Siyaset denge demektir

Dünyada yapılan her işin bir iyi, bir de kötü tarafı vardır. İnsanların doğasından gelen ve her türlü yaratıkta bulunan bu  ikilem, toplumların yaşamında daha da geniş boyutlara ulaşır. Toplum yaşamında hem iyilere, hem de kötülere yer vardır. Dünyada şimdiye kadar içinde sadece iyilerin veya sadece kötülerin yer aldığı bir topluluk görülmemiştir.

Toplumda iyilerle kötülerin güçleri dengelendiğinde o toplumda bolluk refah huzur ve saadet oluyor. Bu dengeyi kurmak toplumun kendilerine teslim edildiği yöneticilerin görevidir. Yöneticiler en az kötü ile en fazla iyiyi gözetmek durumundadırlar. Kötüyü en aza indirmek, iyiyi en çoğa yüceltmek onların sanatlarıdır. Bu siyasettir. Politikadır. Diplomasidir.  Siyaset böylece bir denge sanatıdır. İyinin mayasında kötü de vardır, siyasiler bazen o kötüyü iyilik için kullanırlar. Kötünün mayasında da iyilik vardır ama o fazla bir değer taşımaz. Güçsüzdür, siyasi malzeme olarak kullanılamaz.
 
Siyasiler bu dengeyi kurarken  hukukçular tarafından engellenirler. Zira hukuğun dengeden mengeden haberi yoktur. Olamaz. Siyasî denge, hukuğun konusu değildir. Adliye siyasetten anlamaz. İşi değil. O bir kötülük gördüğünde üzerine giderek cezayı keser, kötülüğün içinde yer alması muhtemel olan fayda adliyeyi ilgilendirmez. İşte bütün çelişki buradan doğuyor. Zorluklar bu noktada...

Dünyanın her ülkesi bu noktadan zarar görüyor, zira toplumlarda iyilerle kötüleri dengeleyecek, iyiyi ayıklayıp teşvik edecek, kötüyü sindirecek azametli siyasiler artık yetişmiyor. Kurumlar etkisiz kalıyor. Özellikle demokrasinin güçlü olmadığı, kamu hukukunun aranmadığı ve siyasi temsilin güdük kaldığı toplumlarda, siyaset birtakım uğursuz şeflerin eline geçiyor. Siyasi hayat kıran kırana bir kör döğüşü olarak on yıllarca  devam ediyor. Toplumların dertlerine çare bulmak yerine dünyayı saran uluslararası para şirketlerinin amaçlarına hizmetten başka yapacak işi olmayan politikacılar, her şeyi halklarına şirin göstermek için birbirleri ile kıyasıya yarışıyorlar… Toplantılardan çıkarken: “İşler çok iyi… içerde pek olumlu şeyler” konuştuk diyorlar, sonra bir zaman geçiyor ve kanlı bir savaş patlak veriyor… Hani işler çok iyiydi…

Demokrasi halkın sözü demektir. Halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Bu yönetim için bir takım uzman kişiler, hür ve dürüst seçimlerle görevlendirilirler. Siyaset bu noktada başlıyor. O görevli kişiler ülkede rahatça işlerini yapmak durumundadırlar. Tabii ki onları bağlayacak bir hukuk mekanizması olacaktır, ancak hür bir seçimle iş başına gelmiş bir milletvekilinin  hukuğu da değişik olmalıdır. Bu parlementer dokunulmazlıktır. Partlementer dokunulmazlık bu yüzden icat olunmuştur. Bir nedeni vardır.

Dokunulmazlık sonsuza kadar değildir. Parlemento görevi bittiğinde o da biter. eğer görevi sırasında bir milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirecek kötü bir iş yaparsa bu dokunulmazlık yine meclis kararı ve oylama ile kalkar, milletekili yargılanır. Meclis kararı yoksa, adliye milletvekilinin dokunulmazlığının kendiliğinden kalktığı dönem sonunu bekler. O milletvekili yeniden seçilmezse yakasına yapışır. Bu demektir ki, adliye meclisi, meclis dışından denetler. İçine giremez.  Milletvekilinin dokunulmazlığı gerçek bir “dokunulmazlık” değildir.  Ancak ona dokunan kesinlikle polis ve adliye değil, parlementonun kendisidir.

Milletvekilinin dokunulmazlığı ile ilgili kanunlar meclisin kendi kendisini denetlemesi, bir ülkede kanun yapan en yüksek organın “kendi kanunu  kendisinin yapması” demektir. Siz kanun yapan bir organa üstelik onun yaptığı kanunlarla saldırırsanız o organın kanun yapma gücü nerede kalır ? Otoritesi ve manevi saltanatı nereye gider…? Parlemento kral demektir. Eski hükümdarların yerini tutar.

Fransa’da III. Napolyon devrinde, polisler bir miletvekilinin evini basmışlar. Milletvekili  polis şefine itiraz etmiş:
-Ne hakla evimi basıyorsunuz ?
-Yasa’ nın verdiği hakla…
-O yasaları biz çıkardık,
-İyi ya… doğru yasalar çıkarın, evinizi basmayalım.

Yasanın iyi olup olmadığına polis nasıl ve neden karar veriyor ? o da hadisenin bir başka yüzü. Şurası muhakkak ki, doğru yasalar çıkarma konusunda dünya meclislerinin yetenekleri her zaman yüksek derecelere ulaşmıyor. Pratikte yaşanan hayat, her zaman ilkelere uygun düşmüyor. Kısacası bazen işler zivanadan çıkıyor. Ne kanun kalıyor, ne meclis…ne denge ne siyaset ne de milletvekili ahlakı…Meclis halkın kendisinden beklediği ustalığı gösteremiyor.

Bir zaman Amerika Birleşik Devletleri başkanı, bir ziyaret sırasında Türk Parlementosu’na konuşarak “Kaliteli kanunlar çıkarın….” demişti. Bu bir anlamda: “Biz sizden daha kaliteli kanunlar çıkarmaktayız, bu yeteneğe sahibiz” demek oluyordu. Ne yazık ki, içinde az da olsa gerçek payı bulunan  bu cümle, oldukça anlamlıydı. Türk’lerin Ortaysa stepleri’nde birbirinden dürüst devletler kurarak birbirinden kaliteli kanunlar ürettiği eski çağlarda gerçi Amerika  kıt’ası henüz keşfolmamıştı ama işte olan oldu. Devran döndü. Şimdi gelip bize bunu söylemeye kendilerinde hak ve yetki buluyorlar.

Meclisin de milletvekilinin de kalitelisi, o ülkenin ve devletin siyasetinin dengesini, hukukunun yüceliğini, devletinin  şeref ve şöhretini, vatandaşına olan güven ve saygısını, verdiği sözlerin arkasına duruşunu ve en sonunda uygarlık düzeyini gösterir. Rabbim nasip buyursun: