Kalbi ters atanlar

uu.jpg

Aşktan nasip almayanlar İçinden ses duymayanlar Yeryüzünde olmayanlar Düz ışığa varmayanlar

Yalandır sözleri Yalandır gözleri Yalandır özleri Silinir izleri

Aşkın çeşitli halleri Yaktı yıktı bedenleri Aşığın kızgın külleri Göğe uzanır elleri

Doğrudur sözleri Doğrudur gözleri Doğrudur özleri Kalacak izleri

Aşktan durmadan kaçanlar Dünyaya nefret saçanlar Kin ve gareze koşanlar Bela gibi dolaşanlar

Öze su katanlar Kalbi ters atanlar Kendini kasanlar Kana tuz basanlar

Aşkı var git, aşıktan sor İçine düşsün al bir kor Aşksız hayat inan, İnan ki, çok zor

Söz söyler şairler

97397582dq71.jpg

Zamanı ayırıp içine bakar şairler Zamanın sırlarına isim takar şairler Her gönülden gönüle şevkle akar şairler

Hazin söyler, açık söyler, söz söyler şairler Karanlıkta bir şimşek gibi çakar şairler

Telden tele konar sözü uzatır şairler Sözden öze geçer işi bitirır şairler Bir zaman gelir gözden yaş akıtır şairler

Hazin söyler,açık söyler,söz söyler şairler Karanlıkta bir şimşek gibi çakar şairler

“El mânâ’ fi batnı şair” ki anlam şairin Karnındadır demiş, eski zaman insanları, Karnından konuştu sanma, hak’tır beyanları

Hazin söyler,açık söyler, söz söyler şairler Karanlıkta bir şimşek gibi çakar şairlerÂ

Ahi'nin parası toplumundur

kkk.bmp

Ahilik “Kardeşilik demek. Bu bir Arapça kelimedir. Sözlüklerde böylece yer alır. Kelimenin çoğulu “İhvan yani “kardeşler anlamında…Âhilik, Selçuk ve Osmanlı Türkleri zamanı esnafa yön veren bir sosyo-ekonomik kuruluştur. 6. Hicrî Yüzyılda Bağdat’ta Abbasî Halifesi Nâsır Lidinillâh (1180-1225)  tarafından, İslamın ilk yüzyıllarından beri toplumda yaşamakta olan kuralların saptanarak bir devlet kuruluşu şeklinde  örgütlenmesi ile ortaya çıkan “eski Fütüvvet? teşkilatına dayanır. Bu teşkilatın **Anadolu’**ya yansıyan şeklidir. Yörede yedi yüz yıl yaşamıştır.Dr. Haluk Nurbaki “Fütüvvet ve Âhilik” hakkında şu bilgileri veriyor.

“Gençlik, erlik, yiğitlik anlamında Arapça bir kelime. İlk defa Nâsır Lidinillah (566/575) tarafından kurulmuş, bir fedakarlık, mertlik, yiğitlik örgütü. Horasanîler, yani Melâmetîler, esnaf ve zanaat erbabını teşkilatlandırarak, loncalar oluşturmuşlardır.

