Yasağı mangal’da kızarttılar

fishing_dawn.gif

-Haydi gidip balık tutalım.

-Hayır tutmayalım.

-Biraz tutalım biraz tutmayalım…

-Yine saçmaladın… Bu gün balık tutma günüm değil

-Ya ne günün ?

-Yas tutma günüm.

-Neden ?

-İçimde sıkıntı var ?

-Hayır yok

-Olur sana ne oldu ? benim içimi nereden bileceksin ?

-Ben bilirim…

-Hayır bilemezsin

-Bilirim dedik ya…

-Hem bilirsin, hem bilmezsin…

Olur’la Olmaz yine anlaşamadılar. Biri diğerinin içini bildiğini söylüyor, diğeri bunun  anlamsız olduğunu yineleyip duruyordu. Anlaşmaları mümkün olmuyordu. Bunlar anlaşamamakta olağanüstü dirençlıydiler, anlaşmamakta birleşmişlerdi. Yaşamları anlaşamamak üzerine kurtulmuştu. Anlaşmazlık batağında çırpınıp durmak hoşlarına gidiyordu. Birinin ak dediğine diğeri kara dedikçe yaşamlarına anlam yüzlerine renk geliyordu.

Bunlar ne biçim yaratıklardı ? ben anlamadım… Ama belki de anladım şimdi ben de hem anladım hem anlamadım… **Olur’**la Olmaz’ı birbirine karıştırdım. Tedbir almalıydım. İnceden düşünmeliydim. Ne olur ne olmaz diyerek, Olur’ la Olmaz’ı birbirine karıştırmam gerekirdi. Bilemedim. Suçla cezayı karıştıran saygıdeğer yargıçlar, soru soranla sorulanı bir de soruyu ayıramayan kahraman polisler gibi  ben de bunlara uydum. Olur’un **Olmaz’**ı, Olmaz’ın oluruna karıştı.

Eskiden dünyada bir din varmış, üç bin yıl yaşamış, o dinin papazları sonunda iyi ile kötüyü ayırd edemez olmuşlar. İyi kötüye kötü iyiye karışmış, o din ortadan kalkmış. Ona Mani dini derlermiş… Bir medeniyet sona yaklaşırken bunlar oluyor, iyi ile kötü birbirine karışıyor… Medeniyet kuyruğunu yiyen canavar gibi kendi kendini yok ediyor.

-Olmaz… -Ne olmaz…. -İyi kötü karışmaz… -Karışır… -Hayır karışmaz -Hem karışır, hem karışmaz… -OImaz yoruldum, yetti artık senin zulmün…

**Olur’**la Olmaz balık tutmak ve balık tutmamak üzerine anlaştılar, böylece anlaşınca takımları oltaları hazırlayıp yola koyuldular… Bir de mangal, tahta parçası, kömür. Bulundukları yerden koca bir nehir geçiyordu, bu nehirde tatlı su balıkları vardı… O balıklardan tutacaklardı, Mangal yapıp kızartacaklardı. Olur dedi ki:

-Tatlı su balıkları tatsız olur… O yüzden yanlarına şıfalı otlar, kokulu bitkiler alarak nehir kenarına yerleştiler. Saldılar oltaları suya, takıldı bir balık, Olur çeker gelmez, Olmaz çeker gelmez, sonunda her ikisi birlikte çekti oltayı, geldi balık. Bakındı alık alık**.** Balığı tuttular, mangalı yaktılar, şıfalı otları, kokulu bitkileri balıkla birlikte ateşin üzerine koydular, bastı nehir kenarını bir  duman, sardı ormanı bir koku… yayıldı ortalığa bir sis … Pişti balıklar.

**Olur’**la Olmaz balıkları, bir güzel yediler, oradan geçen bir jandarma gördü onları, sokuldu yanlarına :

Yasak dedi…

**Olur’**la Olmaz yasağı da mangala koyup kızarttılar…Sonra Olur’la Olmaz ve de jandarma bir köye geldiler…. Köyde insanlar onları karşıladı. Başlarından geçenleri sordular… Olur dedi ki:: –Anlatalım…

Olmaz dedi ki:: –Anlatmayalım

Olur dedi ki .

-Hem anlatalım hem anlatmayalım... Bunun üzerine jandarma kızdı, her ikisine de dövdü. Köylüler Olur’la Olmaz’a acıdılar. Jandarmaya selam verip  Olur’la Olmaz’ı kurtardılar, evlerine götürdüler, ağırladılar. Yedirip içirdiler. Bir de kuzu kestiler.

Bir başka gün yine başka şeyler oldu. Bu kainatın sırrıydı.

