Her Kapı öpülmez

Ahmet Tan – Oylama var ! diyerek Meclisin kapısından içeri koşarak girdi. Ben olsaydım o kapıyı öperek içeri girerdim. Bir ülkede bir meclis kurmak önemli bir iştir. O meclisi hakkı ile çalıştırmak ise başka bir iş… Keşke “o başka iş” de bu ülkede, önceki iş gibi üstün başarı ile sonuçlansaydı da kamu hayatımız bu çağda böylesine sıkıntılı günler yaşamasaydı.

İstanbul Milletvekili Ahmet Tan ile Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ziyaret ettiğimizden bir hafta önce ben, bir başka farklı kapıyı aşmış, ama o  sırada onun gibi yel yepelek yelken kürek koşmamış, o kapıyı derin bir saygıyla öpmüştüm.

Konya’da  Hazreti Mevlana’nın gümüşlü kapısından içeri girmiştim. O kapı ki, üzerinde “Buraya eksik giren tamam çıkar” yazıyordu. Acaba diyordum, tamamlanmış mıydım ? Bilmiyorum. Allahüalem. İçeri girerken kapıyı öpmüştüm ya, tamamlanma şansına kavuşmuş olabilirdim. Ahmet Meclisin kapısını öpmemişti… O halde oraya “tamam giren de herhalde eksik” çıkardı. O da bilinmez. Allahüalem.

Kapılardan geçerken dikkatli olmalı. Önce hangi kapıdan ne zaman geçileceği bilinmeli… Zamanlama önemli. Sonra o kapıdan geçildiğinde, bir daha geri dönüp dönemeyeceğini insan bilmeli. Kapılardan geçmenin riski vardır. O yüzden bazı kapılar “öpülesi”, bazıları değildir.

Öpülmeden girilen kapılardan korkarım. Adamın başına ne geleceği belli olmaz. Tehlikeli iştir. Bazen sonucuna katlanmak zordur. Geçilen her kapının hayra alamet olup olmadığını insan zaman içinde öğrenr. Keşke her kapının üzerinde taşıdığı riskin derecesini gösterecek bir işaret olsaydı. O zaman kapıların görüntüsüne aldanmaz arkasını görebilirdik, Nice azametli kapıların zaman içinde nasıl fare deliğine dönüştüğünü, nice fındık kadar kapıların giderek ne büyük dünyalara açıldığını daha işin başında fark ederdik. Evliya kudreti kazanırdık o zaman.

Kapıları açmanın da bir geleneği olmalı… Bazı kapılar usulca, nezaketle açılıyor. Bazılarını  da durmaksızın tekmelemek gerekiyor. Usulca, nezaketle açılacak, o “öpülesi” kapıların yanında tekme ile açılacak kapıların varlığı, her ne kadar uygarlığa ters olsa da, böyle bir davranış,  bazen eşyanın tabiatına ve işlerin gidişatına uygundur.

Yeryüzünde tekmeyle açılacak kapıların arkasında kümelenenler, genellikle eski zamanlardan kalma paslı ve küflü kafaları henüz iki omuzları arasında gezdirmeye devam edenlerdir. Yaşamın muhteşem sırları her geçen gün onları, hayırlısıyla yok oluşun mutlu eşiğine doğru sürüklerken, o kötü kapıların ve yüzyıllardır onları bekleyenlerin acıklı sonları, kaçınılmaz biçimde gelecekteki insan yaşamının bahtiyar ufkunu şenlendiriyor.

Politika cambazları, hain liderler, kötü yöneticiler, hak hukuk yoksunu aydınlar, yanlışlıkla adı çıkmış sahte halk önderleri, kan içici, can alıcı, ocak söndürücü, yuva yıkıcı, gönül kırıcı, katı-ı feyz, yol kesici, vahşet düşkünü, insan azmanı, ruhu kara, ağzı kara, aklı yara, işi düşkün, yolu sapkın kişilerdir… “yıkılası” kapıların arkasına gizlenenler.

Can dostu, Hak aşığı, sevgi pınarı, yol gösteren, ruha ferahlık veren, düşküne can, cansıza kan, sürüye çoban, çaresize derman, cahile irfan, insanoğluna gufran, evrende yaratılmış ne varsa, cümle aciz yaratıklara Yaradanın uzanan elidir… “öpülesi” kapıların arkasında yer tutanlar.

Öpülerek açılan kapılar ve tekmeyle açılan kapılar…Rabbim ikincisinden korusun. Ve Rabbim kimseyi o tekmeyle açılan kapının ardına koymasın