Bizi böyle gördüler

/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}

atil1.jpg

Milattan  sonra 4. yüzyıldan itibaren dünya sahnesinde yer almaya başlayan Ortaasya’lı Türk kavmi, kara ikliminden gelen sert karakteri ile ün salmıştı. Tarih sürecinde Batı’ya doğru gelişen Türk akınları, özellikle Avrupa ülkelerinde bu ırka karşı belirgin bir tepki doğurmuştu.

Türklerin Avrupa’da ilk görünüşleri Hun’lar aracılığıyle olmuştur. Türk hakanı Atilla’nın fetihleri ile Türkleri tanıyan Avrupalılar, akınların başladığı tarihlerde henüz ileri devlet fikrinden yoksundular. Topluluk halinde yaşamak, bir kamu hukuku geliştirmek  ve kendilerini savunmak için gerekli olan toplum bilincine sahip bulunmuyorlardı. Avrupa o çağda Roma İmparatorluğunun son yıllarını yaşıyordu. Ancak yaşlı Roma’nın kurumları çökmüş, toplumu ayakta tutan değerleri çürümüştü. Asyalı’lar bu ortamda taze bir kuvvet olarak ortaya çıktılar. Atilla bizzat çocukluk arkadaşı Romalı general Flavius Aetius tarafından Roma’ya çağrılmıştı. Avrupada bir Hun devleti kuran Atilla acımasız bir hükümdardı. Bu yüzden ona “Tanrıının Kırbacı" (Latince: Flagellum Dei, İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) isimlerini verdiler.

at3.jpg

Atilla Büyük Türk-Hun Imparatorudur. 395 yılında doğdu. Hun Devletinin kurucularindan Muncuk’un oğludur. 434 yılında kardeşi Bleda ile birlikte Imparatorluğun başına geçti. Bir süre sonra kardeşinin öldürülmesiyle Tuna kıyılarından Çin Seddine kadar uzayan imparatorluğun tek hakimi oldu. 750 bin kişilik ordusuyla Galya sehirlerini alt üst etti. Orleansı kuşatti. Kuzey Italya’yı silindir gibi ezip geçti. Gençliğini barış içinde rehin olarak Roma'da geçirmiş, bu yüzden Roma kültürünün yani sıra zaaflarını ve karakterini de incelemişti. Latinceyi de ana dili gibi öğrenmişti. Hükümdar olduktan sonra Romalı’lar hakkındaki bütün bu bilgilerini en iyi şekilde değerlendirmeyi başardı.

Türklerin arka arkaya gelişen fetihleri bu ırkın niteliği hakkında efsaneler yaratılmasına neden olmuştur. Avrupa  o çağda bizzat Atilla’nın kimliği üzerinde duruyordu. Tarihçi Priscus Atilla’yı şöyle tarif etmişti: "Kısa boylu, geniş göğsü ve başı olan, gözleri küçük, burnu yassı ve ince grimsi sakalları olan, bronz tenli." Priscus Atilla’nın sofrasında da bulunmuş, diğer kumandanlar altın ve gümüş tabaklarda yemek yerken onun tahta tabakta yemek yediğini görmüştü. Atilla’nın savaşçı karakteri dile getirilirken, gaddarlığının yanında iyilikseverliği ve erdemli davranışlarının da konuşuluyordu.

leon.jpgAtilla, başında bulunduğu Hun, Kıpçak ve diğer Türk halkları ile İtalya’yı baştan sona istila etmişti. Papa III. Leon Roma’ya girmemesi için önünde diz çökerek yalvardı. Atilla bunu kabul ederek geri döndü. Ancak İtalyan’lar Türk korkusu ile o zaman denize kazıklar çakarak Venedik şehrinin başlangıcını meydana getirdiler. Asyalı bir kara kavmi olan Türklerin denizden korkacağını ve kendilerini izlemeyeceklerini düşünüyorlardı. İtalyanların düşüncesi doğru çıkmıştı. İtalya’da Türk korkusu yüzyıllarca devam etti. İtalyan diline “Mama il turchii: Anne Türkler geliyor..” sözcüğü o sırada yerleşti. Türk korkusu Avrupa’yı gerçekten sarmıştı.

Kimdi bu Türkler ? Atilla’nın kişiliğinde gelişen efsaneler Türk karakterinin ana hatlarını çiziyordu. Türkler acımasız oldukları kadar aynı zamanda iyi yürekliydiler. Örneğin Alman efsanelerinde Attila, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardı. Attila'nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşardı. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana geliyordu. Bu hikâyelerde Attila, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardı. Bir zaferden sonra kendisine kim olduğunu sıran bir Avrupalı soyluya Atilla şu cevabı vermişti: “Ben sizin gibi soylu bir insan değilim ama soylu bir millete mensubum..”

