Mevlevîlik çok eski zamanlardan kalmadır. On üçüncü asrı milâdî’de Konya’da yaşamış olan Pir Mevlânâ Celâddin Rûmî adına Konya'da kurulmuş ve yedi yüz yıl yaşamıştır.
Mevlevîlik bir Tarikat’tı. “Tarikat” Yaradan’a ulaştığı farzedilen “yol” demektir. Yol sayısızdır. İslam inancında bu yolların “yaratıkların nefesleri adedince” olduğu belirtilmiştir.
Mevlânâ’nın zamanında “Mevlevî Tarikatı” adı ile bir tarikat yoktu. Pir’in kendisi büyük mürşid Necmeddin Kübrâ adına kurulmuş olan “Kübreviyye” tarikatina bağlıydı. “Âlimler Sultanı” lakabı ile tanınan babası Belh'li Bahaüddin Veled bir Kübreviyye şeyhiydi.
Mevlevîlik, Pir’in vefatından az sonra oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından meydana getirildi. Bu tarikata girenlere “Mevlevî” dendi. Mevlevîlerin toplandıkları ve kısmen yaşadıkları yerlere de “Mevlevîhâne “ veya “Dergâh” yahut “Tekke” adı verildi. İlk Mevlevîhâne Pir’in türbesinin yanında yer almıştı. Bunu takiben Kütahya, Afyon ve İstanbul ekseninde ilk Mevlevîhâneler kuruldu.
Mevlevîlik Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte kurulmuştu. Bu yüzden Osmanlı Devlet protokolünde yerini aldı. Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte gelişti ve yine onunla birlikte tarihi seyrini tamamladı. Mevlânâ’nın torunları asırlarca Konya’da Mevlânâ türbesinde yer alan makamlarını korudular. Bu makam Padişahlık gibi babadan oğula geçerek devam etti.
Osmanlı Padişahları Mevlânâ’ya ve yoluna gereken hörmeti gösterdiler. Mevlevihâne inşa ettiler ve vakıflar yoluyla bunların gelirlerini sağladılar. Mevlevihâne bir devlet kuruluşuydu.Tüm teşkilatın geliri Devletin garantisi altındaydı. Osmanlı İmparatorluğu' nun yayıldığı üç kıt’ada: Macar ovalarından Basra körfezine, Kırım’dan Girit, Kıbrıs ve Kahire’ye kadar 105 Mevlevîhâne kuruldu. Bunların çoğu tarih oldu, ancak Anadolu dışında Macaristan’da Peç, Kırım’da Gözleve, Girit’te Hanya, Kahire’de Sungur Sadî, Yunanistan’da Selanik, Bulgaristan’da Filibe, Lübnan’da Trablusşam Mevlevîhâneleri gibi bazı yapılar henüz ayaktadır.
Devlet merkezi İstanbul’da sırası ile beş Mevlevîhâne kurulmuştu: Yenikapı, Galata, Kasımpaşa, Beşiktaş sonra Eyyüb sultan Bahâriye; Üsküdar Mevlevîlhâneleri.. Bunlardan dördü şu an onarılmış, ayaktadır.
Mevlevîhâneler Osmanlı devletinin çatısı altında asırlarca eğitim hizmeti görmüşlerdi. Buralarda sanatkâr, bilim adamı ve insanlığa yarar adamlar yetişmiştir. “Ahîlik” ilkelerine dayalı bu yerlerde eğitim Şeriat temelinden geçerek Ortaysa Türk tasavvufuna dayanıyor ve burada İnsanoğluna Tanrı sevgisi aşılanıyordu. Şeriatın disipline soktuğu kişiler bu yerde Tanrı sevgisi kavramına ulaşarak Pir’în manevi mirası doğrultusunda terbiye oluyorlardı. Esas olan korku değil, sevgiydi.
Eski zaman Mevlevîleri asil insanlardı. Her hal ve tavırlarıyla asırların gerisinden birikip gelmiş köklü bir kültürün üretimiydiler. Dünya zevklerine ve geçici heveslere kapılmayan, mutluluğun kaynağını toplumda arayan, Tanrı’nın tüm yaratıklarına karşı “derin bir sevgi ve hörmet” gösteren insanlardı. Kurdukları “Tekke”ler saraylardan üstündü.
Mevlevî tarikat geleneğine bağlı son aileler 70’li yılların sonuna doğru bir bir bu dünyadan göçerek Mevlevî değimi ile “Hamûşan”a sırlandılar. Hamûşan kelimesi Mevlevilike “Mezarlık” yerine kullanılıyor ve “susanlar” artık hiç konuşmayacak olanlar anlamına geliyordu.
Benim tanıdıklarım arasında hepsi Mevlevîhânelerde yetişmiş ve dergâh görmüş ama artık “hiç konuşmayacak olanlar” şunlardır: Konya çelebilik makamının son temsilcisi Celâleddin Çelebi, Bu makamda hizmet etmiş son derviş Mehmet Dede, Son Mevlevî Şeyh’leri: Mithat Bahârî Beytur, Celâl Çelebi, Münir Çelebi, Enver Turunç Çelebi, Selman Tüzün, Gavsi Baykara, Resûhi Baykara. Son semazenbaşılar: Ahmet Bican Kasaboğlu, Bâhir Şereftuğ. Son Neyzenbaşılar: Halil Can, Hayri Tümer, Ulvi Erguner, Selami Bertuğ. Neyzenler: Aka Gündüz Kutbay, Andaç Arbaş, Doğan Ergin, Nida Eskin, Fuat Türkelman. Son kudümzenbaşılar Sadeddin Heper, Şâkir Çetiner.
Mevlevîliğin kurucusu torun Ulu Arif Çelebi’nin doğumu olan 1272 yılından Mevlevî tarikatının sona erdiği 13 aralık 1925 yılına kadar geçen 643 yıl Mevlevî yolunun şanlı yaşam tarihidir. İnsanoğlu’nun yeryüzü macerasında başından geçen bu altı asırlık kutsal dönemin, şu anda yaşamakta olan bizlerin de mayasında henüz kaybolmadığına inancım tamdır. Yaradan doğrusunu bilir. Mevlevî olan, Mevlevî neş’esi ile yaşayan ve yaşayacak olanlara gönüller dolusu selam olsun.