Başka bir Ömür

dscf2970.JPG

4

Ömür tükendiyse,

Allah başka ömür verdi.

Geçici ömür bittiyse, İşte şuracıkta

tükenmeyen, ölümsüz ömür...

Aşk, hayat suyudur. Bu suya dal.

Bu denizin her damlasında

Başka bir hayat,

Başka bir ömür var.

Mevlânâ

Akıllı deliler yönetimi

brugel.jpg

[Hollandalı ressam Brughel'in (1525-1569)"köyün delileri" tablosu]

Uzun  yıllar önce bir oyun vardı "Buzlar çözülmeden" isimli... Oyunu kimin yazdığını hatırlamıyorum ama galiba Cevat Fehmi Başkut olmalı... Konu ana hatlarıyla şöyle: Uzakça bir diyarda bir kasabaya kaymakam tayin ediyorlar. Adam görevinin başına gitmek üzere yola çıkıyor. Ama ne çare ? mevsim kış, yollar kapalı, geçitler donmuş. Kasabaya ulaşmak mümkün değil. Aradan günler geçiyor. Kaymakam bekliyen kasabalı tedirgin. Nihayet halkın içinden biri kaymakamlığa talip oluyor ve makama geçiyor. Ancak bu adam deli, buna rağmen herkese parmak ısırtacak işler yapıyor, önemli, kararlar alıyor ve kasabada işler iyiden iyiye   düzeliyor. Gerçek kaymakam bir yerde havaların düzelip yollardaki buzların çözülmesini beklerken, işler uzayınca sahte   kaymakam ara sıra telaşlanıyor, o zaman "haydi çabuk olun, buzlar çözülmeden şu işi bitirelim" diyor. Zira buzların çözüldüğünde, gerçek kaymakamın kasabaya geleceğini bir tek o   biliyor... sonunda havalar düzeliyor, buzlar çözülüyor, yollar açılıyor ve gerçek kaymakam kasabaya geliyor. Deli kaçıyor.

Bursa'nın İznik kazasının Müşküle köyünde ihtiyar heyeti seçimi sırasında, muhtelif olaylara kırgın halkın, protesto olsun diye heyet azası olarak dört deliyi seçtiğini duyunca bu oyunu hatırladım. Ürperdim. İster misiniz protesto olarak seçilen deliler, köyü başarılı bir şekilde yönetsin...? Deli bilinenler   akıllı çıksın ve köyün işleri düzelsin. Olur ya... Destur... Bu güne kadar seçilen yöneticiler arasında akıllı bilinenlerden ne hayır geldi ki ? Biraz da delileri denemeli...

Sesin şekerler çiğnesin

canne-a-sucre-2.jpg

3

Sesin gönlümüzün sesine,

Gönlümüzün huyuna uysun.

Gece gündüz neş'elensin...

Söyledikçe söylesin.

Sesin yorulursa biz de yoruluruz.

Hasta oluruz.

Sesin kamış gibi

Şekerler çiğnesin .

Mevlânâ

Hangi Diyara gidiyorsun ?

yol.jpg

2

Ey yolcu seferin nereye ?

Hangi diyara gidiyorsun ?

Nereye gidersen git,

Sen bizim gönlümüzdesin.

Denizden uzak düşmüş bir balık gibi,

O denizin gamını daha ne kadar çekeceksin ?

Kupkuru kalmış dudakların daha ne kadar

Denize hasret ve ayrılıktan şikayet incilerini

Heryere   saçacak ?

Mevlânâ

Cesaretin Varsa Gel

gece.jpg

1

Ey gece hep böyle neşeyle gel,

Ömrün bitmesin.

Kıyamete kadar uzasın gitsin.

Dostun güzel yüzünden.

Gönlümde öyle bir ateş var ki,

Ey üzüntü...

Cesaretin varsa gel.

Benim gönlüme gir.

Mevlânâ

Biz Cumhuriyet'i sevdik

ata.jpgBiz Cumhuriyeti sevdik. Bize Cumhuriyeti sevdirdiler. Türkler Dünya sahnesine çıktıkları zamandan bu yana denedikleri çeşitli yönetim biçimleri içinde bu son aşamayı sevdiler. Türkler bu noktaya kolay gelmediler.

