Payansız Denizin mevci

images3.jpg

Dervişlik dedikleri bî nihâyet denizdir Bu payansız denizin mevcine uyan gelsin                          Eşrefoğlu Rumi İznikî 14.yy.)

No Comment !

dsc087671.JPG İstinye, temmuuz 2011 Foto:Fatih Serhat Söğütlü

No Comment !

istinye.JPG İstinye; temmuz 2011 Foto:Fatih Serhat Söğütlü

MuhammedÎ Olanlar nerede ?

yahya.jpg

Ey İnsanlar Görüyorum ki evleriniz Rum Kayserleri evine Lüks hayranlığınız, Kisra’nın tutumuna Servet peşinde koşmanız Karun anlayışına Saltanatınız firavunun saltanatına Nefisleriniz Ebû Cehil’in nefsine Gururunuz Ebrehe’nin gururuna Yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin, Muhammedî olanlar nerede?” Yahya bin Muaz (9.YY.)

mihneti rahat bil

imagescaw1ipfz.jpg

mihneti rahat bil rahat arama Rahat mı bulunur zindan içinde

Eşrefzâde Rumî Iznıkî (15.yy.)

İşte yetmiş beş yıl

bne.JPG 75 yıl geride kaldı. Dünyaya geleli 75 yıl olmuş.. Bunca zaman yaşamışlığın bir şerefi ve sevinci olmalı. Bunca yıl insanoğlu için bir şeyler yapabilme olanağına sahip bulunmanın gururunu duymalı. İyi yaşamalı, yere sağlam basmalı, adamın kalbinde derin bir huzur, yaşamında neş'e  olmalı.

İnsan vardır gelsin diye beklenir, insan vardır gitsin diye beklenir. Gelişi beklenen, yolu gözlenen  insanlardan olmalı.. Huzur veren, girdiği ortama şenlik getiren, güven sağlayan, sorun çözen insan olmalı, Sorun çıkaran insan olmamalı.

1938 yılı, temmuz ayının birinci günü, Bursa’nın Mudanya ilçesinde, Mudanya-Bursa tren kumpanyasının doktoru Mehmet Muhlis Uzel’in üçüncü çocuğu olarak yeryüzüne ayak bastığımda bu yörenin pek de iç açıcı bir yer olmadığını “Akıl bâlî” olduktan sonra öğrendim. Bir düşmanlık dönemi yaşanıyordu. Dünya ikiye ayrılmış, birbirinin özerine atılmaya hazırlanıyordu. Az sonra yeryüzü tarihinin en kanlı boğuşmalarından biri yaşanacak yedi yıl sürecek ve insan nesli kıyasıya birbirini kıracaktı.

Savaşın içine doğmuştum. Savaşlardan, göçlerden ve olağanüstü hallerden başını kaldıramayan bir ailenin içinde dünyaya gelmiştim. Ailemiz bu coğrafyada pek çok örneği bulunan ailelerden biriydi.. Koca bir imparatorluğun yıkımına tanık olmuş, , Altından sürekli kayıp giden toprağa bir türlü sahip olamamış, yollarda her gün ölüp ertesi gün bir başka yerde yeniden doğmuştu. Sonunda  kurulan bir devletin içinde yeni bir yaşam biçimine boyun eğmiş, birkaç asırlık yaşamına yeni değerler katmıştı.

1938-1946 Alaman muharebesi yılları ilk çocukluk çağımdır. Bu dönemin sonunu  kalın kara perdelerle örtülü evlerde, üzerine mavi kağıtlar sarılmış cılız ışıklı ampullerle hatırlarım. Geceleri düşman tayyaresi gelecek diye korkuluyordu. Karartma vardı. Ekmek karneyle veriliyordu. Çarşıda kuyruklar uzuyordu. Şeker yoktu. Uçak geldiği zaman halka haber vermek için Giritli mahallesinde koca bir çınar’ın üzerine bir kilise çanı asmışlardı.

