Atatürkçü ideoloji nedir ?

ali-baba.jpgYaşadığımız rejimin fikir babalarından baş müzakereci Ali Babacan, Baltık ülkelerinden Letonya’nın başşehri Riga’da  Atatürk ideolojisi için "içinde Atatürk’ten eser bulunmayan yapay bir ideolojidir” dedi. Ne demek istedi ? Haber doğruysa bu ilginç görüşün açıklanmaya ihtiyacı vardır.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bir bakanı kuruluşunun sekseninci yılında, bu devleti kuran ve yöneten bir rejim için “yapay” değimini kullandıysa bunun açıklamalıdır. Hatta bu açıklama o bakan, varsa partisi ve hükümeti için dahi bir zorunluluktur.

Ne demektir Kemalizm için “yapay” dır demek ? Bu rejim yeryüzünde gereksiz yere icat edilmiş bir rejim midir ? tarihsel hiç bir kökene dayanmayan bir rejim midir ? sebebi mevcudiyeti şüpheli bir siyasal akım mıdır ? muzaffer bir generalin siyasal kaprisi midir ? bir grup macera meraklısı harbiyeli gencin günlük eğlencesi midir ? Halkın temel dinamiklerine karşı zorla yürütülen bir dayatma sistemi midir ?

Acaba 44 yaşında genç bakan hazretleri Bir “doktrin olarak Kemalizm”e değil de onun  içini boşaltanlara mı dikkat çekmek istiyor ? “Atatürk ideolojisi vardı fakat kötüye mi kullanıldı” demek istiyor. O durumda farkına varmadan “Kemalizm” de karalamış olmuyor mu ? Her iki durumun bir “sürçü lisan” olduğunu kuvvetle varsayıyorum.

Siyaset acemilik kaldırmayan bir olgudur. Siyasiler tarafından söylenen her sözün, ileri sürülen her savın, takınılan her tavrın, toplum arasında, zaman ve mekan içinde sonsuza kadar uzanan ve hesaplanması çok zor olan akisleri vardır. Bu gün söylenecek bir özün yarın nerelere varacağı ? kimlere ulaşacağı ? bilinmez. Siyasinin her sözü karanlığa sıkılmış kurşun gibidir, kime rastlar, kimi deler geçer, kimi kanatır, kimi öldürür belli olmaz

Siyasinin ağzı, kapısı açık kalmış bir kuş kafesidir, Kelam kuş olup açık kapıdan uçup gitti mi, bir daha geri gelmez. Bunu önlemek için siyasi hayatta “Parti” denen gruplaşmalara yer verilmiştir. Partiler üyelerini belirli bir fikir disiplini altında tutar ve  bu çeşit “sürçü lisan” tehlikelerinden korurlar. İşledikleri suçları da örter, kendi üzerlerine alırlar.

baba.bmpŞimdi  bu “çiçeği burnunda” siyasal deneyimi emekleme çağında, genç ve yakışıklı bakanın kuyuya attığı taşı kim bulup çıkaracak ? Partisinin veya Hükümetinin yetkili organları bu işi nasıl ört bas edecek ? söyleyecekleri her söz; ileri sürecekleri her lakırdı yuvarlaması; akıllarına gelebilecek her fikir gevelemesi, tutuşan yangının üzerine hasır örtmekten öteye nasıl geçecek ?

Aslında “Devlet görevi” üstlenmiş bir bakanın bilerek yanlışlık yapacağına inanmıyorum. Ne var ki böylesine yüksek bir makamda kaza ile yapılan yanlışlık, bilerek yapılan yanlışlıktan daha vahimdir. Hiçbir “iyi niyet” iddiası bu çeşit “devletsel bir hatânın” üstesinden gelemez. Bu durumda hatâyı işleyenin derhal makamını terk ederek koltuğunu daha ehil ellere bırakması gerekir.

Atatürk ideolojisi yapay değildir. Tam tersine gerçek ve haklı bir ideolojidir. Türk halkının en az iki yüz yıl “eskiden yeniye” dönüş mücadelesinin özetidir. Son noktasıdır. Bu mücadelenin mantıksal sürecidir. Bu süreç iki yüz yıl liderini beklemiştir. Adı geçen ideolojinin temel taşını teşkil den Laiklik ve Cumhuriyet bu topraklarda Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri konuşulmaktaydı. Sultan III. Selim’i katledenler  Osmanlı sülalesini yeryüzünden kaldırarak yerine Laiklik ve Cumhuriyeti getirmek istiyorlardı. Gizli kalmış bu siyasi hareket Fransız İhtilal yönetiminin İstanbul’da vazifeli büyük elçisi general Sebastiani’nin raporlarında görülmüştür.