Halk idaresi anlamını taşıyan Cumhuriyet Ortaasya kurultaylarından beri vardı. Adı konmamıştı. Bu halk her zaman kendi kaderine sahip olmuş, gücünü kuvvetini korumuş, karar organlarının bağımsızlığına inanmış ve asırlar içinde inanılmaz bir kararlılıkla   siyasî ve hukuki   "erk"e ulaşmıştı.

Türkler eriştikleri bu siyasi ve hukuki "**erk"**i zamanlar içinde çeşitli hakan sülalelerine emniyet etmiş ve gereğinde geri almıştır. Bunun tarihte  son örneği Osmanlı İmparatorluğudur. Osmanlı Sülalesi kendisine verilen emaneti altı asır taşıdı. Bu altı asır içinde dünya elbette defalarca derinden değişti. Ancak sülalenin sağlam yapısı bu değişikliklere uyum sağlıyordu. Osmanlı Hakan sülalesi sonunda "tabii isti'fa: doğal çekilme" ile ömrünü tamamladı ve iki "meşrutiyet" denemesinden sonra yerini Cumhuriyete bıraktı.

Cumhuriyet sözcüğü Osmanlı devletinde iki yüz yıldır konuşuluyordu. Sultan II.Mahmut'un "Rusçuk yaranı" ile imzaladığı "senedi-İttifak" ta cumhuriyet tohumları vardır. Bu belge saltanat ile halk ve halktan yana feodaller arasında ilk yazılı sözleşmedir.   Talihsiz sultan **III. Selim'**i tahttan indiren Kabakçı isyanının, Fransız Devriminin Cumhuriyet akımından etkilendiği prof. Bernard Lewis tarafından ileri sürülmüştür. Milli tarihimizin çok değerli bir uzmanı olan prof Bernard Lewis'e göre III.Selim'in sarayında katledildiği gün, Hanedanın tek varisi olan ondört yaşındaki Mahmud'u da yok etmeye çaba harcayanlar, Osmanlı sülalesini tamamen ortadan kaldırıp Cumhuriyete giden yolu açmaya çalışıyorlardı.

Cumhuriyetimiz; yönetim, metot ve modernleşmede zaafa uğrayıp kendi kendisini yok eden bir rejimden arta kalan el değmemiş siyasal güçlerin bir araya getirilmesiyle, yüksek derecede faziletli bir kadro tarafından kurulmuştur. Başında askeri bir dehâ olan Mustafa Kemal'in bulunduğu bu kadro, dünya tarihinde eşi az görülen bir siyasi gruptur. Türkiye halen bu grubun seksen yıl önce bir araya getirip kotardığı bir siyasi "erk"i kullanıyor.

Türk ulusu bu defa kendisini Cumhuriyete teslim etti. Artık krallar, sultanlar, hükümdarlar, hanedanlar değil, Ulusal Meclis tarafından yönetiliyoruz. Bunun adı Cumhuriyet'tir.   Elbette eksikler var... Ama geri dönüş mümkün mü ? Kamu yaşamı böyle bir kural tanıyabilir mi ?

Çanakkale, Sakarya, Başkomutanlık muharebelerinin muhteşem kumandanı ve Cumhuriyeti kuran kadro'nun kuramcısı Mustafa Kemal Atatürk "Cumhuriyet fazilettir" demişti. Bu   ülkeyi rejimler, sistemler, siyasî modalar, çeşitli çekim alanlarından yayılan gizli ve karanlık dengeler değil hâlâ "faziletli insanlar" ve onların kurdukları sağlam kurumlar yönetiyor. Rabbim insanımızı faziletten ayırmasın. Fazilet nedir bilir misiniz ? Erdem demektir. Dürüst olmak yâni...

Hırsız Özür bekliyor

seville_alcazar.jpgİspanya'da bir zaman başbakanlık yapan Jose Maria Aznar, geçen ay bir Amerikan üniversitesinde yaptığı konuşmada, "Neden Batı hep özür dilemek zorunda, oysa ki Müslüman dünya bunu hiç yapmıyor. Bir Müslümanın çıkıp da İspanya'yı fethedip 8 asır işgal ettiği için özür dilediğini hiç duymadım" dedi.

Destur ! Sayın Aznar, Kristof Kolomb'un keşfedip Hindistan zannettiği, Americo Vespuççi' nin adını koyduğu Amerika kıtasında siz değerli İspanyollar,  işlediğiniz cinayetler için ne zaman özür dileyeceksiniz ? Kendilerinden özür dilenecek kimseler dahi kalmadı ortada... Kime özür dileyecekseniz bir zaman önce "dileyiniz" ki yeryüzünde insanoğlunun vicdanı rahat etsin.