Bu organizasyon 3 kıtaya yayılarak, sosyo-ekonomik hayatın temel direği olma fonksiyonunu icra etmiştir.. Horasan’daki fütüvvet teşkilatlanmasının Anadolu’ya yansıması, Ahilik adıyla olmuştur. Osmanlı Devleti’nde bu teşkilat, 1908 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.Ahilik, başta İbn Batuta (XIV. yüzyıl) olmak üzere, çok sayıda yabancının dikkatini çekmiştir. Ahilerin özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:   1. Zaviyelerine gelenlere nazik ve kibar davranırlar.    2. Yabancıların karınlarını doyururlar.    3. Gelen misafirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılarlar.    4. Halka zulmeden zalimlerle savaşırlar.    5. Her ahînin mutlaka bir işi ve sanatı vardır.    6. Başlarında, aralarından seçtikleri bir reis bulunur.    7. Seçilen reis, bir zaviye kurar.    8. Reis, zaviyenin içini tefriş ederek, her türlü ihtiyacını karşılar.    9. Bu gençler, gündüz kendi işlerinde çalışırlar.    10. Günlük kazançlarını ikindiden sonra reislerine getirirler.    11. Toplanan bu paralar, zaviyenin, yiyecek, içecek gibi, çeşitli giderleri için sarfolunur.    12. Şehre gelen yabancıları, zaviyeye davet ederek orada misafir ederler.    13. Eğer misafir edecek bir yabancı bulamazlarsa, kendileri toplanıp yemek yer, ilahi söyler, zikir çeker, sema ederler.    14. Sabah namazını kıldıktan sonra işyerine gitmek üzere zaviyeden ayrılırlar"    Rahmetli Hilmi Ziya Ülken (Ord. Prof.)’in ifade ettiği gibi, bu zaviyeler topluma sosyal âdab-ı muaşereti öğreten kurumlardı. Bu kurumlar, kaldırıldığında o görevi yerine getirecek yapısallaşmaya gidilmediği için sosyal ahlâk dejenerasyonu bugünkü noktalara gelmiştir.Bir “davranış ve yaşam biçimi olarak Âhiliğin kurallarını belirleyen “tüzükler vardır. Bunlara “Fütüvvetnameler deniyor. Eski “Ahlâk kitapları da denebilir.

Bu metinlerde dürüst olmayan halleri dolayısı ile kendilerine “fütüvvet  verilemeyecek ve Âhî sayılamayacak kişi ve mesleklerin listeleri vardır. Bu güne kadar bulunabilen ve sayıları fazla olmayan fütüvvetnamelerden , rahmetli Abdülbâki Gölpınarlı tarafından uzun yıllar önce yayınlanan, Karaman, Akşehir’de  Hicrî 689  yılında yazılmış “Nâsırî  Fütüvvetnamesinde şu sözler dikkat çekicidir:

“Adam olmak isteyip duruyorsan adamlık et, adamlık et, adamlık…  Bütün bunlar bir sözle tamamlanır, kötülükten sakın vesselam. Cömertliği ve iyi sözü san’at edin. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kimseye yapma. Nâsırî’nin öğütlerini kabullenirsen bu sözler, kulağına taktığın inciden daha iyidir, güzeldir. Onun sözünü inci gibi kulağına tak da ondan sonra sedef gibi sus…"

Fütüvvetnamelerde rastlanan en çarpıcı  nokta “Bir Âhî’nin 18 dirhemden fazla parası olmaması kuralıdır. Âhi’nin 18 dirhemden fazla parası kendisinin değil “toplumun malıdır, kendisine haramdır, O para topluma dönmelidir. Âhi paranın geri kalanını insanlar için harcayacaktır. Bu aynı zamanda “ zenginin malında fakirin hakkı vardır şeklindeki muhteşem Kur’an hükmüdür. Ahilikte “18 dirhem  kavramı itikâdî bir zorunluluğun rakkama bağlanmış sistematik şeklidir.

Yüzlerce yıl öncesinin 18 dirhemi bu gün yaklaşık 150 bin YTL ediyor. Buna göre çağımızda Âhiliği yol edinecek bir kişinin **150 bin YTL’**den fazla parasını topluluğa geri vermesi gerekir, veya hayır yapacak… Ancak  çağımızın Virjil adası zenginleri hal diliyle “ **Bizim paramız Rwanda zencilerinin yüzü gibi kapkaradır, Tanganika gölünün suları bile bu paraları arındıramaz, dolayısıyle böylesine alçak bir paranın topluma geri dönmesi ve hayra yaraması zaten söz konusu değildir…**diyerek “18 dirhem kuralını rafa kaldıracak olurlarsa o zaman da hiçbirine “fütüvvet verilemez… Kara paralarının karanlık boşluğunda dönüşü olmayan bir zenginlik belâsına uğramışlardır.