Atatürk ideolojisi yapay değildir. Türklerin devlet kurma geleneğinin çağdaş bir görüntüsüdür. Gazi hazretleri bu gerçeği şöyle ifade ediyor . “saldırganlar Osmanlı Devletini yok etmekle Türk milletinin unsuru aslîsini de yok ettiklerine inandılar, işte o noktada yanıldılar.”

mec.bmpAtatürk ideolojisi “milletin hayat damarlarının” kurumadığını görmüş bir ideolojidir. Bu gerçeği yıkılan Osmanlı’nın enkazı altında kalan eski devrin aydınları arasından pek az kimse fark etmiş, tek Gazi Mustafa Kemal Paşa dile getirmişti. Atatürk halka inanıyor ve Türk halkının ebedi yaşam gücüne tüm varlığı ile iman ediyordu. Bu yüzde Ankara’da kurduğu Millet Meclisi’nin üzerine “Hakimiyet milletindir” yazmıştı. Yeni devlet her yönü ile çöken Osmanlı toplumunun içinde varlığını tüketmiş çakma aydınlara değil, genç ve diri Anadolu insanına dayanacaktı.

Türkiye Cumhuriyeti bir “Halk Devletidir” Bunu kuranlar böyle istemişlerdi. İdeolojisi Halkçılıktır. Şimdi Anayasa yapmaya kalkışanlar bu söze hiç itibar etmiyorlar. “Milli hakimiyet”in adını anmıyorlar.  Devletin kuruluş amacına ve felsefesine hiç aldırmıyorlar. Bir anayasa profesörü “milli hakimiyet prensibi’nin modası geçmiştir” dedi. Acaba yerine ne gelmiştir ? sormalı. Teknoloji mi ? bilgi mi ? modern yönetim araçları mı ? bütün bunları yönetecek olan yine insan olduğuna göre insan iradesi nereye gidiyor ?

Sayın bakan Ali Babacan’a öncclikle “milli hakimiyet”i sonra Atatürkçülüğü sonra da Türkiye devletinin 80 yıldır Dünyaya verdiği mesajı öğretmeli. Bunu “vatandaşlık” derslerinde başarılı bir ilk öğretim öğrencisi dahi becerebilir.

Ülke Hırsızlara Emanet

cami.jpg

(Arşiv'den)

Yenicami Hünkar Mahfilinde çalışma sürüyor... Buraya belirli zamanlarda, düzenli aralıklarla gelen hırsızlar, hafta ortasında geri kalan çinileri de götürdüler... Gelecek hafta Mihrabın çinilerini sökmeye başlayacaklar... En sonunda Camiyi kökünden söküp götürecekler...

Bari uygun bir yere koysalar... Cemaat secdeden başını kaldırdığında kubbe yerinde olmayacak... Sünneti kılarken yağmur yağarsa, cıvardaki camilerden birine sığınabilirler... En yakın Rüstem paşa...O’nun da depremden kubbeleri çatladı... Yarıklardan içeriye güvercinler giriyor... Geçen depremden sonra temeldeki çatlaklardan fareler geçerdi, şimdi o fareleri kovalayan kediler de oralardan geçiyor...

Arpacılar ve Hidayet Camileri de Yeni Cami’ye yakındır... Kubbesi çalınan caminin cemaati açıkta kalmaz namazlarını eda ederler, Hak c.c. kabul buyursun. Namaz her yerde kılınır, zaten böyle çinili, boyalı, süslü cami yapmak da İslami edebe aykırıdır... Padişaha namaz için özel bölme yapmışlar... ne gereği oluyor... ? Cumhuriyetin Cumhurbaşkanları gibi halk arasında kılamazlar mı namazlarını ? Bana kalırsa Sultan camilerinin tüm hünkar mahfillerini söküp atmalı meraklısına satmalı, parası yoksa hediye etmeli... tarihi ayıptan kurtarmalı...

Yeni Cami Hünkar mahfilini soyanlar böyle asil bir duygunun esiri olabilirler... Buna biz yanlışlıkla “soygun” demiş olabiliriz... Vakıflar İdaresi Baş Müdürü “çaresiz kaldık” demiş... Çareniz yoksa orada neden oturuyorsunuz...? çaresi olan birilerini bulmalı... Adam malı koruyamıyor... yerini de terketmiyor... demek ki bu soygun değil, başka bir şey... Bir çeşit çini sevkiyatı... Acaba çalmasınlar diye götürüp kasaya mı koyuyorlar...? Böyle soygun olur mu ? Eğer bu olay gerçekten bir soygunsa, şerefsiz bir soygun ... Adını yanlış koymuşlar...

safiye.jpg İstanbul Yarımadasının ikinci tepesine doğru manzarasını kapayan Eminönü’ndeki Yenicami’ nin kötü bir kaderi var... İnsanlar gibi yapılar da belirli bir kader cizgisi yaşıyorlar. Bu camiin planları 1574 yılında tahta çıkan 14. Osmanlı Padişahı III.Mehmet'in anası Venedikli Baffo, yani Safiye Sultan ‘ın parasıyla 1598’de mimar Davut Ağa tarafından yapıldı. Bir ay sonra mimar Davut ağa bir veba salgınında öldü, yerine Dalgıç Ahmet Çavuş geçti. Dalgıç Ahmet, Davud Ağa’nın yaptığı planlara göre altı yıl çalıştı...Islak zeminde Cami’in temelleri bir türlü tutturulamıyordu. Kazılan çukurlara dolan suları boşaltmak için manda, öküz bağlı tulumbalar günler geceler boyu çalışıyordu. Sonunda Halicin çamur deryasına, Taraklı dağlarından kesilmiş yüzlerce şimşir kazık çakıldı. Nihayet yan duvarlar yükseldi...

