Pençügâh âyini çalınacak

ayin.jpg

Ankara’da bulunan Mevlânâ Kültür San’at Vakfı MEKÜSAV ile İstanbul’da bulunan “Nezih Uzel İstanbul Sema Grubu” Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin 738. Hakk’a vuslat “Şebi Arûs” Düğün Gecesi törenini birlikte düzenleyecekler.

Bu amaçla 17 aralık 2011 Cumartesi günü "Kültür Bakanlığı Galata Mevlevîhanesi Müzesinde" konuşmalar yapılacak ve Semâ geleneği izlenecek. Törenlere altı asırlık Mevlevî kültürüne yakınlık duyan ve bu kültürü çeşitli yönleri ile yaşayan elliye yakın görevli iştirak edecek.Törenler İstanbul’da şimdi Kültür Bakanlığı’nın bir müzesi olan “eski Galata Mevlevîhânesi Semâ Salonunda” yapılacak. Bu sırada Mevlevî repertuvarının ilk üç Âyininden biri olan beş asırlık Pençügah Âyini seslendirilecek.

sema.jpg “Semâ” Mevlânâ ‘dan kalmadır. Mevlânâ’nın doğduğu yer olan Afganistan’da Semâ geleneği vardı. Semâ bir “zikir”ıdır. İbadet sayılabilir. Kutsal duygular yaşayan bir kişinin, doğal beden hareketleridir. Manevi bir cezbeye kapılan bir sufi’nin ayağa kalkarak soldan sağa hızla dönüşüdür. Bu dönüş sırasında sol ayak “direk” sağ ayak “çark” adını taşır. Dönüş direğin üzerinde iki hareketli bir çarkla gerçekleşir ve hızlanır. Bu sırada kol açmak daha sonraki zamanların adet olmuştur. Bu hareketler giderek şiir ve müzikle birleşir ve toplu bir ifade şekline dönüşürler..

Mevlânâ’nın kişiliğinde yüksek derecesine ulaşan Semâ, Anadolu Mevlevî Tekkelerinde geliştirilerek sistematiğe sokulmuş ve bir ritüel şekline girmiştir. İran ve halen Doğu Türkistan’da görülen Semâ, Türk Semâ’ı kadar sistemli ve rituele bağlı değildir. Türk Semâ geleneği Dergâhın ortaya çıktığı on dördüncü yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış ve üç asır önce bu gün gördüğümüz şekle ulaşmıştır. Şu sırada gördüğümüz semâ törenlerinin koreografisi yoktur. Bunu herhangi bir kişi eline kalem kağıt alarak dizayn etmiş değildir. Sağlam bir oluşumun üzerine asırlar içinde uygun ilavelerin yapılması ile gelişmiştir. Son katkılardan biri büyük bestekâr Itrî’nin  (1640-1712) meydana getirdiği, törenin başında solo okunan  “Naat-ı şerif”tir. Itrî on sekizinci yüzyılın başında yaşadığına göre Mevlevi Âyininin son noktası üç yüz yıl önce konmuş demektir.

ayin1.jpgMevlevîlerin “Semâ” törenlerine “Âyin” deniyor. Bu değim ayrıca bu törenlerde çalınması gelenek olan müzik parçasının da adıdır. Klasik müziğimizde yer alan çeşitli türlerin arasında bir tür’ün adı “Mevlevî  Âyinleri” dir. Her âyin bestelendiği makamın adı ile anılıyor. Eserin devamı sırasında makam geçkileri yapılsa dahi parça adını, girişte kullanılan makamdan alıyor.

