**
**Melik Abdullah Elhamra'dan ayrılıyor
(Tahta üzerine yapılmış kilise resmi)
Güneşin altında yeni bir şey yok derler, doğrudur. Bu bir düşünme ve inceleme metodudur, dünyada ne olmuşsa aşağı yukarı aynı şeyler olabilir anlamında…
Siyasal temsilde oldukça alt sıralarda bulunan Türk toplumu şu sırada tedirgindir. Ülkenin üzerinde bir takım projeler, haritalar, planlar, programlar yapılıyor, bundan kimsenin haberi olmuyor… Acaba güneşin altında yine aynı şeyler mi olacak ?
Yine halka bir şey söylemiyorlar. Vaktiyle adı efsanelere karışmış bir önderin koyduğu “halka her şey söylenmez…” prensibi tüm şiddeti ile uygulanıyor. Kurulduğu günden beri halkı ile doğrudan konuşmayan bir devletin günün koşulları içindeki son durumundan kuşkuluyuz…
“Sizin için çok iyi şeyler yapıyoruz, onun için buradayız, o yüzden bize oy verdiniz, bekleyin göreceksiniz” diyorlar… Neyi göreceğimizi bilmiyoruz… “iyi şeyler nedir” bu “iyi şeyleri” nasıl yapacaklar ? bilmiyoruz. Soğuk soğuk terliyoruz. Akibet hayr diyerek bekliyoruz .
Avrupa’nın batı ucundaki Endülüs yarımadasında 800 yıl devlet süren Müslümanların son siyasi birliği olan Beni Ahmer devletinin son hükümdarı Melik Abdullah, 30 aralık 1491’de Elhamra Sarayını Aragon kralı Ferdinand ve İsabella’ya teslim ederken Granada şehrinin halkı aylardır süren müzakerelerin böyle bir sonuca ulaşacağını önceden kestirememişti. Herkes düşmanla basit bir “ateşkes” andlaşması konuşuluyor zannediyordu. Zira konuşmalar gizliydi, kapalı kapıların arkasında sürüyordu. O zaman TV ve radyo da yoktu. Şimdi var, ama her nedense görünüm yine farklı değil. Değişen bir şey yok.
Granadalılar, Endülüs’te sekiz asırlık İslam varlığının sona erdiğini, **Ferdinand'**ın büyük kardinali Don Petro **Gonzales’**in, işgal sabahı, herkesten önce gidip **Elhamra Sarayı’**nın üzerindeki hilali indirip yerine haç taktığında öğrendiler. Çok geç kalmışlardı.
Beni Ahmer devletinin son hükümdarı o gün çoluk çocuğu ve maiyet erkanı ile Saraydan ayrıldı. Hey’et Sarayın karşısındaki tepeye vardığında Melik Abdullah geri dönerek üzerinde haç takılı eski sarayına son defa baktı ve derin bir “ah…” çekti. Bu tepenin adı bu gün de “**Ultimo suppiro della Moro:**Arabın son ahı” tepesidir.
Melik Abdullah o sırada göz yaşı ile ağlıyordu. Anası bulunduğu yerden uzandı ve oğluna şunları söyledi “Vaktiyle erkek gibi korumadığın vatanın elinden giderken şimdi kadınlar gibi ağlıyorsun…”
Ziya Paşa’nın “Endülüs Tarihi” kitabında naklettiğine göre tarihçi Voyado diyor ki : “ Bu şekilde bir fırka Arap evladının Hicaz topraklarından kalkıp hiç bilmedikleri ve görmedikleri yerler iken kâh kılıç ve mızrakla kâh tatlı sözlerle iki sene zarfında fethedip ele geçirdikleri yerleri, İspanyolar bunca zahmetle sekiz yüz senede geri alabildiler”
Altı yıl önce **İspanya'**daydım. Orada kebapçı dükkanı açmış bir Urfalı’ya sordum:
-Bu topraklar bir zaman Müslüman vatanıymış, sonra neden geri gittiler ?
-Para ve kadın düşkünü oldular, bu yüzden Allah buraları onların elinden aldı… dedi.
Güneşin altında sebepler aynıysa sonuçlar değişmiyor. Bu yüzden “tarih tekerrür” ediyor. 1000 yıldır oturduğumuz Anadolu’nun ortasında bir “Türkün son ahı tepesi” ni Rabbim kimselere göstermesin.