Ülkemizde bir zamandır Ahilik haftaları yapılıyor. BunlarÂhilik” adına uydurulan ve hep aynı lafların dolaşımından oluşan “kellim kellim lâyemfâ” programlarıdır. Yani boş lafın boş salatası…Efendiler, siz Âhilikten dem vuracaksanız bu hesapları yapın… O zaman Hakk‘a ve Halka yarar bir tarafınız olur… Yoksa siz de zenciler sınıfından. (Arşiv'den)

Yeryüzü boş gösteri

yusufcukk.jpg

Yılda bir kez zıplar Kalender Uzak,çok uzaklara gider, Yusufçuk uçar, pırpır eder Ulaşamaz, kalbinde keder

Söylemez Kalender o yeri Yusufçuk döker alın teri Yusufçuk bu aşka müşteri Sanki yeryüzü boş gösteri

Öfkene sabır ekle

sef.jpg

Öyle bir uğursuz mendebur Kaldır taşı kafasına vur Beyin diye var onda bir ur Kalkma dur, gel yerine otur

Belki insafa gelir bekle Hırsını tut, sözünü itekle Özüne bak, aldırma şekle  Öfkene bir az sabır ekle

Cahildir, haindir, hem deli Ruh yok, ondan ne istemeli Ona neden kötü demeli ? Gözleri doğuştan sürmeli

Bir deli sevmek az suç mudur Kabir azabından  güç müdür İnsan bu kadar gülünç müdür Yoksa o, pek çok ilginç midir

Kalender sessiz konuşuyor

yusufcuk.jpg

Biri dedi ki :-Yusufçuk, Gün akşam oldu, hava kararıyor Kalender sana kötü örnek oluyor, Yusufçuk titredi, sandılar ki yürekten soluyor   Hemen cevap vermedi, silkindi bekledi bir an Başı kuyruğundan geniş, karnı da kocaman Kardeş dedi, Yusufçuk az duyulan bir sesle -Örneğin iyisi kötüsü olmaz, yeter ki sen ümit besle

Örnek her zaman iyi olacak diye bir yasa yok Gönlünü geniş tut, bu yolda hiç tasa yok… Sırasında kötü örnek, iyi örnekten iyidir Kötüye çarpan ruh, anında serpilir dirilir

Dünyamız gece gündüz kötü örneklerle doluyor Ümitlerimiz, varlığımız her geçen gün soluyor Ama dedi Yusufçuk, durun ey kardeşler, korkmayın. Bakın, kulak verin Kalender’e… Nasıl da sessiz, derinden konuşuyor…

Kalender başkan olacak

cekirge_0005.jpg

Kalender dedi ki bir gün -ben baş olmalıyım Dünyayı yönetip ona sırdaş olmalıyım Bataklıkta tüm yaratıklar benim olmalı Hepsinden üstün güçlü bir bedenim olmalı

Yusufçuk  gürledi -ben  arkadaş olmalıyım. Yaradılmış ne varsa,  gönüldaş olmalıyım. Seni bilmem ama ben hep sevgiden yanayım Seni bile sevdim nice derdime yanayım

Kalender dedi -inan  bu laflara karnım tok Ben baş olmak istiyorum, başka hiç çare yok Dünyayı tez zamanda düzeltmektir dileğim İnsanın gidişi nereye varır bileğim

Sevgi muhabbet  bunlar aslı olmayan masal kötüleri yok etmektir iyilere misal Yok etmenin çaresi başkan  olmaktır bence  Kötü sinince yol açılır yaşlıya gence

Yusufçuk dedi -Kalender senin  yanlışın var O eskidendi, şimdi iyi kötüyü kovar Sen iyi ol, kötüler kendiliğinden gider Dünyaya başkan olma, iyi bir kul ol yeter

Yusufçuk ne dediyse Kalender dinlemedi Yusufçuk çok yalvardı, hep ağladı inledi Kalender başkan olma huyundan vaz geçmedi Dünyayı islah için başka bir yol seçmedi.