Tam kubbe’ye sıra gelmişken 1603’te devrin padişahı III. Murad öldü. Anası Safiye Sultan o zamanın Saray geleneklerine göre Eski Saray’a nakledildi. Çalışmalar durdu. İnşaatın bu ilk devresinde Mimar Kasım Ağa hesapları tutmakla görevlendirilmişti. Yolsuzluğu görüldü işten atıldı. Yerine Kara Mehmet Ağa tayin edildi. Bir ay sonra onun da yolsuzluğu görüldü, işin son verildi. İnşaata güvenilir eleman bulunamıyordu.  Aradan 57 yıl geçti. 1660 yılında bölgede büyük bir yangın oldu. Yangından sonra etrafı dolaşmaya çıkan devrin Valde sultanı, IV. Mehmed’in anası Hatice Turhan Sultan, yangından sonra ortaya çıkan duvarları gördü. Camiin bitirilmesi için hemen emir verdi. O zaman mimarbaşı olan Hacı Mustafa Ağayı görevlendirdiler.  Ancak Cinci hoca müzevirlik etti. Hacı’yı attılar, yerine yine Kasım Ağa’yı getirdiler.  Ağa, yeniden geldi ve üç yılda inşaatı bitirdi...

imagescaik3ywm.jpgİmparatorluğun son zamanlarında Yeni Camiin medresesi ve darül kurrası yıkılarak yerine Osmanlı Bankası yapıldı. Yeni Cami 1943’te Eminönü meydanı açılırken ihata duvarlarını ve Mısır Çarşısına bakan büyük kapısını kaybetti... Eski Bizans surlarının onarımı ile düzenlenen çevre duvarları muhteşem kapısı ile birlikte yok oldu...1950’lerden sonraki bir yol çalışması sırasında da güney duvarında bulunan iki değerli büyük saatle birlikte muvakkıthanesini kaybetti... Şimdi denize kayıyor... Zira son yer altı geçidi ve STF’nin yeni köprüsü yapılırken üç yüz yıldır çamurlar içinde Camiin önününü keserek denize uçmasını engelleyen Taraklı dağlarının şimşir kazıkları sökülüp atıldığı için, Dört mimarın 60 yılda diktiği eser, Halicin sularının altındaki yeni mekanına doğru yol alıyor...

Bana kalırsa hırsızlar işi anladılar, hiç olmazsa çinileri kurtaralım diyorlar... Ülkemiz ve eserlerimiz hırsızlara emanet... Birkaç gün önce akşam karanlığında köprüden yürüyordum. Karşımda Yeni Cami hür edasıyla belirdi... Işıklar içinde bir insanlık şaheseriydi. Köprünün demirlerine dayanmış iki kişiye yaklaşarak sordum - Dedem buralarda bir cami yaptırmış, acaba şu arkanızda görülen olmasın... ? Dönüp baktılar, bir de bana baktılar –Hayır dediler, bu olamaz...- Pekiyi bu caminin adı ne ? Bilemediler... Düşündüler bulamadılar... Hırsızlar kadar dahi bilgileri yoktu... [arşiv'den)

Önderimiz Ancak O’dur

ata.jpg

(arşiv'den)

En yakın arkadaşı İsmet İnönü Atatürkü şöyle anlatıyor: “Atatürkün genç zabitliğinde bilmediğimiz,meydana çıkmamış vasıfları büyük vazifeler karşısında bulundukça kendini göstermiştir. Büyük hassaları vardır. Karar sahibidir, kararları açıktır. Ve bir defa karar verdikten sonra onu tatbik ettirmek için şahsiyeti çok tesirlidir. Mesela kumandanlıkta bu hassası bilhassa dikkat çeker.

Muharebe meydanında yürütmek istediği muharebe şeklini,tertipleri en uzak yerde bulunan askere kadar duyurur,onun üzerinde kendi iradesini ve azmini behemahal sirayet ettirir. Bu, bir kumandan için en büyük hasletlerden biridir.Askerlik vasıfları hakikaten yüksektir. Her millette,her devirde yüksek vasıfta kumandan sayılır. Siyasi vasıflarının daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu ikisi birleşince Atatürk’ün şahsiyeti müstesna bir ölçüye çıkmış oluyor.

