Hayreddin Reis'in Leventleri

barbaros1.jpg

Küçük Asya’ya yerleşen Orta Asyalı Türklerle sıcak denizlerin deneyimli halklarının birleşiminden doğan Osmanlı savaş gücü, devrinde karada olduğu kadar denizde de kendini göstermişti. Bir iç deniz olan Akdeniz o çağda tarihinin en büyük denizcisini tanıdı:  Barbaros Hayreddin Paşa.

Midilli adasına yerleşmiş olan Selanik yakınlarındaki Vardar Yenicesinden Eceova’lı Türk sipahisi Yakup Ağa’nın 1475’e yakın yıllarda İshak, Oruç, Hızır ve İlyas isimlerinden dört çocuğu oldu. Çocuklar büyüyerek geliştiler. Ticarete başladılar. Adalar arasında gemi ile gider gelir mal alır satarlardı. Genelde odun ve kereste ticareti yaparlardı. İshak babasının yanından ayrılmamıştı. Oruç Mısır, Trablus Şam tarafına, Hızır Selanik ve Serez taraflarına giderdi. Kendi halinde sakin ve sessiz insanlardı. Kimseye zararları yoktu.

Kardeşi İlyas’ı da alarak çıktığı bir sefer sırasında Oruç Reis Rodoslu'lara rastladı. Aralarında şiddetli bir çatışma oldu. Oruç Reis ve adamları yenildiler. Rodoslu'lar Oruç’u zincire vurarak Rodos’a götürdüler. Bu savaşta küçük kardeş İlyas şehit oldu. Genelde savaşa yatkın olmayan, iyi huylu İlyas’ın kaybı, Yakup Ağa’nın çocukları arasında olağanüstü tepki doğurdu. Kardeşler bu kaybın acısını yıllarca unutamadılar. Öç almaya and içtiler. Ticaretten vaz geçerek korsan olmaya karar verdiler. Gemi, silah, top ve barut sağlayarak denizlere açıldılar.

Hızır çeşitli girişimlerde bulunarak ağabeyi Oruç’u Rodosluların elinden kurtardı. O sırada Antalya valisi olan II. Beyazıd’ın şeyhzadesi Murad, kendisine yardımcı olmuştu. Oruç ve Hızır kardeşlerin korsanlık niyetiyle gemi donatarak Adalar denizine çıktıkları tarihte bu bölgede sözü geçen bir devlet yoktu. Hak güçlüden yanaydı. Deniz eşkıya doluydu. Denizde rastgele gezen silahlı kişiler gemileri zapt ediyor, malları yağma ediyor, insanları öldürüyor veya esir ederek pazarlarda satıyorlardı. Hiçbir din, milliyet ve insani değer gözetmeyen bu insanlar yüzünden bu alanda yaşam, bir vahşete dönmüştü.

12.jpgOruç ve Hızır kardeşler Rodosluların nahak yere şehit ettikleri kardeşlerinin intikamını almak uğruna dehşetli birer korsan kesilmişlerdi. Hıristiyanlara karşı Müslümanları savunuyorlardı. O tarihte Akdeniz’in kuzeyi Hıristiyan, güneyi Müslüman’dı. Kardeşlerin şöhreti kısa zamanda yayıldı. Mısır, Libya, Tunus Cezayir ve Fas’ta isimleri anılır oldu. Cesaretleri ve adalet duyguları ile tanındılar. Oruç Reis’in hafif kızıla çalan sakalı vardı. Bu yüzden Frenkler ona “kızıl sakallı” anlamında “barbarosa” dediler. Bu isim daha sonra kardeşi Hızır’a kaldı. Hızır Reis’e “Hayreddin: Dinin hayırlısı” ismi de Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilmişti. Kanuni Barbaros ile İstanbul'da görüştüğü sırada "bu kadar gazavatı bir ömre nasıl sığdırdın. Sen din'in hayırlısısın, adın Hayreddin olsun" demişti.

Sultan Süleyman’ın tavsiyesi ile “Gazavat-ı Hayreddin Paşa” isimli bir kitap yazan Seyyid Muradî Reis, Tunus halkının leventlere karşı sevgisini şöyle anlatmaktadır: “Yirmi bir gün deryada gezdikten sonra aldıkları ganimetlerle Tunus’a döndüler. Tunus halkı ganimeti görünce büyük şenlikler etti. Oruç Reis malın beşte birini ayırıp Sultan’a gönderdi. Ardından kendi reislik hakkını ayırdıktan sonra Tunus’un büyüğüne ve küçüğüne, âlimlerine ve dervişlerine, gariplerine, dul ve yetimlerine ihsanlar etti. Baki kalanı gaziler arasında dağıttı ki, her birine dörder pastav çuka, yüzer arşın bez ve dokuzar sikke kızıl altın düştü. Tunus’un fakir fukarası: Cenab-ı Hakk sizi daima muzaffer eylesin ey gaziler, diyerek dua ettiler. Allahü Teâlâ bu gazileri bize rahmet gönderdi, gelişleriyle beldemize bereket geldi, diye sevinirlerdi"

Oruç ve Hızır kardeşlerin Akdeniz de göründükleri tarihte İberya yarımadasında yedi yüzyıldır devam eden Endülüs İslam Devleti sona ermiş ve yarımada eski sahipleri tarafından geri alınmıştı. Aragon kralı Ferdinand ve kraliçe İsabella’nın başını çektiği bir Müslüman avı ve zulüm kampanyası İberya’da kalan son Müslümanların üzerine çökmüştü. O tarihte İspanya’da Müslüman olmak ağır işkencelere uğramak ve ölüme razı olmak demekti. Zulmün adı "engizisyon" du.

