Yaşadığımız rejimin fikir babalarından baş müzakereci Ali Babacan, Baltık ülkelerinden Letonya’nın başşehri Riga’da Atatürk ideolojisi için "içinde Atatürk’ten eser bulunmayan yapay bir ideolojidir” dedi. Ne demek istedi ? Haber doğruysa bu ilginç görüşün açıklanmaya ihtiyacı vardır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bir bakanı kuruluşunun sekseninci yılında, bu devleti kuran ve yöneten bir rejim için “yapay” değimini kullandıysa bunun açıklamalıdır. Hatta bu açıklama o bakan, varsa partisi ve hükümeti için dahi bir zorunluluktur.
Ne demektir Kemalizm için “yapay” dır demek ? Bu rejim yeryüzünde gereksiz yere icat edilmiş bir rejim midir ? tarihsel hiç bir kökene dayanmayan bir rejim midir ? sebebi mevcudiyeti şüpheli bir siyasal akım mıdır ? muzaffer bir generalin siyasal kaprisi midir ? bir grup macera meraklısı harbiyeli gencin günlük eğlencesi midir ? Halkın temel dinamiklerine karşı zorla yürütülen bir dayatma sistemi midir ?
Acaba 44 yaşında genç bakan hazretleri Bir “doktrin olarak Kemalizm”e değil de onun içini boşaltanlara mı dikkat çekmek istiyor ? “Atatürk ideolojisi vardı fakat kötüye mi kullanıldı” demek istiyor. O durumda farkına varmadan “Kemalizm” de karalamış olmuyor mu ? Her iki durumun bir “sürçü lisan” olduğunu kuvvetle varsayıyorum.
Siyaset acemilik kaldırmayan bir olgudur. Siyasiler tarafından söylenen her sözün, ileri sürülen her savın, takınılan her tavrın, toplum arasında, zaman ve mekan içinde sonsuza kadar uzanan ve hesaplanması çok zor olan akisleri vardır. Bu gün söylenecek bir özün yarın nerelere varacağı ? kimlere ulaşacağı ? bilinmez. Siyasinin her sözü karanlığa sıkılmış kurşun gibidir, kime rastlar, kimi deler geçer, kimi kanatır, kimi öldürür belli olmaz
Siyasinin ağzı, kapısı açık kalmış bir kuş kafesidir, Kelam kuş olup açık kapıdan uçup gitti mi, bir daha geri gelmez. Bunu önlemek için siyasi hayatta “Parti” denen gruplaşmalara yer verilmiştir. Partiler üyelerini belirli bir fikir disiplini altında tutar ve bu çeşit “sürçü lisan” tehlikelerinden korurlar. İşledikleri suçları da örter, kendi üzerlerine alırlar.
Şimdi bu “çiçeği burnunda” siyasal deneyimi emekleme çağında, genç ve yakışıklı bakanın kuyuya attığı taşı kim bulup çıkaracak ? Partisinin veya Hükümetinin yetkili organları bu işi nasıl ört bas edecek ? söyleyecekleri her söz; ileri sürecekleri her lakırdı yuvarlaması; akıllarına gelebilecek her fikir gevelemesi, tutuşan yangının üzerine hasır örtmekten öteye nasıl geçecek ?
Aslında “Devlet görevi” üstlenmiş bir bakanın bilerek yanlışlık yapacağına inanmıyorum. Ne var ki böylesine yüksek bir makamda kaza ile yapılan yanlışlık, bilerek yapılan yanlışlıktan daha vahimdir. Hiçbir “iyi niyet” iddiası bu çeşit “devletsel bir hatânın” üstesinden gelemez. Bu durumda hatâyı işleyenin derhal makamını terk ederek koltuğunu daha ehil ellere bırakması gerekir.
Atatürk ideolojisi yapay değildir. Tam tersine gerçek ve haklı bir ideolojidir. Türk halkının en az iki yüz yıl “eskiden yeniye” dönüş mücadelesinin özetidir. Son noktasıdır. Bu mücadelenin mantıksal sürecidir. Bu süreç iki yüz yıl liderini beklemiştir. Adı geçen ideolojinin temel taşını teşkil den Laiklik ve Cumhuriyet bu topraklarda Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri konuşulmaktaydı. Sultan III. Selim’i katledenler Osmanlı sülalesini yeryüzünden kaldırarak yerine Laiklik ve Cumhuriyeti getirmek istiyorlardı. Gizli kalmış bu siyasi hareket Fransız İhtilal yönetiminin İstanbul’da vazifeli büyük elçisi general Sebastiani’nin raporlarında görülmüştür.
Atatürk ideolojisi yapay değildir. Türklerin devlet kurma geleneğinin çağdaş bir görüntüsüdür. Gazi hazretleri bu gerçeği şöyle ifade ediyor . “saldırganlar Osmanlı Devletini yok etmekle Türk milletinin unsuru aslîsini de yok ettiklerine inandılar, işte o noktada yanıldılar.”
Atatürk ideolojisi “milletin hayat damarlarının” kurumadığını görmüş bir ideolojidir. Bu gerçeği yıkılan Osmanlı’nın enkazı altında kalan eski devrin aydınları arasından pek az kimse fark etmiş, tek Gazi Mustafa Kemal Paşa dile getirmişti. Atatürk halka inanıyor ve Türk halkının ebedi yaşam gücüne tüm varlığı ile iman ediyordu. Bu yüzde Ankara’da kurduğu Millet Meclisi’nin üzerine “Hakimiyet milletindir” yazmıştı. Yeni devlet her yönü ile çöken Osmanlı toplumunun içinde varlığını tüketmiş çakma aydınlara değil, genç ve diri Anadolu insanına dayanacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti bir “Halk Devletidir” Bunu kuranlar böyle istemişlerdi. İdeolojisi Halkçılıktır. Şimdi Anayasa yapmaya kalkışanlar bu söze hiç itibar etmiyorlar. “Milli hakimiyet”in adını anmıyorlar. Devletin kuruluş amacına ve felsefesine hiç aldırmıyorlar. Bir anayasa profesörü “milli hakimiyet prensibi’nin modası geçmiştir” dedi. Acaba yerine ne gelmiştir ? sormalı. Teknoloji mi ? bilgi mi ? modern yönetim araçları mı ? bütün bunları yönetecek olan yine insan olduğuna göre insan iradesi nereye gidiyor ?
Sayın bakan Ali Babacan’a öncclikle “milli hakimiyet”i sonra Atatürkçülüğü sonra da Türkiye devletinin 80 yıldır Dünyaya verdiği mesajı öğretmeli. Bunu “vatandaşlık” derslerinde başarılı bir ilk öğretim öğrencisi dahi becerebilir.