Kuşku yok ruhunda terör vardı Kalenderin Başkan olmak nesine o vahşî sergerdenin Dünya değişti artık, sanma ki geri gele Şimdi ona başkan olamaz hiçbir hergele

Bilen varsa söylesin

_Kaptanın Seyir defteri_  12 kasım 2008 çarşamba

Akşamüstü yine **bitpazarı’**na yolumuz düştü. Vakit oldukça ilerlemişti, kış geldi diye  saatlerle oynadılar ya, hava erken kararıyor. Gitsek mi ? gitmesek mi ? derken e-5’te bulduk kendimizi. **Kia’**yi yine Amed kullanıyor. Pazara vardığımızda ortalık toplanıyordu. Operasyonun hızı kesilmiş, hırslar sona ermiş, alış verişÂ  şamatası dinmişti. Üstü kapalı, hangar gibi koca bir yer burası, yüksek tavanda neon ışıkları var ama belediye daha yakmamış… Karanlıklarda dolaşarak işe yarar bir şeyler bulmaya çalışıyoruz.

dsc02267.JPG dsc02745.JPG dsc02288.JPG dsc02287.JPG dsc02752.JPG net.jpg

Tam herkes tezgahını toplarken ışıklar yandı. Biri düğmeyi vaktinde çevirmeyi unutmuş. Öyledir, aydınlık sürerken karanlığı, karanlık basınca da aydınlığı unuturuz. Kışın kalın kazak giyeriz yaz gelince sırtımızda kalır, yazın ince gömlek giyer, kışın  da onu unuturuz… Ben ağustos ayında sırtı kazaklı çok adam gördüm. Kışın ince gömlekle gezeni de… Bunlar bizim yaşam sırları.

Pazarın girişinde bir sandık gördüm. Yaklaşarak baktım. Üzeri kararmış bir deri ile kaplı, ince ahşap kuşakları, sarı pirinç düğme ve kilitleri var. Düğmeler eksik, kilitler kırık. Deri kaplama yer yer yırtılmış altından tahta görünüyor. Sandığın boyutları çarpıcı. Bu sandıklar evlerimizi Batı usulü dolaplar, konsollar, hele şimdi çekyat, it otur faciaları doldurmadan önce en önde gelen kullanım araçlarımızdı. Bizim neyzen **Fakıh Kademoğlu’**nun amcası “Sandık Kültürü” üzerine koskoca bir kitap yazdı.

Gözlerim sandığa, aklım bir yerlere  takılmaya başladı. Bu sandık Gürcü sandığı olabilir miydi ? Çevre köyler Gürcülerle doluydu. Bunların çoğu 1876-77 Türk Rus savaşının mağduru, yüz elli yıllık göçmen ailelerdi. Acaba bu sandık Sochi veya Batum’dan gelmiş olabilir miydi ? Kaç devir ? kaç yol ? kaç nesil görmüştü ? Sandıkla konuşmaya başlamıştım. Açıldıkça açılıyordu.

Zavallı çürümüş deri, kurtlu tahta bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Algılarım sandıktan yükselen nâmelerle bir türlü buluşmuyordu. Kafam Haçlı seferlerine kadar gitmişti, sanki bu sandık **Godefroy de Bouillon’**un sandığıydı. Antikacılık böyledir. Adam bir defa kapılmaya görsün, yüzlerce yılın yaşam şeridi bir anda şimşekler gibi kafasına dolar da ucu paraya dayanır ve sonunda cılız cüzdanları deler geçer…

Daldığım rüyadan sıyrılıp sordum: -Kaç para bu ? -Altmış milyon… Amed atıldı: -Yirmi milyon. Amed’in arkadaşı Aykut konuştu: -Beş milyon… Milyon unutulalı iki sene var, bunlar  hâlâ milyon diyorlar… Satıcı kızdı: -Ben altmış diyorum, siz beş diyorsunuz… -Haydi 25 olsun… -Al git

Çocuklar itiraz ettiler: -Hocam sandık arabaya sığmaz, nereye koyacaksın ? Doğru…hiç düşünmemiştim…Yürüyerek gittik, dönüp dönüp sandığa baktım… Uzaklaştıkça sesi soğu kesilmişti…. Acaba ne oldu ?

