Dersimden Dersini aldı

Edibe Şahin ve
Barack Obama,
Edibe Şahin **Dersim
**Belediye Başkanı.
Obama,
Amerika
Birleşik Devletleri
**Cumhurbaşkanı.
**Edibe Şahin,
Şeyh **Sait’**in özrü.
Barack Obama,
Kunta Kiti
’nin.
Amerika Obama'dan,
Türkiye Dersim’den
Dersini aldı

Halk sokaklara çıkıyor

Bayram ayıdır. 
Görüş sahibi halk,
Gezinmek, rahatlamak için
Sokaklara çıkıyor.
Sen neden davul çalıyorsun ?
Davul gürültü, patırtıdır.
Kötülükler doğurur, .
insanı rahatsız eder.
Ancak o efendi sağırdır, 
Davulcu onun için
Davul çalmaktadır.
                        Mevlana

Canını sivrisineğe verdi

Ey iman incisini,
Bir ekmek karşılığı **veren.**Ey gönül madenini,
Bir arpaya feda eden.
Nemrud,gönlünü
Hakk’ın dostu **İbrahim’**e
Teslim etmedi de,
Sonunda canını bir
Sivrisineğe verdi.
                  Mevlana

Aşağılık ve tutsak

Gazi Mustafa Kemâl Paşa, 15 Haziran 1919 günü Amasya’dan Diyarbakır Valiliği’ne şu telgrafı göndermişti:

“Bütün memleketin varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu tarihî günlerde, bir yabancı milletin himayesine sığınarak aşağılık ve tutsak yaşamayı yeğ tutan her türlü görüşün dağıtılması pek vatanî ve gerekli bir görevdir”

Bu sırada İstanbul’dan Anadolu’daki valilerine telgraf çeken Damat Ferit Paşa hükümeti, Montrö andlaşmasının şartlarına uygun olarak tam ters isteklerde bulunuyor, bu andlaşmaya dayanan muttefik kuvvetlerinin girişecekleri her türlü işgal hareketlerine karşı direniş gösterilmemesini tam teslimiyetle istiyordu.

Bazı valiler **Mustafa Kemal’**e, bazıları **Damat Ferit’**e uydu. Görevini  bir ingiliz’e bırakmasını öneren **Sadrazam Damat Ferit Paşa’**ya  Mazhar Müfit Kansu, “Vatanı satacak kendine başka bir vali  bul…” diye cevap vermişti.

1918 asr-ı miladî yılının son aylarına doğru, Anadolu Türk vatanında görevli Türk yöneticilerinin iki seçeneği vardı: Galip düşmanla iş birliği yaparak “aşağılık ve alçakça” yaşamak veya şerefli bir ölümle şu dar-ı dünyadan çekip gitmek…

Mustafa Kemal Paşa ve fevkalade yüksek erdemler taşıyan bir grup yürekli vatansever askeri ve mülki erkân, Türk tarihine yakışan biçimde, ikinci seçeneğe sarılmıştı. Yani “aşşağılık ve alçakça” yaşamak yerine gerekirse şehit olarak yeryüzünden şerefle ayrılmak.

Aradan seksen yıl geçti. Ülkenin yanıbaşında bir başka ülkede  bir  savaş daha oldu. Bu savaşta o ülke yenildi, yabancı taarruzuna uğradı. yöneticileri yargılandı asıldı, işgalciler kendilerine yeni yöneticiler buldular, cakma bir hükümet iş başına geldi. Bu hükümetin toplama yöneticileri topraklarını yakan, yıkan ve yağma eden yabancı güçlerle iş birliği yaptılar, onlara yol gösteriler ve “barışın gereği budur” diyerek “aşağılık ve alçak” bir tutum içinde tutsak yaşamayı yeğ gördüler. Kabul edilmez görevlerle aşağılık, alçaklık ve tutsaklığı seçtiler.

Bu ülkede **Mustafa Kamal Paşa’**nın yerinde oturan bu günkü değerli devlet başkanımız da “barışın gereği” budur  ve “vizyonumuz aynı” diyerek gidip o alçaklarla görüştü. Ne çeşit ve nasıl bir “barış” konuştuğu merak konusudur. Bu uydurma siyasi temasın her noktası ve her çeşit söz ve öneri Mustafa Kemal ruhuna ve Türk siyasi ahlakına terstir… Dayanılmaz bir yürek yarasıdır.