Yandım ya Şeyh

gul.jpg

Rengi ruhsarına yandım ya Şeyh İlm ü irfanına kandım ya Şeyh Senden doğdu aşk, inandım ya Şeyh Bal kesene parmak bandım ya Şeyh Ben ki dünyadan usandım ya Şeyh Kaderde varsa uslandım ya Şeyh

Nâdân anlamaz hali garibi Faş eyleme sen sırr-ı Galibi Kuşku yok o bir gönül tabibi Ehli hâlin dürdâne habibi

Ben ki dünyadan usandım ya Şeyh Kaderde varsa uslandım ya Şeyh

Geldi geçti bu âlemden Galip, İrfanı tam, aşkı tam bir tâlip Feyzine ulaşan olur galip Söyledi aşkı**,** yazdı bu Garip

Ben ki dünyadan usandım ya Şeyh Kaderde varsa uslandım ya Şeyh

Cefâ'nın adı Aşk

240px-higherself.jpg

Kevser-i ateş nihadın adı aşk Düzah-ı cennet nümanın adı aşk Bir lügat gördüm cünun isminde ben Anda hep cevr ü cefâ'nın adı aşk                               Şeyh Galip                               (1757-1799)

Miri Malı çaldım

  galata_me__.jpg

Hüsn ü Aşk'tan

Tarz-ı selefe tekaddüm ettim Bir başka lügat tekellüm ettim

Ben olmadım ol gürûha pey-rev Uymuş belî **Gencevî'**ye Hüsrev

Billah bu özge mâcerâdır Sen bakma ki defter-i belâdır

Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz

Erbâb-ı sühan tamâm malûm İşte kalem işte kişver-i Rûm

Gördün mü bu vâdi-i kemîni Dîvân yolu sanma bu zemîni

Engüşt-i hatâ uzatma öyle Beş beytine bir nazîre söyle

Az vaktde söyledimse anı Nâ-puhteliğin değil nişânı

Gördük nice şâhlar gedâlar Bir anda yapar anı babalar

Gencînede resm-i nev gözettim Ben açtım o genci ben tükettim

Esrârını Mesnevî'den aldım Çaldımsa da mîrî malı çaldım

Fehmetmeğe sen de himmet eyle Ol gevheri bul da sirkat eyle

Çok görme bu hikmet-i beyânım Tevfîka havâle eyle cânım

İn dem ki zi şâirî eser nîst Sultân-ı sühan menem diger nîst

Şeyh Galib (1757-1799)   mart_h7_1.jpg Şeyh Galip türbesini ziyaret

Boyan renk verme

galip1.jpg

Her renge boyan da renk verme. Şeyh Galip (1757-1799)

Yanlış ata oynamak

93784.jpg

Yüzbaşı'nın kitabı

**Nezih Uzel’**den not: Gazetecilikte önderim, üstadım, hocam, bundan kırk yıl önce 1968 nisanında şu fâni dünyada günlerini tamamlayarek alemi ukba’ya göç eden  devrinin şöhretli köşe yazarı Refi’ Cevad Ulunay, gençliğinde siyasette yanlış ata oynadığı için ülkenin o zaman değişen sahipleri tarafından memleketten çıkarılmış, yıllarca gurbet ellerde çile çekmişti. Ülkeye döndükten sonra da kusurunu anlayıp artık hiç siyaset yazmamıştı. Siyasette yanlış değil, doğru ata bile oynasa insan, ağır vebal altına girer. Siyasetin bir yalanlar yumağı olduğu günümüzde ise bir yazar için bu tehlike daha da ulaşılmaz boyutlara varmıştır. Bir devrin haini bir başka devrin kahramanı, bir devrin kahramanı bir başka devrin haini olduğu sürece insanlar için bu işten hayır yoktur. Edebiyata yönelmeli. Edebiyatta derece almalı. Sonra siyaset de yazsanız kimse alınmaz edebiyat zannederler. Victor Hügo’nun “sefiller” romanı   gibi. Bendeniz siyasî tavırlı yazılarıma “Yüzbaşı Bennett” in hikayesi ile son veriyorum. O bir zorunluluktu, yerine getirdik. İnşallah yeni baskısı yapılmaz. Saygılar sunarım.