Bitpazarından ayrılırken karanlık iyiden iyiye çökmüştü. Gökyüzünde mehtap vardı… Aslında biz bu gece mehtaba bakmaya Kerpe’ye gidecektik. Kerpe’deki kayalıklarda her mehtapta mangal yapmak huyumuzdur. Yine aynı kararla yola çıkmış ama güzergahta yer alan Bitpazarına uğramıştık. Hava bulutluydu. Ay bir görünüp bir kayboluyordu. Bir ara karar değiştirir gibi olduk ama vaz geçtik, çevirdik arabanın burnunu Kandıra yoluna…Â

dscf0439.JPG dscf0440.JPG Kerpe Kandıraya yirmi km. kuzeyde şirin bir Karadeniz kasabamızdır. Girintili çıkıntılı kayalıkları ve korumalı kumsalı ile meşhurdur. Ben Kerpe’ye ilk defa on yedi yıl önce gitmiştim. Gecenin bir karanlık zamanında kayalıkları zar zor görebildiğimde şaşkına dönmüştüm. Kayalıklar sanki insan eliyle yapılmış bir liman ve şimdi harap olmuş bir kale gibiydi. Dalgalar vurdukça taşların arasından, oyuklardan devamlı akan suların çıkardığı şırıltılar, fışırtılar sessizlikte yankılanıyordu. İnsan sesine benzer karışık sesler geliyordu kulaklarıma. O sesleri yıllarca unutamamıştım. Eskiden Yunanlılar bunları duyunca Tanrı sesi zannederlermiş…Tanrı'larla iç içe yaşarlardı ya... Balık ayaklı çapkın Triton deniz tanrısı... istiridye kabuğundan bir borusu vardı, fırtınalı havalarda onu çalardı.

                                                     nereid_triton_hi2.jpg                                             

             Bak nasıl yükseliyor Proseus denizden…              Dinle… yaşlı Triton borusunu çalıyor…

Kerpe’ye geçen yazlarda hemen her hafta birkaç defa gidiyorduk. Bu yaz olmadı. Kasabaya vardığımızda vakit ilerlemişti. Hiçbir evden ışık sızmıyordu. Ortalıkta kimseler yoktu. Sadece Jandarma karakolu ışıklıydı. Biraz ürperek geçtik karakolun yanından. Bizden kuşkulanabilirdi. Gece yarısı bu anlamsız ziyaretin masumiyetini merak edebilirlerdi... “Mehtaba bakmaya geldik” de diyemezdik ya… neuzubillah.

dsc02767.JPG dsc02773.JPG dsc02795.JPG

Çocuklar ateşi çabuk yaktılar. Mangal kısa zamanda hızını aldı… Battaniyelere sarılarak başına çöreklendik… Mükemmel bir mangal safası son zamanda fakire nasip oldu. Amed’e sordum: -Karadeniz’in eski adını biliyo musun ? -Hayır ! -Propontis…. Eski zaman insanları “Propontis” derlermiş… -Bana ne eski zaman insanlarından…

Amed eski zamanı hiç sevmez. “Eski zaman” diyene kızar… O şimdiki zamana gözünü dikmiştir. Ben ise ikide bir “eski zaman” diyorum… Başını çeviriyor.

dsc02789.JPG dsc02794.JPG dsc02814.JPG

Sapanca’ya döndüğümüzde yeni bir gün’ün ilk saatleri başlıyordu. İlginçtir. Biz sabah güneş doğmadan “yeni bir gün başladı” demeyiz. Halbuki gün, gece 1’de başlar… Bunu da Amed’e anlatamadım. Bir de “takip” meselesi var: gece mi gündüzü takip eder ? gündüzgeceyi kovalar ? İşte bunu ben de bilmiyorum. Bilen varsa söylesin    Â

Toplum liderden görünür

ataturk14vh72.jpg

Büyük araştırmacı ve karıştırmacı Turgut Özakman dedi ki “Atatürk’ün özel hayatı…”