1871’de Alman ordusu Paris kapılarına dayandığında içerde “Paris Komünü” adıyla tarihin ilk acımasız sosyalist ayaklanması oluyor ve kan gövdeyi götürüyordu. Sokakların ölülerle dolup taştığı bir sırada Almanlar gelecekte dünyayı altüst edecek tehlikeyi önceden fark edip devrin **Fransız Cumhurbaşkanı Tiers’**e yardım teklif ettiler. Tiers : “Bu bizim iç meselemizdir, karışmayın dedi…”

Herhalde Tiers, Amerikan ordusu ile bir olup terörist diye kendi vatandaşlarını parçalayan “alçak ve tutsak”  Irak yöneticilerinden daha şerefliydi. Tarih hükmünü veriyor… Bedenler topraklarda çürüdüğünde geriye temiz isimler kalır. Adınızı da yanlışlıkla kirlettiyseniz yazık olmuştur sizlere… Keşke hiç yaşamasaydınız.

Zikri Hakk hayattır

Bahar oldu yine açıldı **güller
**Murada bülbül erdiği zamandır
Safa buldu ferahnak oldu diller
Sanasın dağlar bağlar cinandır

Hudai lutfu Hakk'ı fikr ide gör
Kemal-i fazlına hem şükr ide gör
Hudayi canü dilde fikr ide gör
Ki zikr-i Hakk hayat-ı cavidandır

Aziz Mahmut Hüdai
                             (vef.1628)

Veysel'in gözünde toprak

Gözüm olsaydı toprağı göremezdim
                                Aşık Veysel
                                1894-1973

İran’ın başına gelenler

Le président israélien Shimon Peres a adressé un message audio de voeux au peuple iranien à l'occasion de la fête de Nowruz, le nouvel an iranien, exhortant "la noble nation iranienne" à "retrouver sa juste place parmi les nations développées". Dans cet enregistrement, diffusé vendredi sur les ondes de la radio en farsi de la Voix d'Israël, qui émet vers l'Iran, le président israélien loue la culture persane. Ce message coïncide avec la vidéo adressée par le président américain Barack Obama à l'Iran à l'occasion de Nowruz.
"Je me tourne vers la noble nation iranienne, au nom de l'ancienne nation juive, et je souhaite qu'elle retrouve sa juste place parmi les pays développés", déclare-t-il dans ce message de voeux.
Dans une interview accompagnant ces voeux, Shimon Peres a toutefois pris un ton plus dur à l'encontre des dirigeants iraniens, les qualifiant de "fanatiques religieux".
"Je pense que la nation iranienne va renverser ces dirigeants. Les dirigeants qui ne servent pas la volonté du peuple, finalement, la nation se débarrassera d'eux", a-t-il ainsi affirmé.
"C'est une pays tellement riche avec une culture tellement riche", a-t-il ajouté. "D'un côté je regarde l'Iran avec admiration en raison de son histoire, et de l'autre avec peine à cause de ce qui lui est arrivé".
L'interview doit être diffusée lundi par la radio de la Voix d'Israël, qui affirme avoir plusieurs millions d'auditeurs en Iran. (Courtoisie AP)

Türkçe Özet : İsrail devlet başkanı Simon Peres geleneksel Nevruz bayramı dolayısıyle "eski Yahudi halkı_" adına  İran’a kutlama mesajı gönderdi. İsrail’in sesi rdyosu tarafından fars dilinde yayınlanan mesajında Simon Peres  «asil İran halkı» değimini kullandı ve şunları söyledi : « Öyle sanıyorum ki İran ulusu isteklerine uymayan yöneticilerini devirecektir. Bu ülke çok zengin bir kültüre sahiptir. Tarihi dolayısıyle bu ülkeye bir taraftan hayranlıkla bakarken diğer yandan onun başına gelenlerden dolayı üzüntü duyuyorum
_

Uygarlık getiren saldırganlar

  

Türkiye Dış İşleri Bakanı sayın Ali Babacan “Afgan halkı ülkesindeki yabancı birlikleri işgal kuvveti olarak görüyor…”  dedi. Bakan, Afgan halkının bu görüşünü sanırım yanlış olarak niteledi, zira Bakana göre o ülkeye gelen o işgal kuvvetleri Afganlılara “barış ve medeniyet” getirmek üzere o topraklarda bulunuyorlar. Aynen Amerikan Birliklerinin Irak’ta bulunuşu gibi… Afgan halkı eğer barış ve medeniyetten yanaysa o işgal kuvvetlerine direnmemek ve o kuvveti sevmek zorundadır.