600 yıl önce Güney Amerika'da Kortez'in orduları karaya çıktıklarında **Şili'**de yaklaşık olarak 10 milyon yerli Aztek yaşıyordu İspanyol ordusunun yanında savaşıları izleyen keşiş Bartholomeo Lascassas'a göre bir yıl sonra o topraklarda 1,5 milyon yerli kaldı. Sizinkiler 8,5 milyon yerliyi bir yılda yok ettiler. Müslümanlar **Endülüs'**te o kadar adam öldürmedi.

Kim kimden özür dileyecek ? Müslümanlar İberya tarihine şan veren "**Kurtuba camii"**ni inşa ettikleri için mi özür dileyecekler ? İnsanlığın Taç Mahal'le birlikte en görkemli birkaç anıtı arasında yer alan Granada'daki, yeryüzünün "parlak mücevheri" olağanüstü " Elhamra Sarayı" nı inşaa ettikleri için mi özür dileyecekler ?  **Alkazar'**ı mı **Sevilla'**yı mı nereyi ?   Sekiz yüzyıl süren o muhteşem Endülüs İslam uygarlığından kalma daha nice eserler bu gün ülkenin en yüksek değerleri arasında yer alıyor. Sen onları turistlere satarak geçiniyorsun. İslam'ın o yörede bıraktığı izlerdir senin kültür namusunu tazeleyen... İslam İspanya'nın tarihine altın harflerle kazınmıştır. Unutmayınız.

Müslüman Endülüs, İspanya'da toprak mülkiyetinin en sağlam düzenlendiği devirdi. Senin dedelerin sekiz asır sonra yukardan sarkıp eski yerlerini tekrar ele geçirdiklerinde o düzenin altını üstüne çevirdiler. İspanyol iç savaşı sırasında general Franco'nun askerleri tarafından köyünde kurşunlanan marksist noter Blas İnfante bu gerçeği ilk defa haykırmıştı. İnfante "reconquista" denen ve kahramanlık olarak ilan edilen "ülkeyi Müslümanlardan geri alma" olayını Kuzey'in   hırsız baronlarının toprak yağması olarak tanımlamıştı. Blas İnfante 1930'larda "İspanyada toprak hırsızlığını önlemenin ve ülkede adaleti sağlamanın tek yolu İslâmı bu ülkeye geri getirmektir" diyordu. Adamı faşistler şehit etti.

Bu olayda özür dileyecek olanlar Aragon kralı Ferdinand ve şürekası, kendisinden özür dilenecek olan da on altıncı yüzyılın İspanyol köylüsüdür.

İslam'ın Endülüs'ten dolayı o yakada affedilecek hiçbir "özrü" yoktur. Tam tersine bu günün İspanyolları, Katalan'ları, Bask'ları Endülüs'ün İslam asırlarından sitayişle bahsetmelidirler. Dünya tarihi bu kadar basit değildir. Kimbilir toplumların, etniklerin derinden derine ne çeşit ilişkileri, etkilenmeleri vardır. Kimseyi küçümsemeye gerek yoktur. Kimseye sataşmaya gelmez... Adamın ekini ortaya döker, ipliğini pazara çıkarıverirler... Tarih şaka değildir

Mevlânâ Tanrı Aşkıdır

konya_mevlana.jpg   Ölüm yıldönümü kutlanmaz. İslam yaşam biçiminde ölüm yıldönümü diye bir şey yoktur. Bir insan öldüğünde onun arkasından tören yapmak, "ah ...vah..." etmek matem tutmak müslümana yakışmaz böyle şey İslam'da yoktur.. Her yıl doğum günü veya   ölüm yılı kutlamak da yoktur. Kitaba bağlı İslam geleneği Ölüm konusunda tarihler boyunca denenmiş herşeyi sollayarak "Kur'an okuma geleneği" getirmiştir. Ölünün ruhuna Kur'an okunur ve bu devamlı tekrarlanır... Fırsat aranmaz. Tarihleri karıştırıp "bu adam hangi gün öldüydü" demek en azında terbiye dışıdır. Ölüye rüşvet vermek gibi... Doğaya aykırıdır. Bir Müslüman öldüyse hayırla yad edilir, şerle yad edilenleri de vardır, onlar için de "Allah günahlarını affetsin..." denir o kadar.