Ağva Güzel yerdir

(Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayın)

5 eylül 2008 Cuma

agvamap.jpg

Karadeniz’in başında **Şile’**den öteye giderseniz Ağva kasabasına varırsınız. Şile’ye iki, Kandıra’ya bir yoldan bağlı olan bu kasabanın iki yanından iki dere akar. Ağva demek zaten iki dere arası demekmiş. Şile’den gelenler ya Kabakoz ve Şuayipli’den geçen sahil yolunu, ya da Teke ve **Gökmaslı’**dan geçen üst yolu izlerler, Kandıra’dan gelenler de Akçaova’dan geçerek Ağva’ya varırlar…

İki hafta önce Bizim vazgeçilmez şöför Ahmet’le Kandıra yoluna düşerek Ağva sapağına kadar gittik. Paşaların yattığı hapishanenin önüne gelince sola dönerek Ağva yoluna girdik. Ahmed’e dedim ki:  –Aman Ahmet, buralarda fazla eğlenme, bizi paşaları kurtarmaya gelen teröristler sanıp nöbetçiler ateş eder, sonra da arkamızdaki beş yıldızlı hapishaneye koyarlar.

İftara bir saat kala Ağva’ya vardık. Dere kenarına parkettik. –Selamaleyküm, bunlar ne ? –Deniz  salyangozu… –Yeniyor mu  ? –Biz yemeyiz, dışarıya gidiyor…

dsc01467.JPG  dsc01474.JPG Deniz Salyangozu              Dere Ağzı                                                           dsc01471.JPG   dsc01462.JPG       Dere Ağzı, Rıhtım    Karadeniz çıkışı,                              Derelerde sular kararıp Karadeniz karanlıklara bürünürken Ağva’nın batısında Kurfallı Köyünden Cemil Kaptan’ın torunu **Gürdal’**ın Oteline vardık. Sora sora yolu bulup verandaya çıktık. –Hoş geldiniz, buyurun, oturun, Birader çay yap… –Hoş bulduk, burası mı senin yerin ? –Şimdilik öyle sayılır, Nezi Abi beğendin mi ?

Gürdal Üsküdar Fıstıkağacı’ndan kalma, otuz yıllık komşu… Bana “abi‿ dedikleri yıllardan miras. Şimdi yaşlanıp Hoca olduk ya neyse, Gürdal hâlâ eski zamanları unutmamış. Biraz sonra hanımı Şeniz ve has dostu Erman da yanımıza geldi. O da eski **Üsküdar’**lı… Şimdi Gürdal’la beraber otel işletiyorlar. Biraz sonra çaylar geldi, yerimize yerleşip rahatladık. –Biz nerede kalacağız ? –Şu yukardaki beş numaralı oda senin, Ahmet, arabadan eşyaları çıkar…

Otel on üç odalı, odaların tümü ahşap, görünüşe göre burası çam ağaçlarının kıyısında şirin bir hafta sonu oteli. İstanbul’da evinden sıkılıp uzağa gidemeyenler için ideal bir mekân. Restoranı, yemek servisi, her şeyi tamam. Salonda bir TV var, başka yerde yok. Az sonra odaya çıkıyoruz, tertemiz yataklar, çarşaflar, eski fakat bakımlı duş ve tuvalet, Lavabo ve ayna var. **Ayna’**nın önünde traş takımı, diş fırçası gibi şeyler için bulunması gereken raf yok, olsun... başka bir önlem alacağız. Aldık bile üç yataktan birini etajer olarak kullanacağız. Yaydık çantaları o etajerin üstüne.

Ahmet bir çalışma masası buldu, üzerine evden getirdiğimiz örtüyü koyduk, Bilgisayarı, masa lambasını, cep telefonunu hep yerleştirdik. Her şey için bir defada yer bulunacak, sonra o yerler değişmeyecek, tekrar tekrar düşünmemek ve aradığını hemen bulmak için. Bilirsiniz “her şeyin bir yeri vardır, her şey yerindedir‿ Yerinde olmayan şey kullanılamaz… Kaldır at daha iyi. Unutsan da olur. Rahat edersin.

6 eylül 2008 cumartesi

Akşam oldukça geç yattık. Sohbet muhabbet, eskiler, hatıralar derken vakit ilerleyip gözler ufalıp, başların dik durması zorlaştığında herkes odasına taksim oldu. İnsanlar uykuya dalarken benim mesai saati başladı. Geceler verimlidir. Gece kafalar rahat çalışır.   dsc01479.JPG  dsc01475.JPG Gürdal’ın otelinde         Sabah çayı                                            Kahvaltı’dan sonra gezintiye çıktık**. Gürdal** arka tepelerde bir yer almış. Oraya daha büyük bir otel yapacakmış. Arabaya binip tepelere bakmaya gittik. Ağva’yı kuşbakışı gören bir yer. Henüz hiçbir hareket yok. Etrafa yayılmış birkaç ev ve konak. Orman yolları patika… Evler sıklaştığında herhalde bu yollar da yapılacak. Ancak yörenin geleceği oldukça parlak gibi…

dsc01497.JPG   dsc01492.JPG    Tepelerden Ağva           Nezih Uzel, ve Gürdal

dsc01490.JPG     Üsküdar, Eylül 1970 by nezihuzel Gürdal ve Nezih Uzel    Gürdal, Nezih, Barbaros,  Mehmet Ağva, Eylül 2008           Üsküdar, Nisan 1970

