Sandalcı hiç istifini bozmamış:

–Verin şu testiyi, iki yudum içince biriniz padişah oldunuz, öbürünüz baş vezir, birkaç fırt daha çekerseniz biriniz hâşÃ¢ Allah, diğeriniz peygamber olacaksınız demiş…

Devlet işi zordur. Allah vermesin. Bir zaman Üsküdar’da **Sultantepe’**de eski bir polis karakolu ve orada yaşlı bir polis memuru vardı. Ahpab olmuştuk. Bu yaşlı memur Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulunmuş, ona hizmet etmiş, değerli bir insandı. Mustafa Kemal Yalova kaplıcalarının bahçesinde bir gün devlete ait önemli işler konuşurken orada bulunan bazı yakınları ve hükümet üyeleri hareketleriyle ona katılmadıklarını belli etmişler… Paşa’nın canı sıkılmış, etrafına bakınmış, itirazcıların kendi aralarında konuşmaya daldıkları bir sırada büyük adam, hemen arkasında duran ve o zaman pek yeni olan polis memuru ile göz göze gelmiş, ona: –Bunlardan kurtulamıyorum, beni öldürecekler demiş.

Gerçekleşemeyen meşhur İzmir süikastinden sonra mahkeme edilerek asılanlar arasında ünlü Maliyeci Cavit’in de buluınduğu haberi gelince, o sırada İstanbul’da Park Otel’de bulunan Atatürk’ ün – Ne… onu da mı astınız ? diye tepki gösterdiğini ve o sırada elinde telgrafla yanında ayakta duran İsmet Paşa’nın masanın altından Atatürk’ün ayağına basarak –Zaaf göstermeyin Paşam, dediğini bu olaya tanık olanlardan dinlemiştim.

Padişahlar devirip saraylar yıkan, devirler kapatıp devirler açan, savaşa ordular sürüp, ülkeler fetheden bir efsanevî lider dahi çevresinden kurtulamıyor. Liderlerin, kumandanların, büyük adamların etrafında zamanla öylesine ağır bir çember oluşuyor ki, en sağlam kalelerden daha kavi… Hiçbir liderin böylesine güçlü, öldürücü, yok edici, çaresiz bir esaretten kurtulması mümkün değil. O zaman o biçare liderin, yakın çevrede onun adını öne sürerek alınan kararları onaylamaktan başka çaresi kalmıyor. Meğer ki Stalin gibi… Hitler gibi Pinochet gibi kanlı bir terörist diktatör olsun. Bunların son örnekleri de tarih oldu. Ama serpintileri devam ediyor. Böyle şeylerden uzak durmalı. Allaüâlem.

Onların çoğu yoktur

mevlana.jpg

Yokluk evi olan şu dünyada

Birçok varlar, varlıklar

Görülmektedir. Oysa ki

Gözlerimizi iyice oğuşturur ve

Bakarsak. görürüz ki, onların

Çoğu yoktur, yok...

Mevlânâ

Benden başımı istedi

mevlana.jpg

Sevgilinin yalnız gülüşü,

Yüzü değil, onun öfkesi,

Hiddeti, katı yürekliliği,

Kini ve sinirliliği de güzeldir.

Benden başımı istedi.

Versem de,vermesem de,

Bu önemli bir şey değil.

Sevgilinin uğrunda başımın

Ne değeri var ?

Yalnız onun isteyiş biçimi,

Tavrı çok güzel, çok hoş...

Mevlânâ