Şimdi Mevlânâ'yı anacaklar... Mevlânâ'nın   anılmadığı gün var mıdır. Bu ne densizlik...  Yakında birtakım afur tafurlu adamlar lüks salonlara dolup söylevler verecekler... Mevlânâ'yı anlatmayı deneyecekler... Aslında Mevlânâ'yı anlatıyoruz diye kendilerini anlatacaklar. Ben yarım yüzyıldan yana bu olayın içindeyim, bu kadar zamanda ve **Mevlânâ'**yı anlatmak için yüksek yerlere çıkan veya kalabalığın önüne düşenlerin içinde Mevlânâ'yı anlatanı görmedim, dinlemedim. Herkes kendisini anlattı. Herkes Mevlânâ gibi bir ummanın içinde kendi tercihlerinden yola çıkarak kendi ruhunu  dile getirdi.  Kendi dar penceresinden **Mevlânâ'**ya ulaşmayı denedi. Böylece dünyaya her zaman yeni Mevlânâ'lar yeni Mevlânâcı'lar çıktı. Bunlar yakında Unesco'nun paralarıyla lüks otellerin lobilerini saracaklar, tantanalı yemekler yiyecekler, Mevlevî âyini diye ziplenmiş  yalan yanlış  sema' toplantıları seyredecekler. Remiksli sahte müzikler dinleyecekler. Sıkılıp dışarı çıkacaklar. Sigara içip gevezelik edecekler. Boş tavana bakacaklar.

Kısacası dostlar, kimse   Mevlânâ'yı anlatmıyor...herkes kendini anlatıyor... Bir dost dedi ki: "işte bu doğrunun ta kendisidir...zira Mevlânâ herkes içindir..."  Tamam dedim. Mevlânâ herkes için ama asıl Mevlânâ nerede ? Ne yazık ki şu yaşadığınız çağ, doğru Mevlânâ'yı bulacak kişilerin yaşadıkları bir  çağ değildir. Belki bu şans gelecek nesillere nasip olacak. Şimdilik insanlar **Mevlânâ'**yı değil,  Şems'i merak ediyor.

Mevlânâ bir **"evliya"**dır. Allahüâlem "Merziyye" mertebesindedir. Bu mertebe Fenâfillah hükmündedir.   "Maşuk" da derler. O **Hak aşığı'**dır. Mevlânâ Tanrı aşkı demektir. Bilirmisiniz Tanrı aşkı nedir ? Tanrı'ya varan sonra tekrar **Tanrı'**dan tüm evrene yayılan Aşk'tır.  Yaradılmış, yaratılmamış, yaratılacak her şeye Ãşık olmaktır. İşte bu Aşktır.  Aşk gelince cümle eksikler biter demişler... O zaman her şey yok olur.  Kara deliğe düşer, geriye aşk kalır...  Aşk herşeydir. Herşey Aşk'tır. Aşk hayatın ta kendisidir. Vesselâm.

Ainsi Parlait Mevlânâ

zincir.jpg

-1 ­-

A quoi bon conseils et avis, je suis aneanti en ton amour

A quoi bon le sucre; j'ai gouté le poison.

On a dit :  " Enchainez ses pieds! "

Mon coeur est fou; à quoi bon enchainer mes pieds !

-2 ­-

Mon amour est à bout; mon enchanteresse est si belle.

Mon coeur a tant à dire, ma bouche est si muette.

A-t-on jamais `vu chose plus étrange,

Je suis altéré, une eau pure coule devant moi.

-3 ­-

En ta presence, je ne dors pas à cause de tes charmes,

Sans ta présence, je ne dors pas à cause de mes larmes.

O Dieu ! en ces nuits je veille,

Mais vois combien elles sont autres!

-4 ­

O Dieu ! O Moi ! O Toi ! ma perle resplendissante !

Que nous sommes différents l'un de l'autre !

Je suis ton sort, je ne dors plus ! ;

Tu es le mien, tu ne t'eveilles jamais.

