Mezarımıza Lâle dikecek

pembe_lale_resimleri.jpg                                         Â

Deprem hocası soruyor: “İstanbul’a lâle mi lâzım, deprem ölçen alet mi ? “Belediye reisi cevap veriyor: “ O başka, bu başka…”  Yâni Lâle başka, Dcprem başka”

Ne başka ?

Senin elinde bütçe var, para vereceksin. Soruyorlar :”Parayı hangisine vereceksin**,  lâleye** mi depreme mi ? Cevap veriyor: “lâle’ye vereceğim…”

Yine soruyorlar :“Deprem gelip yüz binler ölüm tehlikesine uğradığında, onlara lâle mi vereceksin ? ” Evet diyor … "Ben “**Kamu” ya ait bir parayı, yine kamu’nun yararına kullanarak Deprem geldiğinde ilaç, sargı bezi, ölü torbası almak yerine Hollanda’dan getirdiğim lâleleri onların mezarlarına dikecek, kamu parasını lâlelere harcayacağım... Siz vatan hainsiniz, bir mezara çiçek dikmek sizin geleneğinizde yok mu ? "**Â

İstanbul’un Artvin doğumlu, mimarlık tahsil etmiş belediye başkanı sayın Kadir Topbaş deprem ölçer aygıt sağlama konusunda, kendisine yöneltilen eleştirilere yaklaşık bu cevapları veriyor… Bu konuda tartışma açılmasına dahi rıza göstermeyerek kendi yayın organlarında üzüntülerini belirtiyor.

Bu da yetmiyor, kendisini bu yolda eleştiren saygın bir üniversite hocasına, mahalle ağzıyla cevap veriyor. Onu haset ve kıskançlıkla suçluyor… “Ona iş vermedik de onun için böyle konuşuyor” diyor. Bir doğa afetine ve dolayısıyle ölümcül bir tehlikeye maruz bir şehir halkının önünde açık ve düşük bir tartışma platformu yaratıyor. Üniversite ve politik yaşamdan geldiği halde kendi alt kültürünün gelişmemiş tablosunu gözler önüne seriyor.  Böylece bu reis, İstanbul gibi adı efsanelere karışmış, uzun geçmişi olan bir şehre yakışmadığını açığa vuruyor…

İstanbul’un eski Belediye başkanlarından Bedreddin Dalan’la bir röportaj yapmıştım... Epey zaman oldu, neler konuştuğumuzu şimdi pek hatırlamıyorum. Sadece bir sözü aklımda kalmıştı. Dalan dedi ki: “ Bana eski eser düşmanı diyorlar, ben eski eser düşmanı değilim, üniversitede okurken Fatih medreselerinde bir odada kalırdım, nasıl eski eser düşmanı olurum ki ?” Bu Başkana göre ev bulamayıp eski bir medreseye sığınmak o medresenin tarihi değerini bilmek anlamına geliyordu. Â

Cumhuriyet yıllarında başkent Ankara’ya taşındıktan sonra İstanbul’a hiç İstanbul’lu belediye reisi gelmemiştir. Reisler hep Türkiye’nin başka yerlerinde doğmuş, aile göçleri dolayısıyle,  gerek çocuk yaşlarda gerekse daha sonra bu şehre gelmiş kişilerdir. Bir şehre sahip çıkmak için o şehirde birkaç nesil geçirmek gerektiğini bu reislere kimse anlatamamıştır.

Bir şehirde değil belediye başkanı olmak, oranın hemşehrisi sayılmak için dahi birkaç on yılın geçmesi gerekir, Belediye başkanı olmak için ise gözünü dünyaya orada açmalı. Ben Üsküdar Belediye Başkanı Trabzonlu Mehmet Çakar’a 100 yıllık bir Üsküdarlı aileden geldiğimi dahi anlatamamışımdır. Bir yerde uzun süre yaşayarak yaşlı çınarlar gibi toprağın altına kök salmayanlar, ilk meltem rüzgarında yerinden kopup sürüklenecek çalı demetleri ile aynı değerde tutulamazlar.  Â

İstanbul’da eskiden belediye başkanı seçilmez, belediyeye **Ankara’**dan atanan valiler bakardı. Onlara Vali ve Belediye reisi denirdi. Bunların sonuncusu Fahrettin Kerim Gökay’dır. İlk seçilen  de sanırım Hâşim İşcan’dıÂ

Cumhuriyet kurulduğundan beri Ankara İstanbul’a soğuk bakar. Türkiyenin bağrına hançer gibi dalıp nice ocakları söndüren nice vatan evlatlarını öksüz veya yetim bırakan korkunç İstiklal mahkemelerinden biri vaktiyle İstanbul’da da kurulmuş ama bu şehrin önde gelenlerine diş geçirememiştir. Şimdi de deprem aleti yerine lâle gönderiyorlar. Ortada bir siyasi hınç var.

Acaba bu yüzden mi uzun süre İstanbullu’lara “Belediye Başkanı” seçtirmediler…? Pek zorda kaldıklarında da “Başka yerde doğmuşlara” izin verdiler…Â İşte şimdi bu şehirde muhallebici dükkanı işleten Artvinli sevimli bir Belediye reisimiz var. Pardon. Depremde ölürsek mezarımıza lâle dikecek.