Savaş bittikten dört yıl sonra İstanbul’a taşındık. Babam emekli olmuştu. Üsküdar’da bakırcı Mıgırdıç’tan 22 bin liraya bir ev satın alarak yerleştik. O evde 0tuz beş yıl oturduk, gençlik çağım ve orta yaşın ilk yılları o evde geçti. Babam ve annem orada rahmetli oldu. Semih isimli bir ağabeyim vardı. 26 yaşında o evde öldü. Bahçeler arasında iki katlı kargir bir evdi. Babam bahçeye şeftali, kiraz ve erik ağaçları dikmişti. Her yıl meyva verirlerdi.

Üsküdar’daki evin üzeri terastı, yukardan tüm İstanbul manzarası görülüyordu. Sonradan Özbekler Dergahı olduğunu öğrendiğim bir grup selvi ağacının bulunduğu bir yere bazen gözüm takılır, o sırada nedense içimde bir sıcaklık duyardım. “Orada bir şeyler olduğunu..” hissediyordum. Çok geçmeden o yerin yolunu buldum. Beş yıl sonra orada Hafız Nafiz Efendi’yi, Şeyh Necmeddin Özbekkangayı, Hafız Cevdet Soydanses’i, Arusi şeyhi Aziz Çınar,Celveti-Bektaşi şeyhi Yusuf Fahir Ataer, Kadıri şeyhi Misbah Erkmenkul, Rüfai şeyhi Muhiddin Ensarî, Küçük Hüseyin ef. halifelerinden hocam Cahit Gözkan ve Hulusi Gökmenli’yi tanıdım.

Neyzenbaşı Halil Can bey’i, neyzenler: Kütahyalı Ahmet Yakuboğlu, Niyazi Sayın, Ulvi Erguner, Andaç Abraş, Hayri Tümeri tanıdm. Sonra her şey birbirine eklendi. İstanbul’un tüm sanat, tarikat ve tasavvuf cephesini tanıdım. Prof Süheyl ünver, hattatlar Necmeddin Hoca, Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç, Bekir Pekten, gibi kişilerle dostluklar kurdum.

Mevlevihaneler erkanından Sadedin Heper, Şakir Çetiner, Osman Dede, Ahmet Bican Kasaboğlu, Selman Tüzün, Gavsi ve Resuhi Baykara’lar, Enver Turunç Çelebi, Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana torunu Çelaleddin Çelebiyi tanıdım. Müzik dünyasında Münir Nureddin Selçuk, Rıza Rit, Recep Birgit, Kemal Gürses, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses’i tanıdım. 1961’de başladığım profesyonel gazetecilik hayatımda  beni mesleğe sokan köşe yazarı üstadım Ref’i Cevad Ulunay’ı, tiyatro yazarı Haldun Dormen’i, tarihçiler Reşat Ekrem Koçu ve Feridun Fazıl Tülbentçiyi tanıdım. Yurt dışında Mesnevi mütercimi Mdm. Eva de Witray Meyerovich, Michel random, Reymond Cartier, Mme. Carrere d’Encausse, Roger Garaudy isimli yazarlarla tanıştım, kitaplarını Türkçeye tercüme ettim.

Elli yılda 80.bin  resim çektim. Türk-İslam kültürü ile ilgili telif-tercüme 27 kitabım çıktı. Elli yıl gazetecilik yaptım. 1966’da Ankara’da Parlemento-Dış İşleri Bakanlığı ve Meclis muhabiriydim. Bir gazete iki derginin yazı işleri müdürü oldum. 80’li yıllarda yayınladığımız “Antika” ve “Tombak” isimli dergiler Türk basın tarihinde şerefli bir yer sahibi oldular. TRT İstanbul Radyosu, Türk San’at müziği kadrosunda 34 yıl çalıştım. Yurt içinde ve dışında 22 müzik albumüm yayınlandı. Neyzen Kutsi Erguner’le birlikte dünyanın en prestijli salonlarında 60’a yakın konser düzenledik. İstanbul’da Galata Mevlevihanesinde kurduğumuz “İstanbul Sema Grubu” 20 yıldan fazla faaliyet gösterdi. Otuza yakın semazen yetiştirdi. Kütahya, Üsküdar ve Kahire Mevlevihanelerini hizmete açtı.

