Kriminel magazin basını

Bir ülkede uygarlık, o ülkede insan hayatına verilen değerle orantılıdır. Neyi ne kadar benimsiyorsanız o kadar uygarsınız. Ve benimsenecek şeylerin en başında insan hayatı gelmektedir.

Bu ülkede insan hayatı değersizdir. Bu değersizlik ülkede çalınıp söylenen şarkılara dahi yansımıştır. Bir Urfa türküsünde yer alan şu sözlere bakınız:
             Anne sen ağlama bu işler olur,
              Beni vuran zalim Allah’tan bulur…”

Türküde bir insan hayatının söndürülüşü “bu işler olur…” diyerek ifade ediliyor. Ve bu ifade evladını kaybetmiş bir anaya teselli olarak öne sürülüyor. Olayın “Allahın vereceği ceza ile” kapanacağı da ilave edilerek…

İnsan hayatının bu derecede ucuzladığı bir yerde “uygarlıktan” söz açmak mümkün olabilir mi ? Kanun ve adalet bir yana insanların ölüme ve hayata böylesine dolaylı yoldan baktıkları bir toplumun kendisine sahip çıktığı söylenebilir mi ? Bu toplumda “hayat hakkının” varlığı iddia edilebilir mi ? Cinayet ve adam öldürme dünyanın her yerinde suçtur. Bu suç eninde sonunda mutlaka cezalandırılmalıdır. Ceza konusunda titiz davranmamak ve suçluyu bulmak için olağanüstü gayret sarfetmemek o suçu kabullenmek ve onu suç olmaktan çıkarmak anlamına gelmiyor mu ?

Türkiye’de son yıllarda “18 bin faili meçhul" cinayetten söz açılmıştır. Tek bir cinayet failinin bulunmaması halinde o ülkenin güvenlik güçlerinin, adliyesi ve polisinin töhmet altında kalması mümkünken onsekiz bin faili meçhul cinayet nasıl oluyor ? Bu toplum savaşlarda dahi bu denli ağır insan kaybına uğramamıştır. Ne oluyoruz ? savaş mı var ? işgal mi ? düşman saldırısı mı ? halk ayaklanması  mı ?

Faili meçhulleri bulma konusunda ihmal duygusu taşımak, tüm toplumun ayıbı olmak bir yana o toplumun cinayetlere ortak olduğu izlenimini doğurmaktadır. Eğer o toplum bu sosyal facia ile ilgilenme veya en azından üzüntü duyma geleneğini dahi kaybetmişse ortada ciddi bir rahatsuızlık var demektir. Maalesef toplum hastalanmıştır. Tedaviye ihtiyacı vardır. Kamu yaşamını “insan hayatına karşı ilgisizlik” tanımı altında  ölümcül bir tümör sarmıştır. Bu tümör nasıl yok edilecektir ?  Uygarlık yolunda meydana gelen bu sapma nasıl doğru çizgiye  geri çevrilecektir ?
 
Kimse cinyetlerle ilgilenmiyor. Gazetelerde verilen cinayet haberlerinin bir paragrafı eğer “kaatil bulundu…” cümlesi ile son bulmazsa ertesi günü veya daha ertesi günlerde “kaatilin bulunup bulunmadığı…” konusunda basından sağlam bir bilgi edinmek mümkün değildir. Eğer o cinayet “Garih cinayeti” veya Hırant Dink “ cinayeti gibi “Medyatik malzeme” olmaya uygun değilse, derhal unutulmakta olay kara deliğe düşmektedir.

Abdi İbekçi cinayeti de böylece "Kurtlar vadisi" gibi “Ağca’nın serüvenleri” dizi filmine dönüşmüş ve işin asıl gereği olan “Gerçek kaatilin bulunması” mahşere kalmıştır. Abdi İpekçi'yi vuran kurşunun arkasındaki itici gücün ne olduğunu, bizzat kaatilin kendisi dahi bilmemektedir. Bu cinayet “”kriminel magazin basını” konusu olmuştur. Ne toplumun fertleri ne bizzat maktulün yakınları cinayeti  kimin işlediği ile meşgul değillerdir. Milliyet gazetesi yıllarca  **Ağca’**yı baş tacı etmiş, siyasi ve toplumsal görüşlerini “bilimsel doktrin” edası ile yayınlamıştır. Bütün bu tablodan çıkan sonuca göre biz hepimiz **Abdi İpekçi’**nin kaatiliyiz. Üzerimizde kan hakkı var. Bu böyle devam ederse daha pek çok Abdi İpekçi'leri telef etmeye hazırız..

Günün her saatinde suçluların, kaatillerin peşine düşerek cinayetleri aydınlatma görevi taşıyan bir gazete, kendi baş yazarının kaatilini otuz yıldır bulamadı. Buna “bulmak istemedi” de diyebilir miyiz ? Bence doğrusu budur. Milliyet İsteseydi bulurdu. Bulmalıydı. Dünya basınına bir örnek vermeliydi. Kendi baş yazarının kaatilini bulamayan bir gazete, onsekiz bin cinayet sorumlusunu nerden bulup çıkaracak ? Meğer ki o “faili meçhuller” “faili malum” olsun ve bazı kişiler “kamu düzeni adına” o faili malumları kendi kanadı altında korusun.

Abdi bey iyi gazeteciydi, vicdanlı ve dürüsttü. Kendi kaatilini bulma görevi ona verilebilseydi mutlaka bulur ve hepimizin yüzüne çarpardı. Ruhu şad olsun. Gazetecilikte ilk “yazı işleri müdürümdü” hep öyle kalacaktır.