Hayır efendim, halka ait kişilerin özel hayatı olamaz… Atatürk gibi tüm varlığını gelmiş geçmişini ve ruhunun en aziz mertebelerini halkına adamış bir insanın ise özel hayatı hiç olamaz… O hayat toplumun malıdır. Anasının ak sütü gibi topluma helaldir. Topluma aittir. O hayat bütünü  ile içinde yaşadığı topluma terkedilmiştir. Bu terkolunuş her tanınmış kişinin kaderidir. İnsanlar o kişiyi en son kertesine kadar merak edecek ki, önder olarak tanıdığı bir kimsenin aynasında toplum, pırıl pırıl parlasın. Toplum liderde kendini görür. Toplum liderden görünür. Lider toplumun aynasıdır. O bir aynadır. Ayna temiz olmalı. Toplum liderden kendine bakar.Toplum liderinde kendi yapısını inceler, kendi varlığının yansımasına tanık olur… Toplum lider’in görüntüsünde kendini bulur. Tanır ve sever. Kendine gelir. Toplum lideri ile kendine gelir. Hayata döner. Damarına kan yürür. Sararmış benzi can bulur.Â

Ne demek özel hayat ? Özel hayatı mı olur bir aynanın ? O görüntüyü en sağlam biçimde yansıtır. Atatürk “biz bize benzeriz…” demiştir. Bu söz anlatmak istediklerimizin kanıtıdır. Bu laf uzar gider. Bu konu Turgut Özakmanı da, şu anda bu ülkede önde giden cümle aklı evvelleri de Atatürk kanununu da, rejimi de sistemi de, aşar gider. Atatürk’ün büyüklüğünü bu devir anlayamazsa, gelecek bir devir unutmazsa anlar…

Öylesine unutuldu ki Atatürk. Duvarlarda resmi, Şehir meydanlarında heykeli, köy kahvelerinde camekan içinde kahve içtiği fincan kaldı. 15 milyonluk İstanbul şehrinde acaba kaç kişi **Şişli’**de Halâskârgâzi caddesinde Atatürk evini ziyaret etti ?  Ankara’da Kabrinin başında Devlet protokolu yapılıyor… O bir vatandaşlık görevi…Öyle değil, Adamın içi yanarak, olayları düşünerek, olurunu olmazını bilerek gezmeli o müzeyi…

Sunucu Uğur Dündar Özakman’a “Atatürk’ten kalan hatıralarınızı anlatın…” dedi. Ne hatırası ? Bu zat seksen yaşında olsa Atatürk’ü gördüğünde en fazla on yaşında olurdu, on yaşındaki çocuk ne gördü ki, seksen yaşında anlatsın… ? O da **Atatürk’**ün resmine bakar, nutkunu okur bir de vaktiyle onu tanıyanlardan bazı sırlar edinmiş olabilir… Hepsi o kadar. Bu yaşanmışlık değildir. Kafadan atmayın…  Buna skolastik bilgi derler, yani hayat değil, kitap bilgisi… Diğerinin yanında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Ben de Atatürk’ü görmedim ama en yakın arkadaşı İsmet İnönü’ýü gördüm. **Atatürk’**ü O’nun gözlerinde gördüm. Ata’nın adı geçtiğine bakışlarının ne hale geldiğini gördüm. İşte o Atatürk’tü… Böyle şeyler sırdır. Anlatılmaz bilinir. yazıyla çizgi ile olmaz. Hiç olmazsa anlatılmayacağını itiraf edin. Çıkmış televizyona Atatürk’ü anlatacak… hadi canım sen de… Sen sus otur yerinde de bir şey zannetsinler…

**Atatürk'**ün yazılacak tarafı kalmadığına hükmedenler bir inceden onun  özel hayatını karıştırmaya başladılar. Şimdiye kadar söylenmedik sözleri, ortaya çıkmadık gerçekleri, dillerine dolamaya soyundular. Tabii söyleyecekleri fazla bir şey yine yok… Onun özel hayatı diyerek kendi tercihlerini ortaya koyacak kendi kişiliklerini ele verecekler. Gerçek bir özel hayat incelenmesine zaten güçleri yetmeyecek… aslında o insan için söylenecek şeyler henüz tükenmedi.