Siyasi vasıfları hakikaten çok yüksektir. Milli Mücadelenin askeri safhada idaresi kadar siyasi idaresi de naziktir Hatta daha nazikti denilebilir. Atatürk siyasi safhanın idaresinde de aynı derecede maharetli, daha maharetli olmuştur. Mesela benim kannatimce Milli Mücadelenin bir millet meclisi kurularak onunla beraber yürütülmesi son derecede güç,fakat harikulade isabetli bir karar olmuştur.

Padişah idaresi ,saltanat idaresi bütün tarihten gelen mekanizma hayati bir mücadelede karşı tarafta bulunuyor... Bunun karşısında Büyük Millet Meclisi kurulabiliyor ve Millet Meclisinde ihtilalciler bir hükümet teşkil ederek mücadeleyi devam ettirebiliyorlar. Askeri sahada, iç ve dış siyaset sahasında bu, harikulade bir buluştur. Emsali de hemen hemen yok gibidir. Zannediyorum anlattığım meziyetlerden sadece bir tanesi bir insanın hayatını dolduracak kuvvette ve ehemmiyettedir.”  Kaynak: İnönü Atatürkü anlatıyor. Abdi İpekçi, Cem Yaynevi İst. 1968 Shf. 35)

Bir başka yakın arkadaşı, Rauf Orbay da O’nu şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal Paşa telgraf makinesi başında bir dakika içinde askerlikten istifa ve Padişahça da askerlikten uzaklaştırılmış olarak her türlü sıfat ve yetkilerinden bir anda sıyrılmış,fakat gerçekte yine o anda,değme millet ferdinin, hatta o zamanki hükümdar ve hükümetin dahi mazhar olamayacağı itibar, şeref ve kudret ile, en yüksek mertebeye ulaşmış bulunuyordu.

Mustafa Kemal Paşa sayısız meziyetleri, hasletleri ile istihkak ederek ulaştığı bu “Milli Mücadele önderliği” mertebesini yeryüzünde misli görülmemiş derecede çetin şartlarla savaşmayı gerektiren bu mücadeleyi,şan ve şerefle sona erdirerek,aziz vatanı kurtarıncaya kadar hakkıyla muhafaza eyleyerek kendisine inanmış olanların hepsini, bütün bir milleti şad etmiştir. Başından sonuna kadar, mücadelenin içinde bulunmuş bir insan olarak bütün samimiyetimle tarih huzurunda itiraf ederim ki; o olmasaydı bu vatan ve bu millet,bu kurtuluşu,böylesine tam ve şan ve şerefle ,kolay kolay idrak edemezdi.

Bu gerçeği itiraf ederken, Mustafa Kemal Paşa’ nın, bütün sıfat ve yetkilerinden sıyrılıp bir millet ferdi haline geldiği zaman, “önderimiz ancak o olabilir” diye O’nu Padişah’a, hükümete ve düşmanlarının tazyıkına rağmen, kendi yetkileriyle techiz ile baş tacı edip emrine girmek suretiyle vatanseverlik, fedakarlık ve nefis feragatini göstermiş olan Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’ların  kurtuluş davasındaki hassasiyetlerini de unutmak büyük nankörlük olur...” (Kaynak:Rauf Orbay’ ın hatıraları,Yakın Tarihimiz, Cilt 3.Shf 52.)

Bu gün Mustafa Kermal Paşa’nın ölüm yıldönümü...64 yıl önce fani hayatına son veren Atatürk, yerine koskoca bir ülke ve sağlam bir rejim bırakmıştır...Devrine onunla birlikte yaşayan pek çok dünya liderinin kurduğu düzen bozulmuş, O’nunki sağlam kalmıştır... Nazi Almanyası ve Stalin Rusya’sından yeryüzünde eser yoktur... Ama Atatürk ve arkadaşları aracılığıyle Türkiyede kurulan Cumhuriyet  rejimi, uzun bir maziye dayanan temelleriyle ayaktadır... Osmanlıdan başlayan bu temeller,gün ışığına çıkarak yeni, modern ve çağdaş bir devlete dayanak olabilmek için en az iki yüz yıl liderini aramıştır...

Atatürkü anlamak çağı anlamak ve geleceğe ışık tutmak anlamını taşıyor...Türkiyenin tek şansı budur. Her yıl anma törenleri yapılıyor...Bu törenler İnönünün değimi ile “ebedi şef”in temel direktiflerini hatırlamaya yarayacaksa çok şey kazanacağız... aksi halde resmini duvara asıp önünde tapınmakla geçen yıllara yazık olacaktır.(arşivden)

Eski zaman resimleri

psss.jpg PAŞA EĞLENİYOR, Rumelihisarı sırtları: yağlıboya tablo 155X250 Cm. Ressam:Joseph Warnia-Zarzecki, İstanbul 1896, (1988'de Londra'da 92.000 sterlin'e satıldı)

no comment !

mouammar-kadhafi-et-nicolas-sarkozy.jpg Kaddafi-Sarkozy, Elysée Sarayı 2007 Courtoisie: Paris MATCH

Cumhuriyet erdem demektir

cumhuriyetin-85-yili.jpg Yunanlı Platon devlet ve halk ilişkileri’ni uzun uzun irdelerken en iyi yönetim biçiminin halkın kendi gücünden çıkması gereğine inanmıştı. Ancak bu halk gelişmiş bir halk olmalıydı. Böyle bir halkın yaşadığı bir şehir hayal ederek adını “ Cité Model” koymuştu... “Model şehir.”

