Devlet batırma gücümüz


 Viyana kuşatması 1683

Türkiye son üçyüz yılını mutlaka konuşmak zorundadır. Buna “geçmişi ile yüz yüze gelme” diye bir isim takıldı. Samimiyetten uzak, ağırlıktan yoksun, ağız kenarından söylenmiş, alelacele bulunmuş bir değimdi, ama ne olursa olsun Türkiye ve Türk halkı, binlerce yıllık tarihinin şu son üç asrını mutlaka masaya yatırıp kadavra gibi incelemelidir.

Neden şimdiye kadar onaltı tane devlet kurup bir bir yıktığımız anlaşılmalıdır. Batı’da son zamanda Osmanlı adı altında dört kıtaya yayılmış güçlü bir devlet kurmuşken üç asır uğraşıp onu neden ve nasıl ? batırdığımız bilinmelidir. Bilinmelidir ki hiç olmazsa şu son kurduğumuz Cumhuriyet yaşasın. Yoksa “diri vücutları “toprağa gömmeye” devam edeceğiz. Zira her devlet değişikliğinde gereksiz yere çok adam ölüyor. Tarihin akışı kesiliyor. Doğa'nın gidişatı sarsılıyor.

Bayrak çekmek, “marş” okumak, “yaşasın” diye bağırmakla bir devlet yaşamıyor. Onu sağlam ellerde fiilen yaşatmak gereklidir. Biz bu kutsal görevi başarı ile yerine getiremiyoruz. Öyle olsaydı, bu devletleri kurur kurur batırmazdık.

Doğudan Batıya uzanan tarihimizin yakın zamanda kırılgan noktası son 300 yılın başlangıcıdır. Kesin tarih II. Viyana bozgunudur. Bu savaşta başta veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa olmak üzere bir dizi kumandanın hatası sonucunda bozulan Ordu 12 eylül 1683 günü Viyana önlerinde Kalenberg: Almandağı savaşında kesin yenilgiye uğramıştı. Bundan sonra başlayan çöküntü ve gerileme durdurulamamış 250 yıl süren büyük dönüş başlamıştı.

Kalenberg savaşı işin dönüm noktasıdır. Bu olaydan sonra düşman o zamana kadar yenilmez olduğuna inanılan Türklerin yenilebileceğine inanmış ve karşı saldırıya geçmişti. Karşı saldırının en büyük faciası, Kalenberg yenilgisinden 14 yıl sonra, 11 eylül 1697 Zente bozgunudur. Sultan II Mustafa’nın da katıldığı Avusturya seferinde yaşanan ve Osmanlı ordusunda 30 bin can kaybına sebep olan bu bozgun, savaş alanını yeteri kadar tanımayan sadrazam Elmas Mehmet Paşa ile Temeşvar muhafızı Koca Cafer Paşa'nın Padişah'ı yanlış yola sevk etmeleri yüzünden meydan gelmişti.

Zente bozgunundan iki yıl sonra Osmanlıların Müttefik avrupa güçleri ve Rusya ile imzaladıkları 26 ocak 1699 Karlofça  barış andlaşması, Osmanlı devletinin en fazla toprak kaybettiği ilk büyük andlaşmadır. Devletin kurulduğu tarihten sonra imzaladığı, ilki 1416 Venedik olan, onaltı andlaşma sırasında düşmanın önerilerini dinlemeyen, sadece kendi koşullarını öne sürerek toplantılardan ayrılan Osmanlı diplomatları, ilk defa bu andlaşmada kaşı tarafı dinlemişlerdi.

Zente bozgunundan sonra yaşanan en büyük bozgun iki asır sonra ünlü 93 harbidir. Eski takvimle 1293 yılına rastladığı için 93 harbi adı ile anılan bu savaş, Türkiye ile Rus çarlığı arasında 1877 ve 1878 yılları arasında yapıldı. Rumeli ve Kafkas olmak üzere iki cephede savaşan Osmanlı Devleti, bu savaşla tum Balkan yarımadasını kaybetti.

93 harbinde Plevne direnişini kırdıktan sonra İstanbul kapılarına kadar yürüyüşlerine devam eden Ruslar, 2 mart 1878 Yeşilköy Ayastafonos andlaşması ile savaşa son verdiler. İsteseler İstanbul’a girecek ve sultan II Abdülhamidi esir edebileceklerdi. Ancak bu yürüyüş sıcak denizler üzerinde hak iddia eden sömürgeci Avrupa devletleri engeline takıldı.
 
93’ten sonraki büyük yenilgi 1912 Balkan faciasıdır. Bulgarların Çatalca hattına kadar gelerek İstanbul’a tehdid ettikleri, Yunanlıların tüm Ege adalarını ele geçirdikleri  bu savaş, Osmanlı Devletinin sonudur. Bundan iki yıl sonra girdikleri, Birinci Dünya Savaşında yenik sayılan Osmanlılar, tam tarih sahnesinden silinecekken son bir hamleyle Çanakkale zaferini kazanmış ve yeniden elde ettikleri  moral gücü ile Anadolu  harbinden galip ayrılmışlardı.

Batı Türklerinin onbeşinci yüzyılda başlayan Avrupa macerası Viyana bozgunu, 93 harbi, Balkan ve Birici Dünya harpleri ile son bulmuştur. Bu büyük dünya faciasında Türk milleti 80 milyon yakın insan kaybetmiştir. Dünya tarihinde bu derecede büyük kayıp yaşayan başka ulusların bulunduğu tahminlerden uzaktır. Gerek Kalenberg savaşında ve gerekse ondan sonra  başlayan büyük çöküntü ve geri dönüş sırasında işlenen hatalar hiçbir zaman söz konusu edilmemiş, nedenler ve gizli suçlar kamu oyu önğnde değerlendirilmemiştir.

Bu güne değin hep zaferlerden bahsetik. Kendimizi öğe öğe öğe bitiremedik. Kıt’aları, koca koca ülkeleri kaybettiğimiz halde hep zaferlerden söz açtık. İki asırda ellerimizle kurduğumuz bir devleti, üç asırda yine kendi ellerimizle yıktık. On altı diye sayılan yıkıntı devlet listesinin sonuna Osmanlı’yı da ekledik. Daha da kötüsü bu yıkıntıda bize ortak olan düşmanlarımıza sığındık. Kurtuluşu Batı’da aradık. “”Medeni olalım” derken yanlışlıkla “Batılı” olalım demişiz. Bu yanlışlığı  Batı’nın bu gün işlediği cürümlere bakan herkes kolayca farkedebilir:

“Nerede hata yaptık” demenin sırası gelmiştir sanıyorum. Bu gelecek için dolu bir ümittir.