İşte yetmiş beş yıl.Ne yazık ki bütün bunları yaparken evlenmeye vakit olmadı. Bir yuva kurarak çoluk çocuk, sahibi olamadım. Torun-torba’dan mahrum kaldım. Bir ömrü önce Allah’ın sonra Cemaatin rızası uğruna harcadım. 75’inci yılımı kutlayan tüm dostlarıma sonsuz şükranlarım ve minnet duygularımı sunarım, sağ olsunlar. Esenlik ve mutluluklarını isterim. Onlarla yeni yeni yetmiş beş yıllarda buluşmak dilerim.. Biz gideriz yerimize başka insanlar gelir, siz gidersiniz yerinize başka insanlar gelir. Yeryüzünde Tanrı kulları hiç eksik olmazlar “ila yevm ül âhıra” yaşar  giderler. Hep buluşurlar, hep buluşurlar. Hep buluşuruz. Hep buluşuruz. Gelip gitsek te hep buluşuruz. Kalın sağlıcakla

Kâbe'ye karşı Çöğdürenler

(Arşiv'den ilk yayınlanma 18 Kasım 2006)

 kabe.jpgMüslümanlığın  bu şekli utanç vericidir. Eğer buna Müslümanlık deniyorsa ben Müslüman değilim. Müslüman‘ın bir Kâbe’si vardır. Bir Kıble’si vardır, Bir mihrabı vardır. Bir yaşam biçimi vardır. Milyonla doları olmasa da garip ve hüzünlü bir kalbi vardır.

Müslüman, çağın yaşanan rezilliklerinden rahatsız olur. Müslüman, Dünyada en son aç doymadan, kendisi doymaz. Müslüman, dünyada en son çıplak giyinmeden kendisi giyinmez. Dünyada en son huzursuz huzur bulmadan Müslüman rahata eremez… Bu din bin beş yüz yıl önce dünyaya gelmiş, dinlerin sonuncusu, teslim, tevhid ve mutlak Yaradan'ın huzurunda tevazu dinidir. Kalp çırpıntılarının en muhteşemi, yaşam biçimlerinin en ulusu, Ruhsal sistemlerin en şereflisidir. Tanrı’dan insanlara  son Peygamberi ile son hitab-ı izzetidir.

Hal böyleyken bazıları Kabe-i Muazzama‘nın yanına muazzam bir kule dikmişler. Adını “zemzem tower” koymuşlar, şimdi birtakım yılışık zenginler bu kuleden daireler alıp, pencere kenarına çöküp Müslümanların **Kâbe’**sine karşı kıllı bacaklarını uzatıp keyif çatacaklar. Çaylarını yudumlayacaklar, dostlarını misafir edecekler, aşağıda   hacı adayları kaynaşırken bunlar yukarda bulutlara yakın bir yerde uzun oturacaklar. Hay adınız batsın

Osmanlı mukaddes topraklara ve **“beytullah”**a altı asır sahip çıktı **Kabe’**nin yanına ondan yüksek bina yapmadı. Bu ne rezilliktir. Destur, Bu nasıl Müslümanlık ?

Kabe‘nin yanında yükselecek “bilmemne” kulesinin sekenesi def-i hacette bulunurken acaba yüzlerini hangi istikamete çevirecekler ? İslâm terbiyesinin asırlarca en koyu yaşandığı makarr-ı Hilâfet İstanbul şehrinde, eskiden yapılan evlerde ayakyolu hiçbir devirde Kıble yönüne bakmadı. Son örnekleri zar zor ayakta durmaya çalışan eski İstanbul ahşap evlerinin    dikkat ediniz, hiç birinin tuvaleti   Mekke yönünde değildir. Bu medeniyetin kurucuları şimdi gidip **Mekke’**de Kabe‘ye karşı kule yapıp içine apteshane koyuyorlar, acaba o apteshane nereye bakıyor…? Ruhları apteshane olmuş bahtsızların

Kabe‘ye karşı kule yapanların kulesi inşallah “ruz-u mahşerde” onbir eylül kuleleri gibi **“ground zero”**olacak. Rabbimden istediğim bu… Benim adımı terörist koyun…Tekrar ediyorum.   Siz buna Müslümanlık diyorsanız,   ben Müslüman değilim.