Doğu’nun adını değiştirerek “Eflatun” dediği bu aydın adamın, yine Doğu’daki örneği Farabî, bu  kelimeyi “el medinet ül fazıla” olarak çevirmiş : “Fazıl insanlar, erdemli ,insanlar şehri..” demişti.

Erdem” in eski adı fazilettir. Fazilet: yüksek değerler, anlamındadır. Faziletli insan: yüksek değerlere sahip, gelişmiş, ilkellikten kurtulmuş, vahşetten uzaklaşmış tüm yaratıklara karşı derin bir sevgi ve anlayışla dolmuş, bu hali tüm hayatına yaymış insandır. Kısaca “adam olmuş” insan demektir.

İnsanlık bu ideale kolay ulaşmamıştır. Kaoslar çağında ve mağara devrinde  ağır  ilkellik yükü altında yaşayan insanın, çektiği tüm maddi ve manevi sıkıntılardan kurtulması yolunda  “erdem” idealine ulaşması yüzyıllara bağlı kalmıştır. Krommalion’dan Neandertal’e oradan Homo Sapiens’e geçmek için hatta fiziki evrim gerekmişti. Bu hal “tekerleğin keşfinden” de önemlidir.

Cumhuriyet Fransızcada “republique” oluyor. Yani “insan topluluğu” demektir. Bu insan topluluğunun sözü geçen yüksek değerlerle bir araya gelmesi için “erdemli” faziletli, kişilerden kurulu olması gerekiyor. Aralarında erdemsizler de bulunabilir ama kamu yaşamında ve genel atmosferde “erdem” şarttır. Erdem Cumhuriyetin temelidir. Cumhuriyet erdemli insanlar topluluğudur.

Türk tarihinde belirli aralıklarla bunun örnekleri görülmüştür. Tarih topluluğumuzun, var olma nedeni olan yüksek değerleri bazen kaybettiğini, bu değerlerin sislendiğini, hatta silinmeye yüz tuttuğunu göstermektedir. Küçük Asya tarihinde son bin yılda üç defa yaşanan bu sislenmenin, yine toplum dinamikleri ve ulusun yaşama gücü ile aşıldığı anlaşılmaktadır.

baba-ilyas.jpgAnadolu’da 12 ve 13. yüzyıllarda Konya merkezli Selçuk devleti sıkıntılı günler yaşıyordu. Devlet Asya’dan devamlı kopup gelen ve “göçerli” adını taşıyan Türkmen boyları ile daha önce şehirlere yerleşmiş ve bir şehir medeniyetinin ilk işaretlerini vermiş “oturaklar” arasındaki çekişmelerden zorlanıyordu. Asyalı’ların eski ve köklü uygarlıkları, Batı’da değişime uğrayan “oturakların” yeni yaşam biçimleri ile bağdaşmıyordu. Büyük bir çelişki doğdu. Sonunda Selçuk devletinin askerleri 1240 Malya ovası katliamında 60.000 Türkmeni katlettiler. Devlet son savaşını kendi halkına karşı vermişti.

Bu çöküntü’den sonra geriye kalan bir avuç erdemli insandan Osmanlı İmparatorluğunu ilk kadrosu doğmuştur. Şeyh Edebali, Osman Gazi, Geyikli Baba’nın duasını alan Orhan Gazi ve Muradı Hüdavendigar ve Fatih Sultan Mehmet  gibi sultanlar 600 yıl aralıksız sürecek bir devletin temelini atmışlardı. Ondokuzuncu yüzyıla kadar kadar gelen bu devlet o çağda sarsıntıya uğradı. Askeri Sarayına düşman oldu. Sultan II. Mahmut'un emriyle  Saray Kışlayı topa tuttu. Bu devlet de son zaferini kendi halkına karşı kazanmıştı.

