İlâhilerle Kırk Yıl

dsc00078.JPGdsc00109.JPG      Â

Bu gün 6 nisan 2008 Pazar. Sabah saatlerinde Hakikat hanımın yaris’î ile Sapanca’dan yola çıktık. Yarın İstanbul’da konser var. Cemal Reşit Rey Konser salonunda Kutsi Erguner ve Nezih Uzel, bermutad iki kişi... Kutsi ney üfleyecek, ben bendir vurup ilahi okuyacağım. Halk adam başı on iki lira verip dinleyecek. Bu gece İstanbul’da kalacağız. Kutsi akşama Paris’ten gelecek. Bu konser için aylar öncesinden karar verildi.

Aslında adı geçen konseri, geçen yıl yapacaktık. Yine bir arıza oldu. Ben o konseri tek başıma yaptım. Bunun üzerine, üzerimize çöken ağırlığı kaldırmak için, haydi bir konser daha yapalım, son olsun, dedik yola koyulduk. Adını da “ilahilerle kırk yıl” koyduk. Kutsi ona bir de “Tekke’den sahneye” diye bir başlık ekledi, ben uzun başlıkları sevmiyorum, böyle şeyler hep üç kelime olmalı, bizim yazıları okuyanlar fark etmiştir, makale ve kitap başlıkları birkaç yıldan beri hep üç kelime, Konserlerin adı da öyle olsun dedim. Olmadı. Neyse… iyi olur inşallah. Biraz daha zaman var.

dsc00073.JPGdsc00081.JPG

Bu konsere “kırk yıl” adını takmamın nedeni var. **Kutsi’**nin babası, TRT İstanbul Radyosu Türk San’at Müziği Şube Müdürü Ulvi Ergunermucip” göstererek 1967’de beni TRT’ye aldırdığında kadromu “kudümzen” olarak çıkartmıştı. Ben 1967 yılında TRT’ye “kudümzen” olarak girdim. O yıllarda TRT’de “Mevlevi Âyini” çalmak yasak değil ama ilahiler yasaktı. Ulvi Erguner bu yasağı delmeye çalışıyordu. Beni o yüzden TRT’ye aldırdı.

Bir savaşın içine girdik. Ertesi yıl ben Cağaloğlu’nda Milliyetçiler derneğinde bir grup genç insanı çalıştırarak Şehzadebaşı’nda Gündeş Sineması’nda Türkiye’nin ilk ilahi konserini yaptım. Ortaya çıkıp şef oldum. Çok utandım. Hayatta bir daha çalgıcıların karşısına geçip el kol sallayarak şeflik yapmadım. Bir âşık müziği olan Türk Musikisinde şeflik yapmak utanç vericidir. Kutsi ilk defa o konserde ney üfledi. Yıl 1968. Aradan tam kırk yıl geçti.

Hakikat hanımla İstanbul’a vardığımızda Kutsi Erguner bizden önce gelmişti. Yerlerimizi bulduk, eşyalarımızı yaydık, üç gün burada kalacağız. Sonrası Allah kerim. Öğleden sonra Kutsi bey ney kutusunu alıp odaya geldi. Ufak bir prova yapacağız. Prova falan değil de, ne çalacağımızı az çok belirlemek gibi. Aslında biz hiç prova yapmayız, bu bir müzikli şiirdir. Müzikle şiir okumadır. Halkın karşısına geçer makam ve uyum gözederek çalıp söyleriz. Prova müzisyenlere mahsus.

Benim hiç müzisyen olmak hayatta aklıma gelmedi. Kutsi olmuş. Ben çalışmadım, uğraşmadım, beceremedim. Müziği kağıt üzerinde görmeye hiç tahammülüm olmadı. O yüzden ne nota öğrendim, ne usül, ne makam, ne nazariyat… Ben müzikte ebleh bir adamım, ağustos böcekleri gibi. Ancak siz müzik  öğrenmek istiyorsanız asla bu sözlere uymayın. Bu bahsi unutun.

Bu gün 7 nisan pazartesi, akşama konser var. Erkence salona gittik. Burası şehrin en büyük konser salonu, dolduğunda 700 kişi alıyor. Adı: Cemal Reşit Rey. O ünlü bir bestekârdı, ben sağlığında tanımıştım. Bir neslin yıllarca dinlediği “lüks hayat” operası O’nudur. Bu eser sadece  bir müzik parçası değil, toplumumuzun sosyal bir tablosudur. Bu yüzden sevilmişti.

Konser fena olmadı. Bir buçuk saat aralıksız sürdü. Kutsi Erguner’in uzun bir uşşak taksimi ile işe başladık. İlk okuduğum Ali Şirüganî’nin “Sıvadan kalbini pâk et” adlı anıt eseriydi. Bestekârın elimize ulaşmış yüzlerce ilâhisi vardır. Dört yüz yıl önce yaşamış bu değerli insanın, **Türk Dini Musikisi’**ne o çağda yaptığı eşi bulunmayan hizmet, ind’ Allah’ta Allahüâlem makbul olmuştur. Bu alanda öyle bir insan, bir daha yeryüzüne gelmemiştir.

İkinci eser Hacı Bayram Veli Hz’nin “N’oldu bu Gönlüm…” üydü. Beste Kutsi’nin dedesi Süleyman Erguner’indir… Daha sonra neler okuduk, neler üfledik, bilmiyorum. Kayıtlardan bulunabilir. Ama salonda altı yüze yakın bir insan kütlesinin taş kesildiğini gördüm. Kimse bu konserin sonuna kadar yerinden kımıldamamıştı. Tanrı onlardan razı olsun.

Bu bir konser değil bir “ruhlar randevusuydu” Kim nerden gelip nerede buluştu ? Bu buluşmayı sağlayan kimdi ? Bu birliğin sırrı nedir ?  Ben bilmiyorum**. Bilen varsa** söylesin. Şimdi yine Sapanca’dayız. Gelecek randevunun hasretiyle…

Ne olur, uzaklara gitmeyin.