endulus.jpgSeyyid Muradî Reis o yıllardaki Endülüs’ün halini şu cümlelerle anlatıyor. “Endülüs ol belde idi ki ashabı resul varıp o diyarları fethetmişti. O zamandan beri mümin idiler. Ancak kâfirler Müslümanlardan alıp mescitlerin yıkıp kilise eylediler. Halkın ekserisini kırdılar. Kalanları yer altında dehlizler ve sığınaklar yapıp gizlenmişlerdi. Namazlarını orada kılarlar, oğlancıklarına geceler orada Kur’an talim ettirirler ve din bilgilerini öğretirlerdi.

Gündüzleri ise kâfirlerin şerrinden emin olabilmek için kiliseye gönderip İncil okutuyorlardı.  Kızlarını ise kâfirler zorla alıp kendi çocukları ile evlendirirlerdi. Birbirleri ile evlenmelerine müsaade etmezlerdi. Böylece onların çoğalması önlenip, aralarındaki İslam inanışı kesilmek istenirdi. Şayet bunlardan birinin namaz kıldığı, Kur’an okuduğu veya oruç tuttuğu malum olursa hemen ateşte yakarlardı. Onları bu zulüm ve küfür karanlığından halâs eylemeye hiçbir padişah müzahir olamadı. …. Hususen ol vilayet mübarek bir beldedir. Ekseriya okunan tefsirler ol vilayet alimlerince yazılmıştır. Birgivî ve Halebî gibi nice tefsir alimleri ile şeyh Muhyeddin Arabi ve Kadı İyad gibi şifa ehli, Kurtubî ve Şatıbî gibi nice müellif ve ulema.. Bunlar sayılmaya başlansa sonu gelmez. .... Sonraları bunlardan niceleri teknelere doldurulup Arap yakasına geçirdiler… Öncelikle yaşlılar, kadın ve çocuklar gemilere dolduruldu… Ardından gemiler yelkenlerini açıp Cezayir’e yollandılar. Bunları bırakıp derhal geri döndüler. Bu şekilde tam yedi kez gidip geldiler. Seyrü sefer sırasında rast geldikleri kâfir gemilerini zabt ediyorlar ve onları da Müslümanları taşımakta kullanıyorlardı. Bu şekilde yetmiş bin Müslüman’ı kâfirlerin zulüm ve işkencesinden halâs ederek İslam beldelerine taşıdılar…

44.jpgO zaman Endülüs’te kalan Müslümanlar yine dağlarda ve sığınaklarda gizlenerek hayatların idame ettiriyorlardı. Bunlar dağlarda devamlı olarak kendilerini kurtaracak gemileri beklerdi. Arap yakasından gelen gemilerle sürekli Endülüs’ten İslam ülkelerine göç devam ediyordu. Özellikle ilk kurtulan Endülüslü Müslümanlar gemiler tedarik ederek bu faaliyeti devam ettiriyorlardı. Bunlar Türk elbiseleri giyerek gemilere girip Allah rızası için diyerek kâfir yakasına çıkarlar nice cenk ve cidal ettikten sonra alabildikleri Müslümanlarla dönerlerdi. Zira Hayreddin Reis leventleri İspanya memleketlerinde öyle bir korku salmıştır ki, birileri onların libas ve takkesini giyip üzerine varsa dizlerinin bağı çözülür, vuruşmaya takat ve iktidarları kalmazdı. Yoksa bu kadar Türk ol diyarda nereden buluna..Ve gazalar ede ! Bunlar hep Endülüslü Müslümanlardı.”

Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman Cezayir Beylerbeyi Hayreddin Paşa’yı İstanbul’a davet ederek donanmasını onun emrine vermişti. Kanuni’nin daveti şöyledir : “Sen ki Cezayir beyi Hayreddin bey’sin. Benim evvelden beri kulum oğlu kulumsun. Benim sancağım ve âlemim çekersin. Şimdi benim İspanya vilayetine bir sefer niyetim vardır. Sen dahi gelip bizimle olasın. Hem ol yerlerin yolunu ve izini her bakımdan bilirsin. Yerine mutemet ve güvenilir bir adamını bırakıp Âsitâne-i saadetime gelesin.”

32.jpgBarbaros Hayreddin paşa bu davet üzerine yarar adamları ile birlikte İstanbul’a gelerek Osmanlı Devletinin hizmetine girdi. Aralıksız on altı yıl Kaptan paşalık makamını işgal etti. Pek çok kaptanlar ve amiraller yetiştirdi. Osmanlı Denizciliği uzun yıllar Barbaros Hayreddin Paşa’nın adı ile anıldı. Vefatında Beşiktaş’taki türbesine gömüldü. Yüzyıllar boyu sefere giden gemiler, Beşiktaş önlerine  gelerek demir atar ve top atışıyla onu selamlamadan uzak diyarlara yola çıkmazlardı.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın ebedi uykusunu uyuduğu şimdi içinde bulunduğu türbe kaptan paşalardan Sinan paşa tarafından yapılmıştı. Sinan paşa  Beşiktaşta bir cami bir de türbe yaptırmıştı. Ancak Hayreddin paşa daha önce vefat edince hazırladığı türbeyi ona hediye etti.  Kendisi vefatında Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii haziresine defn edildi.

aniti.jpg