Ancak yıkılış uzun sürdü. Toplumun Kadroları çöktü ve dağıldı. 1912 Balkan savaşında kumandanları birbirine düştü, ordusu savaş meydanlarından kaçtı. Aralarında bir grup yürekli ve erdemli asker Çanakkale destanını yarattılar lakin şecaat ömrünü tamamlamış devleti kurtarmaya yetmedi.

ata-cakmak-karabekir.jpg

Osmanlının yıkıntıları arasından belini doğrultabilmiş bir grup yiğit ve erdemli asker Cumhuriyete giden yolu açtılar. Türk tarihi bir kere daha kendini yenilemiş ve toplumun dinamikleri ve yaşama gücü mert bir liderin başkanlığında yeniden bir araya gelmişti. Bu fevkalade değerli tarihi olayı Gazi Mustafa Kemal Paşa şu cümlelerle dile getirmişti : “ İşgalciler Türkiye’nin ordusunu yenmekle unsur u aslîsini de ele geçirdiklerini  zannetmişlerdi, işte orada yanıldılar”

Gazi’nin “unsur u aslî” dediği işte o erdemli insanlardır. Bu insanlar bu toplumun içinde her zaman vardır ve her zaman yeni yeni “dürüst devletler” çıkarma gücüne sahiptirler. Rabbim onlara zeval vermesin. İmparatorluk, sultanlık, cumhuriyet devletin çeşitli atlarıdır. Esas olan “Türk Devleti” dir ve bu devlet “erdemli” devlettir. Hep böyle olacaktır. Buna biz “Devlet-i ebed müddet” deriz. Yani “sonsuza kadar devlet..” Bu ülkenin has evlatlari Devlet ve Cumhuriyete hizmet edeceklerse “erdemli” olmak durumundadırlar.  Rabbim nasip etsin.

ata.jpg

Bir Düşünürün çilesi

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

dr_hikmet_kivilcimli.jpg

Fatih Çekirge'in bu gün Hürriyet'te yayınlanan yazısı: Olası Yüksek müsaadeleri  ile buraya alıyorum

MÜCADELEYE Yörük Ali Efe’nin çetesinde Kuvayı Milliye gönüllüsü olarak başladı.Köyceğiz’de Kuvayı Milliye Askeri kumandanı oldu.

Vefa Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdi ve gençlik hareketine katıldı.Emperyalizmle mücadelesine orada da devam etti.KP Merkez Komitesi’ne girdi. Ve işte o andan itibaren bütün hayatı siyasi bir mücadeleye dönüştü.

70 yıllık ömrünün tam 22.5 yılını cezaevinde geçirdi. Sorgular, gözaltılar ve kürek cezası...Nâzım Hikmet’le birlikte 15 yıl hapis cezası aldı.Cumhuriyet’le birlikte Kuvayı Milliye için eline aldığı silahı bırakıp, kaleme sarılmıştı.Ant dergisinden, Tarihsel Maddecilik Yayınları’na kadar yazdı... Yazdı... Yazdı...

60’ı aşkın kitaba imza attı.Türkiye sosyalizminin kuramsal damarlarından birisi oldu.Hayatı boyunca inancı için mücadele etti.“Ne bir haram yedi! Ne cana kıydı!” Üniversite yıllarımızda evlerimizin gizli bölmelerinde saklardık kitaplarını.Çünkü yazdıkları polis takibindeydi. Onu okuyan, konuşan, adını söyleyen fişlenirdi.

Ve nihayet, 12 Eylül darbesinde kitapları “suç delili” olarak kabul edildi.Onu okuduğu için çoğu genç üniversiteden atıldı, hapisler yattı, işkenceler gördü.Aradan 30 yıl geçti.

Ve geldik bugüne...

Dün baktım;

Milliyet gazetesinin Ankara muhabiri Meriç Tafolar yazıyor:**“Dün 5 gencin evine yapılan baskında suç unsuru diye el konulan kitaplar arasında Hikmet Kıvılcımlı’ya ait kitaplar da yer aldı.”**İnanamadım. Bir daha okudum. Ajansları taradım.Polis Samsun, Hatay ve İstanbul’da evleri basıyor.

- Niye basıyor?

Bilmiyoruz.Gençleri gözaltına alıyor.

- Niye alıyor?

- Bilmiyoruz! Ama bildiğimiz bir tek şey var. O da Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kitabının suç delili olarak kabul edilmesi...Döndük mü 30 yıl geriye...

Kuvayı Milliye’de düşmanla savaştıktan sonra eline bir tek kez silah almamış Kıvılcımlı’nın düşünceleri, kitapları suç unsuru oldu yine...Şu hale bir bakın:

- Türkiye Büyük Millet Meclisi Deniz Gezmiş’in itibarını iade ediyor.

- Kültür Bakanlığı Nâzım Hikmet’in mezarına çiçek koyuyor. Vatandaşlığını geri veriyor. Ama o Meclis’e hizmet eden polis Kıvılcımlı’nın kitaplarını suç delili kabul ediyor...Ne anladık şimdi bundan...Aynı devlet dağdaki PKK’lıya “Silahı bırak gel siyaset yap” diyor...Ama elinde silah olmadan şehirde siyaset yapanları gözaltına alıyor...

Peki ne anlayacağız bundan?