Bunlar Müslüman değil, Fahri Kainat’ın adını kullanan, Mevlânâ‘nın deyişiyle bir alay samsalak tezek tüccarıdır. Hayta kılıklı yüzsüz bezirgandır. Kese zengini, ruh fukarâsı   donguz dangalak tayfası’dir.. Milletin parasını çalıp gece klüplerinde yiyen sergerde takımıdır. Kâbe‘yi **Suudî’**lerin gece klübü zannettiler. Böyle Müslüman olamaz… Ey  zamanzede “kara para” hacıları…

Bir zaman, bir adam, bir şeyhe para getirmiş. Şeyh müritlerine demiş ki :” şu parayla saman alın, getirip ahırdaki eşeğin önüne koyun” Müritler söyleneni yapmışlar, eşek   önüne gelen samanı yememiş. Şeyh, para getiren adama dönmüş - gördün mü bak… ? senin paranla alınan samanı bizim eşek bile yemedi…” demiş.

Kara para ile saman alsanız eşekler yemez, siz o paralarla  Mekke‘de “devre mülk” aldınız… Ama insaf ile hükmedilsin…Tabii ki allahüâlem hepinizin parası bu kadar kara değildir, ancak Kuleye çıkıp Kabe‘ye karşı  çöğdürenin kalbi, o paradan da karadır… **Emin olabilirsiniz… (**Arşiv'den)

Üsküdar'a yeniden Merhaba

cesme.jpg Türk’lerin büyük yürüyüşü sırasında Karadeniz’in kuzeyinden gelerek eski Bulgaristan’ın Deliorman bölgesine yerleşen Oğuz’ların “Uz Türkleri” nden bir çiftçinin oğlu olan acar bir genç, asrın başında İstanbul’a gelerek doktor mektebine yazıldı. Bir süre sonra anne ve babasını da getirdi. Üsküdar’da Tunusbağı’nda bir ev satın alarak yerleştiler.

Rüştiye ve idadiye kademesinde Osmanlı okullarını Şumnu’da bitiren genç, o zaman “tıbbiye-i şâhâne adını taşıyan okulun son sınıfında okurken Çanakkale Harbi patladı. Bunun üzerine Osmanlı genel kurmayı, tıp mektebinin tüm son sınıf öğrencilerini, “mülazım evvel”rütbesi ile orduya aldı.

Yakın çağın en korkunç sömürge savaşlarından biri olan Çanakkale “melhame-i kübrası”nın devamı sırasında Şumnu’lu genç tüm sınıf arkadaşları ile birlikte cephede vazife gördü.  Savaş, doktor mektebinin staj devresi gibiydi. Öğrenciler derslerini uygulamalı olarak harp meydanlarında görüyorlardı. Kitapları ve ders notları yoktu. Kitapları kanlı şehit cenazeleri, ders notları insan parçalarıydı.

Savaş sona erdi Çanakkale boğuşması kazanılmış, düşman durdurulmuş ama ne hikmetse savaş kaybedilmişti. Muharebeyi kazanmış, savaşı kaybetmiştik. Kazanılan şanlı zafer diplomat masalarında heba olunca Ordu’nun ayakta kalan kısmı da dağıldı. Ancak Balkan faciasından beri askerin şerefini kurtarmaya çalışan bir grub yürekli Osmanlı subayı, ünlü Sultanahmet Mitinginden sonra başlayan “Milli Uyanış” a katıldılar. Şumnu’lu genç ve sınıf arkadaşları aralarındaydı.