Bağ bahçe arsa ziyaretinden sonra sahile indik. Yine deniz kenarındayız. Ağva’nın Mendireği yapılalı otuz yıl var, vatandaşlar direğin ucundaki fenerin üzerine yazılar yazarak içlerini dökmüşler. Deniz Feneri dert küpü olmuş. Deniz Feneri davası buraya da ulaşmış.                                                          dsc01505.JPG   dsc01520.JPG Karşı sahil, nezih uzel    Yazılı Fener

Ağvanın Yakuplu Deresinda otuz yıl önce köprü yoktu. Karşıdan karşıya geçmek isteyenler “bot‿ denen bir sala biner, kıyıdan kıyıya gerili telleri çekiştirerek botu harekete geçirir, amacına ererdi. Şimdi bir köprü yapılmış, derenin her iki kıyısı oteller, restoranlar, çay bahçeleri ile donatılmış. Burası tam bir yerli turist pazarına dönmüş. İstanbul’un kalabalığından bunalanlar için en birinci havalanma yeri. Gelin, görün, çay için, yemek yiyin. Derede pedallı yunus’a  binin.

dsc01525.JPG  dsc01510.JPG Yakuplu Deresi                  Ağva kumsalı

7 eylül 2008 Pazar

Bu gün dönüyoruz. İki gün yeter. Gürdal otel parası almadı. Demek ki geleneksel misafir statüsüne girmişiz. Misafirlik üç gündür. Biz iki günde işi bitirdik. Aynı yoldan Sapanca’ya geri döndük. İzmit’te birkaç alışverişten sonra evimizin yolunu tuttuk. İşte şimdilik bu kadar.

Ya hazreti Mevlânâ

erzincan_kemah_savagedii_geidi.jpg Kemah Savaş Gediği geçidi

Beray-ı İstimdat Ez Hazreti Mevlâna

Sensin ârifler şâhı Ya Hazreti Mevlâna Âşıklar padişahı Ya Hazreti Mevlâna

Sen bir sıddık zâdesin Hem mest-i bi bâdesin Deryay-i dür danesin Ya Hazreti Mevlâna

Murtazadan nisbetin Çok acayip kisvetin Pek büyüktür himmetin Ya Hazreti Mevlâna

Gamı leşkeri ey şehzat Mülkümü etti berbat Lutfunla eyle âbâd Ya Hazreti Mevlâna

Şemsi Tebrizî kurban Oldu ey kân-ı irfan Mesnevi medhen burhan Ya Hazreti Mevlâna

Sen bir câh-ı rif'atsın Halka Hakk’tan rahmetsin Bir pir-i pür himmetsin Ya Hazreti Mevlâna

Kurtar beni ey şâhım Dest i giri Penahım Darül-eman dergâhım Ya Hazreti Mevlâna

Kemahlı Mevlevi şeyhi Hacı İbrahim Hakkı (1850-1924)

Aşk en öncedir

mevlana.jpg

Eğer sevgiliye kavuştun ise Bağlı, bahçeli cennet budur. Eğer ayrı düştünse, Cehennem ve ateş budur. Aşk en öncedir. Ondan önce hiçbir şey yoktur. Fakat aşk cıhanda örtülmüş, Bir sır olarak kalmıştır. Ne gariptir ki, örtülü olan, Kendini örteni meydana çıkarıyor. Aşk Tanrıyı buluyor. Oyun , şaka işte budur.

Mevlânâ

Dünyada gezen gölgelerimizdir

golgeler.jpg

Felek bizim kendi özünü beğenmiş Doğamızın kulu değildir. Bu nedenle, Gönlümüzün her dileğini dinlemez. Şu varlık âlemine geliş, Bize yokluk sermayesi olmuştur. Onun sayesinde yokluğa ulaşacağız. Perdelerin arkasına gizlenmiş, Bizi terbiye eden bir süt anamız var. Aslında biz, Dünyaya gelmiş değiliz. Bu dünyada yaşar gibi görünen, Dolaşan, gezen, bizim gölgelerimizdir. Biz, birer gölge varlıktan ibaretiz.

Mevlânâ