Şimdi ben merak ediyorum;Ömrünün üçte birini düşünceleri ve yazdıkları yüzünden cezaevinde geçiren Hikmet Kıvılcımlı’nın kitapları 50 yıl sonra “ileri demokrasi” diyen bir Türkiye’de nasıl gözaltı gerekçesi oluyor?Bunun bir açıklaması olmalı. Mesela Adalet Bakanlığı bir açıklama yapmalı.

Bilmediğimiz “gizli bir silahlı terör örgütü(!)” varsa bunu da ortaya koymalı.

Yeter artık!

Biz kitapların yasaklandığı, düşüncenin suç sayıldığı yıllarda büyüdük. Bir özgürlük ve medeniyet umuduyla yaşlandık, ölüyoruz... (Hürriyet-Fatih Çekirge 29 ekim 2011)

Batı Liderleri öldürür

liderler.jpg Batı'nın öldürdüğü üç lider: Saddam Hüseyin:Irak Zülfikar A.Butto:Pakistan Muammer Kaddafi:Libya

Soru ve Cevap

  1. libya.jpg

  2. İSA AVCI 28 Ekim 2011 08:21 Düzenle

    Siyasi yazılara yorum yapmak bana göre değil. Taraf olmak korkusundan değil, siyasetin kirli yönünü sevmediğimden. Geçen ay bir tarih dergisi 100 yıl önce Libya’da Osmanlı izleri adlı bir fotoğraf kitapçığı verdi. Fotolara tek tek baktım. Ecdada baktım, mazlum ve mahsun libyalılara baktım hüzünlendim. İnşaallah gelecek Libyasında bir daha kan ve gözyaşı olmaz

  3. nezihuzel 28 Ekim 2011 11:57 Düzenle

    Siyaset hayatımızın kendisi, ilgilenmemek olmuyor, ben birkaç defa denedim beceremedeim. Siyasetin ne bela birşey olduğunu en iyi bilenlerdenim,ama yan çizemiyorum.Gandi Rabindranaht Tagor’a haber yollamış “Hindistan ateşler içinde önce vatanı kurtaralım sonra hep beraber çalgı çalar, oynarız” demiş. Tüm gazetecilik hayatım boyunca “siyasi yazma,siyasi yazan çok, sen kültürel yaz” diyenlere hep bu öyküyü anlattım. Türkiye’nin tüm çevresi yanarken ben nasıl olur da müzik yazılarına öncelik veririm. Koskoca bir ülkenin koskoca bir dış işleri bakanı'nın, bir avuç çöl serserisi kaatile bir devlet başkanı için “öldürün onu” diye emir verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu işe dayanmak kolay değildir. İttihatçılar rahmetli Süheyl Ünver hocamızın dayısını Sinob’a sürgün ederken dayı bey gemiye bineceği sırada tıbbiye talebesi genç süheyl’i yanına çekerek “euzubillahiminessiyaset” de bakayım, demiş. Hoca bunu hep anlatır ama o da zaman zaman “ahvali dünyeviyeye” ait sözler söylerdi. Kanımca bir sentez uygulamak gerekiyor. Aydınlar bu işi başarmalı.. Sağlıcakla kalın.

Cumhuriyet Ulusun Hakkıdır

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

ataturk.jpg

(Arşiv'den)

Yakın zaman Türk siyasal yaşamının Osmanlıdan Cumhuriyete geçişi bu yıl 79. yılını kutluyor...Gelecek sene seksen olacak...Ortaasya çıkışlı Türk Ulusu 80 yıldır Cumhuriyet adını taşıyan bir yönetim biçimi altında... Aslında bu şekil bir Batı geleneğidir....Doğu toplumlarında insanlar güvendikleri bir şefin ve sülbünün etrafında toplanarak o ne derse onu yaparlar...Cumhuriyet ise yaşamla ilgili siyasal kararların tüm ulusun birleşmesiyle verildiği bir  yönetim biçimidir. Bu Yönetimde bir de parlemento var...Yani ulusun seçtiği temsilciler bir yerde toplanıp konuşacak.... Bu da Kuzeyde denizlerde yaşayan Viking’lerin icadıdır...

Eskiden dünyada kral ve soylulardan oluşan diyet meclisleri vardı...Orta Asya’da hükümdar ve kurultaylar... Cumhuriyetler, Kralların ve İmparatorların karar ve yaptırım gücü azalarak, halkların gücü öne geçtiğinde kuruldu... Bu bir siyasal rüşt ispatıdır... Önce Tanrı-Kral, sonra Kral, sonra da Halk ve meclisi... şimdi o noktadayız...Yani gelişen ve siyasal kudretini ispat eden “halkın” fiilen yönetime el koyması...