İstiklal savaşında Şumnu’lu, Bursa Askeri hastanesindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir emir subayı olarak, doktor yokluğunda oradan oraya koşuyor, zaman zaman cephenin tam ortasında yer alıyordu. Biri doktor, diğeri İzmir Sarıkışla bombardımanında şehit olan topçu binbaşısı iki oğlunu savaşa gönderen Aile, o sırada yine Üsküdar’da oturmaya devam ediyordu. Ayrıca memleketten kopup gelenlerin çokluğundan daha geniş bir eve çıkma gereği duyuldu ve Atikvalde semtinde üç katlı ahşap bir ev satın alındı.

ev.JPGŞumnulu genç, bu satırların yazarı aciz muharrir’in muhterem babası Mehmet Muhlis Uzel’dir. Ana ve babasını ve tüm ailesini Savaşın felaketinden korumak üzere 100 yıl önce fevkalade zor şartlarla Üsküdar’da bir ev satın alan ve  “Uzların” onbeş asırlık Asya yürüyüşünü Üsküdar’a  kadar uzatarak burada noktalayan kişidir. 1884 ile 1953 yılları arasında yaşamıştır.

Doktor Mehmet Muhlis Uzel ve ailesi 100 yıldan beri Üsküdar’da oturuyor.  Benim 54 yılım bu kasabada Selamiali Mahallesi, Ekmekçibaşı sokağı 11 no’lu evde geçti. TRT’den emekli olduktan sonra “bu şehir çok kalabalık oldu, artık burada yaşanmaz, başka yere gitmeli” diyerek Sapanca’ya yerleşmiştim. Yedi sene zor durdum. Geçen hafta pılı pırtıyı toplayıp Üsküdar’a geri döndüm. Kaybolmuş bir vatanı yeniden bulmuş gibiyim. Sanki “vaad edilmiş toprağa” yeniden kavuştum. Tüm eski dostlarımla, gençlik arkadaşlarımla buluştum.  Üsküdar’ın aziz belediye başkanı Mustafa Kara Sapanca’ya araç göndererek eşyamı naklettirdi. Bu beni fevkalade onurlandırdı. Unutmuştum, bu yüzden Üsküdar’ın bir parçası olduğuma inandım.Sanki Üsküdar’da yeniden doğdum.

tekke.jpgÜsküdar’a merhaba ! Üsküdar’a  Tekrar merhaba, Özbekler Tekkesi’ne, Sultantepe’ye, Toygar’a, Çamlıca tepesine, Sarıkaya'ya, Nakkaş Tepe'ye, Doğancılar yokuşuna, Karlıkbayır’a, Harem ve Salacak iskelelerine, Balaban İskelesine, Üsküdar Çarşısı’na, Ahmediye sapağına, Kepçe dede’ye, Bandırma tekkesi’ne, şeyh Yusuf Fahir baba’ya  merhaba..Fethi Paşa ve Arapzade korusuna , Paşa Limanı’na merhaba.. Kuşkonmaz camiine,  Miskinler tekkesi’ne merhaba, İskele Mihrimah Camiine, Muhteşem Sultan I. Ahmet Çeşmesine, Gülnuş Emetullah ve Nurbanu Sultan’ların Camii’lerine ve vakıflarına, Gülfem Hatun ve Karadavud mescidlerine merhaba.. Hüdai ve Şeyh Nasuhi Dergahlarına, Karacaahmet Sultan ve Müştak baba’ya.. Merhaba.. Şeyh Necmeddin efendi’ye, Nafiz Amca’ya, Eşref Efendi’ye, Hattat Nccmeddin Hoca’ya Aktar Mustafa’ya, Derviş  Tufan’a, Kahveci Abdullah’a, Nedim, Ziya ve Yunus bey’lere Şeyh Aziz Çınar’a merhaba.. Aşçı Fuat’a merhaba.. Tüm gelmiş geçmiş ve gelecek Üsküdar’lılara Merhaba dostlar.. merhaba.

mermer.JPG

Sözün bittiği yer

dscn1312.JPG Adapazarı-Taraklı, nisan 2005

No Comment !

cemal-1.JPG Karasu, Temmuz 2004