**Mevlânâ

Roubâýat, traduit du persan par Assaf Hâlet Tchelebbi

Masionneuve ,Paris 1984**

O, İnsanlık Ordusu'dur

mehmet.bmp

9o yıl önceydi... Dünya ikiye ayrılmıştı. Birileri medeni olduğunu söylüyor, diğerlerinin üzerine atılıyordu. Kavga kayıkçı kavgasıydı. Dünyayı paylaşma düzeniydi... Cepheler açıldı, siperler kazıldı,   Ülkenin biri dünyanın öbür ucuna ulaşmış asker topluyor getirip yolun yarısında savaştırıyordu. Diğeri ele geçirdiği yabancı ülkelerden silahlı adamlar devşiriyor "anavatan" laflarıyla kendi kahrolası sınıflarının yararına onların canlarını alıyordu. Bir acaip düzen ortalığı sarmıştı. Ordular, kumandanlar, politika adamları her gün yeni laflar bulup yeryüzü yuvarlağını kan    batağına çevirmek için yarış ediyorlardı. Ölüm çukurunda nice dal gibi delikanlılar, nazlı gelinler körpe fidanlar, gözü yaşlı nineler, derin bakışlı dedeler yok olup gidiyordu...Buna dünya, bu olaya kader deniyordu

Bu hengamenin içinde mert , dürüst, arslan gibi bir Asya'lı, Akdeniz'in şeytan çanağında namusunu koruma yoluna düşmüştü. O Türk askeriydi... O Yüce bir ulusun neferiydi. Yüzlerce yıldır savaşıyordu, üzerine gelen kara suratlıları temiz vatanının bağrında çökertmek için savaşıyordu. O Mehmet'ti. Mehmet'in kanı   Avrupa içlerinden Kafkas dağlarına kadar kürre-i arzı suladı. Mehmet Galiçya'da savaştı, Mehmet Allahüekber dağlarında savaştı... Mehmet Çanakkale'de, Kanal'da,   Yemen'de   Filistin'de savaştı.   Ulusun namusunu koruma uğruna her aileden yüzlerce insan Mehmet'lere karıştı.

Mehmet, öncesini de hesaplarsan   iki buçuk asırlık bir saldırıyı Anadolu'nun bağrında, Sakarya nehrinde durdurdu. Geleni toprağından çıkardı,   denize sürdü. Sakarya nehri günlerce kıpkırmızı aktı. Esatir'den kalma bu nehir Türkün öz vatanında **Mehmed'**e kan kardeş oldu.

İnsanlık ilkeleri doğrultusunda dünyanın öbür ucuna gitti Mehmet. Kore'de Kunuri'de çekik gözlü insanların yaşadığı uzak toprakları kendi toprağı bildi. Hak, Hukuk, adalet, mertlik, insanlık için savaştı. Hiçbir ulusun askerine benzemedi. Yan yana çarpıştığı başka ülkelerin orduları düşmana gizlice silah satarken Mehmet bu pisliklerin hiçbirine bulaşmadı. Ölüm pazarları kurup   Savaştan para kazananlara kendisini alıştırmadı. Kore savaşının mertlik dışı işlerine hiç kulak asmadı, dönüp bakmadı bile... Mehmet işini yaptı. Vicdanının verdiği görevi yerine getirdi. Atalarından kalma Alp Eren ruhundan asla sapmadı. Hiçbir alçağa   ödün vermedi.

1900'lerin başında altı gemilik bir düşman filosu Ege Denizindeki Anadolu adalarını birer birer kafese koyarken İstanbulda "fitne  yanımıza sokuldu" demişlerdi. Bu fitne  yarım yüzyıl sonra  denizin öbür ucunda Kıbrıs'ı da sardığında Mehmet'e iş düştü...   Doğu'da Batı'da ortalığı yüzsüz siyasiler kapladığı için Mehmet şimdilik kenarda bekliyor... Döktüğü tertemiz kanın diyetini   karanlık   pazarlık masalarına yatıracaklarından hiç kuşku yok...Olsun. O kendini biliyor.

Mehmed'im işte şimdi yine 90 yıldan sonra Lübnan'da,Filistin'de... Aynı yerden devam. Şimşek bakışlı, yüksek ruhlu, asil **Mehmed'**im, kötüye düşman, iyiye dost,  alçağa azap, doğruya ümit, yüce  Mehmed'im   O bir insanlık ordusu, kimsenin vatanında, toprağında gözü yok. Atalarının aydınlık dünyasında yaşıyor. Gittiği her yer aydınlanır, şenlenir. Ona verilen her görev anında vicdanında yankısını bulur...

Yahudiler "dünya vatanımızdır" demişlerdi. Hayır ! dünya kimsenin değildir. Dünya insan gibi yaşayanların vatanıdır. Mehmet asırlardır insan gibi yaşadı, yine yaşayacak. Mehmed'in vatanı, "insan gibi yaşadığı" için gittiği her yerdir.