Bu sosyolojik tarihsel gelişme, kolay olmamıştır.En ileri örnek 1789 Fransız Devrimi... Fransızlar, özellikle Marsilya’ dan gelen bir kısım öfkeli insanlar, Paris’te krallarını devirip hep birlikte tahta kendileri oturdular... Yaptıkları işe de “Cumhuriyet” adını koydular... Pek çok da adam öldürdüler... İhtilalin babalarından Saint Juste, Halk meclisinde ağır bir direnişle karşı karşıya kalınca :“ondört yüzyılın pisliğini, başka türlü temizleyemem, babamı bile giyotine gönderirim...” dedi.

giyotin.jpg

1789 Fransız devrimcileri, halk iradesine akıl erdiremeyenleri her sabah saman arabalarıyla giyotine gönderirlerdi. Günde 2000 kişinin kafasını kestiler.. Madam Tussault kesik kafaları mumyalayıp müze kurdu. Sonra korkup İngitere'ye kaçtı.

Cumhuriyet halk egemenliğidir. Halkın kendi kendine sahip çıkışıdır. Bunun teknik yaptırım aracı da “demokrasi”dir. Şimdilerde ekonomisi de gelişerek çeşitli aşamalardan sonra “serbest ticaret” oldu. Ancak“demokrasiler ve Cumhuriyetler henüz serbest ticareti “eşkiyalıktan” kurtaramıyorlar...Belki bir gün ona da güçleri yetecektir... ,

Halk iradesi kavramının gelişmesi ülkemizde de kolay olmamıştır... İstanbul’da Bir buçuk asır önce  “Mizan:Terazi”isimli bir gazete çıkaran Sultan Aziz devri aydınlarından “Mizancı Murat bey” için Milli İrade ve parlemento sistemi “ümmül habais” Yani “kötülükler anası” dır. Murat bey için bir ülkeye yapılacak en büyük fenalık, o ülkeyi Fransızlar gibi halkın iradesine ve idaresine bırakmaktır...O çağda halk pek “aşşağılık” görüldüğü için, sadece Murat bey değil, devrin önde gelen tüm aydınları “yakinen izledikleri Fransız ihtilalinden beri devlet, sokaklarda koşuşan serserilere teslim edilir mi ?...” düşüncesindedir. Devleti asiller, soylular, zenginler ve hocalar yönetecek...Halk onlara uyacak...

cum.jpg

Ulusal kaderimizin  şu muhteşem cilvesine bakınız ki, o tarihten yaklaşık altmış yıl sonra Osmanlı yıkılmış, tüm kurumları ile tarihe gömülmüş, Ankara’da halk egemenliği ve Parlemento kurulmuş ve üzerine “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılmıştır.  Acaba Murat bey o yazıyı görseydi ne şekle girerdi ?...Halkın bir gün devletini, soyluların elinden alacağına hiç de inanmamıştı Murat bey...Şimdi de bazılarının “soysuz”lardan kurtulamayacaklarını sandıkları gibi...

Seksen yıllık Cumhuriyetimiz , Asya’dan kalma “tek şef ve hanedan çevresinde “toplanma geleneğinin kırılışıdır...Toplumun rüştünün ispatıdır...Bu gerçek, 29 ekim 1923’te akşam saat 18.45’ te toplanan Büyük Millet Meclisinde okunan,Anayasa Komisyonu tutanağında şöyle dile getirilmişti : “Ulusumuzu esenliğe ve mutluluğa ulaştıran ve tam bağımsızlığa kavuşturan ,Tanrının da beğendiği, kutsal mücadelede, ulusal egemenlik temeli kesinlikle kabul edilmiş ve hep buna uyula gelmiştir.Bu usulün soylu ulusumuza ve şartsız ulusa ait olması ve idare usulünün ulusal kaderin ulusça yönetilmesi temeline dayalı bulunması Cumhuriyet demek olduğundan kişisel saltanatı kesinlikle kovucu olan bu kelimenin kullanılması ve Türkiye Devletinin hükümet şeklinin cumhuriyet gibi olması  hakkındaki Anayasa maddesinin bir fıkra ile açıklanması hukuka ve işin gereğine uygun görülmüştür.”

Cumhuriyetin ilk işareti 21-22 haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa tarafından Amasya tamiminde şöyle dile getirilmişti: “ Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır...” Ve Paşa daha sonra Nutukta şunları söylemişti: “ hükümet milli egemenlik esasına dayalı halk hükümetidir. Cumhuriyettir..”

images2.jpg

Seksen yıl önce Ankara’da kurulan “Cumhuriyet” ulusumuzun hakkıdır. Ve Cumhuriyet giderek gelişmesinin doruklarına varmış her ulusun hakkıdır... Diktatörlük bunun tersi... Halkların kötü kaderi... Neye yarar ki, Roma’yı yıkan tiranların kahrolası kuyrukları hâlâ yaşlı dünyada varlık savaşı veriyorlar... Cumhuriyet bayramınız kutlu olsun... Dünyadaki tüm tiranların tamamen silinip yok olacağı günleri beklerken övgülerimiz, şu Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Paşa ve çevresindeki erdemli vatandaşlaradır. Örnek insanlarmış. (Arşiv'den)