Âyin dört bölümdür. Dört ayrı kısımdır.  Semazenler bu dört bölümün dördüne de katılabileceği gibi isteğe göre bazılarına katılmayabilirler. Dört bölümün birincisi Şeriat, ikincisi Tarikat, üçüncüsü Hakikat, dördüncüsü Maarifet’tir  bu adlandırmalar semboliktir. Bir Mevlevî dervişinin tüm yaşamı boyunca geçirdiği ruhi evrelerin sembolik ifadesidir.

mesnevi.pngAyinlerde kullanılan güfteler öncelikle Mevlânâ’nın  iki büyük kitabı olan Mesnevi’si veya Divanı Kebir'inden  veya Rübai’lerinden seçiliyor. Bunlar ekseriyetle Hz. Pir’in ana dili olan Farsçadır. Zaman içinde bestekârlar bazen farklı Mevlevî şairlerinin Türkçe, Arapça veya Farsça güftelerini kullansalar dahi güftede esas Hz Pir’in değişleridir. Bu güfteler koro şeklinde okunuyor. Halk arasında Mevlevî Âyini’nin bir adı da “Makamla Mesnevi okumak”tır.

Âyinlerde birinci saz ney’dir. Sonra hemen kudüm gelir. Ney düz bir kamıştır. Başına “başpare” ve sonuna “parazvane” denen iki çember takılmıştır. Yedi delikli, üç oktava yakın sesli, çeşitli boyları bulunan üflemeli bir sazdır. Kudüm “zahme” isimli iki sopayla çalınan bakır üzerine  deri gerili bir ritm aletidir. Benzeri Mehter’de “Çifte Nekkare” Halk müziğinde “Çifte Nâra”dır. Kanun, Tanbur, Kemençe, rebap, halile veya zil, bendir veya tef de âyinlerde çalınmaktadır.

Mevlevî Âyinlerinin de Mevlevîlik gibi yedi asırlık bir tarihi vardır. İlk Mevlevî Âyinlerinin on dördüncü yüzyılda bestelendiği sanılmaktadır. Mevlevîlerin o sırada gelişmekte olan Semâ törenlerinde, üçüncü selamları birbiri ile bağlantılı  üç Âyin’in kullanıldığı zannediliyor: Pençügâh, Dügâh ve Hüseynî Âyinleri.. "Beste-i Kadim:Eski Beste" adı verilen bu en eski âyinlerden sonra ortaya çıkan ilk eser Köçek Derviş Mustafa Dede’nin Beyâti Âyini’dir. Bunu Itri’nin Segâh Âyini ve Kutbünnayi Osman Dede’nin Hicaz, Rast, Uşşak ve Çargâh olmak üzere dört âyini izliyor. Sonraki dönemin başlıca eserleri  Hammamizade İsmail Dede Efendinin  Ferahfeza, Neva, Hüzzam, Bestenigar, Saba, Saba buselik ve Şevkitarab makamlarında bestelediği 7 âyinidir.

bestekar_rauf_yekta.jpgÂyin bestekârlığı konusunda en verimli çağ olan ondokuz ve yirminci yüzyıllarda verilen eserlerle bu gün elimizde bulunan âyin sayısı elliye yaklaşmıştır. Bu Âyinlerin notaları ilk defa İstanbul belediye Konservatuarı tarafından otuzlu yıllarda yayınlanmıştı. Müzikolog Rauf Yekta, Zekaîzâde Ahmet efendi ve Dr. Suphi Ezgi’nin teşkil ettiği tasnif hey’etinin onüç cilt olarak yayınladığı Âyinler, âyin  nota repertuvarı için en emin kaynaktır.

Mevlevî kültürünün dünyada bir eşi daha yoktur. Asırlar önce yaşamış bir Tanrı Velisi’nin bıraktığı gönül mirası’nın üzerine yine onun yolunda yürüyen ve ona benzemeye çalışan sonraki nesillerce eklenerek şiir, müzik ve inançla, dağ silsilesi gibi büyüyen bu varlık, insanlığın kutsal ufkunda bir güneş gibi parlıyor. Geçmişin ve geleceğin karanlıklarını nura boğuyor. Ne mutlu Mevlânâyı bilenlere, Ne mutlu Mevlânâ’sı olanlara.

331.jpg