**Türkiye'**yı bundan doksan yıl önce işgal etmek isteyen Batılı güçler de bu topraklara “barış ve medeniyet” getirmek üzere gelmişlerdi, acaba Türkler o insanlara neden direniş gösterdi  ? şimdi Afganlılar neden direniş gösteriyor da “bu adamlar iyi ki geldi” demiyorlar… ? keşke Türkler de vaktiyle direnmeselerdi de “medeniyet ve barış” ülkelerine erkenden girip saltanat sürseydi.

Yeryüzünde bir başka ülkeyi işgal eden her askeri güç bu iddiayı taşımıştır. Dünya kuruldu kurulalı saldırgan saldırısına gerekçe olarak barış ve medeniyetten söz etmiştir. Hiç bir saldırgan kurbanına  “ben seni yok etmek üzere geldim” dememiştir. Saldırganlar kendilerine göre hep medeniyet (!) getirirler. Medeniyeti temsil ettiklerine yürekten inanmışlardır. Herkesi kendi medeniyetlerine uymaya çağırır, uymayanı öldürürler. İcat ettikleri uygarlık kavramına uymayanı, kendi manevralarını bozduğu ve gerekçelerini çürüttüğü için can düşmanı bilirler.

Medeniyeti istemeyenler direnirler… Bakan Babacan’a göre 1918’de Gelibolu harbinde İngiliz saldırısına “dur” deyen  Mehmet “medeniyetten” yana tavır koymamış “dünya barışına” katkıda bulunmamıştır. **İstanbul’**da limana yayılan 52 parça düşman gemisini gördüğü zaman “geldikleri gibi giderler” diyen Mustafa Kemal Paşa da düşmanı küçümsemek ve geriye göndermek üzere yola çıktığında “medeniyetten yana” olmadığını kanıtlamıştır…

Düşmanı asla topraklarına sokmayarak nesiller boyu direniş gösteren ve tarihin en şerefli savunma ordusunu meydana getirmiş olan bir millettin şu anda dış politikasını yürüten adamın haline bakın siz… Bu zat Mustafa Kemal Türkiyesi’ nin dış işleri bakanıdır. Yusuf Kemal Tengirşenk’in, Fuat Köprülü’nün, şehit bakan Fatin Rüştü Zorlu’nun makamında oturuyor.

  Afgan halkına ülkesindeki, yabancıları işgal kuvveti olarak görmemesini tavsiye eden bu bakanı derhal yerinden alaşağı edip oturduğu makam koltuğunu dezenfekte etmek gerekir… Mensup olduğu hükümetin bir daha böyle bir bakana görev vermemesi için siyasal iktidar ve adı ne olursa olsun ülkenin yönetici sınıfı önlem almalıdır. Türklerin bundan daha haysiyetli bir bakan çıkarması sanıldığı kadar zor olmamalıdır.

Yaşadığımız “uluslararası ticaret ve sanayi şirketleri” çağında ülkelerin, devletlerin ve halkların şeref ve haysiyeti artık eskisi gibi titizlikle korunamıyor, her şey “çözümler” adı altında yılışık pratik önlemlerle hallediliyor, devlet şerefinin adı “tabu” insan ve toplum haysiyetinin adı “gereksiz saplantı” sayılıyor, Bilmem ki biz eski kafalı insanlar, bu yeni düzene nasıl ve ne zaman alışacağız.

Dünyanın gidişatında gelmiş geçmiş cümle diplomatik kuralları, denenmiş ve geliştirilmiş ilkeleri,  devlet ciddiyetinden gelen sağlam düsturları, bir kenara bırakmayla ve en sonunda “devlet adına kurşun atmayla “  kim nereye kadar güçlü olacaktır merak ediyorum…

Buna devlet değil eşkiyalık derler.

Günün muhteşem incisi

Afgan   halkı  yabancı  güçleri işgal  kuvveti  olarak  görüyor
           Dış İşl. Bk. Ali Babacan 
                            Mart 2009

Ben mutlu olacağım

Sen yoksun !
Seni beklemek var.
Sen gelince,
Beklemek bitiyor ya…
İşte o **kötü.
**Sonra gidiyorsun,
İşte o iyi, yeniden
Beklemek başlayacak.
Belki uzun bir zaman,
Ve ben mutlu olacağım.