51.jpgAtilla’nın Hunlarından sonra dünya yine bir Ortaasya kavmi olan Moğollarla karşılaştı. Atilla’nın ve Hunların henüz tam tanınmadıkları bir sırada ortaya çıkan Moğollar, daha da hüyük bir “bilinmez” yarattılar. Avrupalı’lar gaddarlıkta Hunları da defalarca aşan Moğolların insana benzemediklerini, uzun boyunları ve kulakları olduğunu ileri sürüyorlardı. Moğollar özellikle Güney Asya ve Ortadoğu’da görünmüşler, Müslüman halkların başına bela olmuşlardı.

Asya’lı Türklerin son kurdukları devlet Osmanlı İmparatorluğu' ydu. Ancak Hunlar’dan beri Avrupa’da yaygın olan Türk korkusu bu devletin de diğerinden farklı olmayacağı izlenimini veriyordu. Bu korku az sonra Roma devrinde olduğundan daha da yaygın şekle girecek ve Batıda tam bir paniğe yol açacaktı. Hunların gidişinden birkaç asır sonra Türkler yine gelmişlerdi. Bu defa savaş ve dayanışma deneyimleri daha da artmış,  o sırada zenginleyip gelişmeye başlayan Avrupa toplumları için gerçek bir tehlike şeklini almıştı. Osmanlı’ların bölgeye gelişinden az bir zaman sonra Avusturya’nın Graz şehrinde büyük katedralin arkasında şu yazı görülmüştü  “1475’te İstirya’nın üç belası: Açlık, veba, Türkler..”

22.jpg

1547-1627 yılları arasında yaşamış Jacopo Ligozzi isimli bir İtalyan ressamı Türkleri şeytanın hocası olarak gösteren bir resim yapmıştı. Türk müftüsünü şeytana ders verirken gösteren bu resim, bir siyasi propaganda aracı olarak kullanılmak üzere hazırlanmıştı. Türkleri şeytandan da daha kötü olarak tanıtan bu resmin yapıldığı tarihte İtalya’da pek yaygın olarak dolaştığı görülmüştü. Ligozzi şeytan ve müftü konusu ile yetinmemiş, Osmanlı askeri olan bir yeniçeri resmederek yanına bir domuz ve bir de yılan motifi eklemişti. Ligozzi’nın bunlara benzer pek çok Türk düşmanı resim yaptığı biliniyordu.

8.jpgAvrupa’nın asırlar boyu işlediği Türk düşmanlığı siyasi boyutlara da taşınmış ve Osmanlı devletinin parçalanması ile sonuçlanmıştı. Türkler Altaylardan başlayan büyük yürüyüşleri sırasında efsanevi bir şekilde Çanakkale boğazını geçerek Balkan yarımadasına ve oradan Avrupa kapılarına kadar varmışlardı. Bir zamanlar Arap Müslümanlarını İberya yarımadasından çıkarmak için yedi asır uğraşmış olan Hırıstiyan Avrupa, bu defa Müslüman Türkleri Balkan yarımadasından çıkarmak için uğraşacaktı. Bu da birkaç asır sürmüş ve Türkler Çanakkale ve İstanbul boğazlarının gerisine sürülmüşlerdi. Avrupa için bu da yetmemiş ve Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan gibi irkaç tampon devlet kurularak Asyalı’ların bu alana girmeleri önlenmişti.

carr.jpg

Avrupa’nın Türk düşmanlığının siyasi alanda kurumlaştığı da görülmüştü. Bir siyasi program olarak ortaya atılan bu konu, ilk defa Napolyon Bonapart’ın altüst ettiği Avrupa haritasını düzene koymak maksadıyla toplanan 1815 Viyana Kongresinde Rus Çarı II. Elexandr’ın diplomatları tarafından dile getirilmişti. Programın adı “Doğu Sorunu” idi. Bu sorun üç aşamada çözülecekti. Birinci aşamada Türklerin Avrupa toprakları, yani Balkan yarımadası ellerinden alınacak. İkinci aşamada Türkler Küçük Asya yani Anadolu topraklarından çıkarılacak, üçüncü aşamada ise Türk siyasi gücü Asya’ya sürülerek çıktığı yerde imha edilecekti. Bu programın ilk aşaması gerçekleşmiş, Türk devleti Balkan yarımadasından çıkarılmış ancak ikinci ve üçüncü aşamalar gerçekleşmeden bölgede siyasi tablo değişmişti.

Türk düşmanlığı şu sırada eskiden olduğu kadar güçlü olmasa da Batı basınında devam etmektedir. Türk genel kurmay başkanlığının yakın zamanda  yaptırdığı bir incelemeye göre şu anda dünyada 27 ülkenin ders kitaplarında Türk düşmanlığının izleri vardır.

92.jpg