Atatürk ömrünün son günlerinde Dolmabahçe Sarayı’nda hasta yatarken Milli **Kütüphane'**den onbir tane kitap istemişti,. O kitapların başlıklarına bakmak O’nun gelecek için neler düşündüğünü gözler önüne sermeye yetecektir. Konunun hası bu noktada. Saygılar sunarım.

Obama Konya'lı mı ?

cari_obama.gif

-Obama Konyalı mı ? -Hayır Kenya’lı -Kenya neresi ? -Konya’dan uzak… -Babası Müslümanmış doğru mu ? -Eskidenmiş… sonradan geri dönmüş -Nereye ? -Gavurluğa, -Yeniden dönerse… -Dönemez… -Neden ? -Bir kere dönen bir daha dönemez… -Nasıl yani ? -Dönse de sayılmaz… artık hep döneceği için… Olur beni konuşturma, başıma iş açacaksın…

Olur’la Olmaz pek siyasetten anlamıyorlardı ama olaylar onları siyasetin taaa içine çekeceğe benziyordu. Bir an gelebilir kendilerini kızgın pratiğin içinde bulabilirlerdi. Yorumlarında haklı olabilirler, haksız da olabilirlerdi. Olur’un “olur”una, Olmaz’ın  “olmaz”ı karışabilirdi. Bunun tersi de olur, Olmaz’ın “olmaz”ına Olur’un “olur”u da karışabilirdi. Sıkı durmalı, bu iki şeytanın ne yapacağı belli olmaz. Biliyorsunuz bunlar eşkıya… Vaktiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir Türk büyüğü “eşkiyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz…” demişti. Eşkıya’dır neylesin ? Eşkıya ile evliya’yı birbirinden ayırmak gerekir. Kurt izi it izine karışmamalı.

Obama’nın Konyalı mı ? Kenyalı mı ? olduğuna takıldılar ya, şimdi işin içinden çıkamıyorlar**.Konya, Kenya** derken coğrafyaları karıştı. Olur’un saflığına Olmaz’ın hinliği eklendi, Yeni devşirme Amerika cumhurbaşkanı bu iki huysuzun yüzünden görüntüye girdi. Konu beni de sardı. Acaba Konya nire, Kenya nire ? Bir de Adana kafama takılıyor… Orada da Amerikan üssü var… neden var bilemiyorum ? Başladım gece gündüz düşünmeye…

Bu Amerika çok tuhaf bir yer . Bunlar geçmişte iki insan yetiştirdiler: biri Abraham Lincoln diğeri Marilyn Monroe. Birini tiyatroda vurdular, diğeri intihar etti. Merdivenaltı, çatıarası bilgisayarı gibi toplama bir devlet olan bu renksiz ruhsuz, tatsız tuzsuz, acaip topluluk başka iş yapmadı. Bir de aya gitti işte o kadar…

Abraham Lincoln eski bir Cumhur başkanıydı. Köleliğin kaldırılmasından yanaydı. Dürüst adamdı. Çekemediler. Ondan sonra bir başkanı daha vurdular: Kennedy… O da sanayi köleliğine karşı çıkmıştı. Yok etiller. Marilyn Monroe ise sinema artistiydi. Dünyanın tüm gençleri ona hastaydı. Bir nesil genç yıllarca onun için ter döktü. Kadın bir gün  intihar etti. Kocası yüzünden dediler. Doğrusunu Allah bilir.

Olur’la Olmaz siyasete bulaşmak üzereler dedim ya… Başlarına neler gelecek şimdiden bellidir. Bunları ne Ergenekon paklayabilir, ne Deniz Feneri aklayabilir,  bunları ancak birileri koynunda saklayabilir. Birileri de klavyeden tıklayabilir. Keyfe keder. Hepsi de birbirinden beter. Rabbim şerlerinden cümle ümmet-i Muhammed’i korusun. Amin esteüzubillah. Amin ya Allah… Eşşükrülillah, bereket İbrahim Halilullah…Selamet ya ResûlüllahÂ