/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
Aranızda Mevlânâ olan var mı ?
Aranızdaki Mevlânâ kim...?
Mevlânâ’ya “sen kimsin ? ” demişler...
“Ben ol da bil...” demiş..
**Mevlânâ’**yı bilmenin başka yolu yok... Adam “Mevlânâ gibi olmalı...”
İstanbul’da bir kongre kuruluyor... Uluslararası iddialı. Bana da davetiye göndermişler... Acaba kim gönderdi ? Banim adımı kim verdi ? O adama göre acaba ben Mevlânâ mı oldum ? “Mevlânâ olduğumu” sanmıyorum.
Listeye göz attım. Hiç “Mevlânâ” göremedim... Uzaktan yakından ilgili de göremedim. Ayrıca o listede Thierry Zarcone ve Kabir Helmiski de var... Her ikisi de bizim defterde çarpı işaretli..
Thierry Fransız ilimler akademisi görevlisi olarak yıllar önce Türkiye’ye geldi. Amacı “bizim nasıl Mevlevî olduğumuzu” kendi tayfasına anlatmaktı... Bir çeşit kültürel casus. Birkaç yıl aramızda oturdu, toplantılarımıza katıldı, sofralarımızı şenlendirdi. Sonra gitti, raporunu yazdı Thierry bizim için o raporda “Bunlar hakiki Mevlevî değil” diye yazmış bana raporu gösterdiler, adamın **Mevlevî’**lere bir tek “soytarı” demediği kalmış. Ülkede “Mevleviyiz” diyenlerin aralarında elbette bu değime yakışmayacak adamlar var, ancak onları ayırmıyor, topluluğu külliyen karalıyor.
Öbürü daha da kuşkulu... Bir Amerikan Yahudisi... **İstanbul’**dan toplama bir “Sema Grubu”nu birkaç defa Birleşik Devletlere götürdü, gösteri sırasında kendi de posta oturdu. Yetkiyi de rahmetli Çelebi Efendi’den almış... Bir protokol hâtâsı oldu. Çelebi o yetkiyi veremezdi, çünkü kendisinde yetki yoktu. Cumhuriyet Hükümeti makamını ilga etmişti... Manevi yetkisi var sayılır, o da tartışmalı. Yenikapı Mevlevîhânesi son şeyhi **Abdülbâkı Efendi’**nin küçük oğlu Resûhi Baykara bana “yetkisi yok, hilafet veremez...” demişti.
**Kongre’**de toplanıp “kellim kellim layenfa” piyesi oynayacak olanların içinden kim bilir kaç çeşit Mevlânâ tablosu çıkacak... O resimlerin hepsini toplasanız Mevlânâ’nın bir kılına ulaşamayacağına eminim...
Kongre’nınin son günü Hazret kabri şerifinden doğrulup salona gelse, acaba kaç kişi onu tanır ? kıyafetine bakarak belki “Bu zatı bir yerlerden tanıyoruz ama çıkaramadık...” derler. Scorses’in filminde papaz’ın Hazreti İsa’yı tanımayışı gibi...
Mevlanâ Mevlâna olalı böyle Kongre görmemiştir. Thierry Zarcone ve Helminski’den sonra acaba daha ne kadar gaflet erbabı orada yerini alacak “Mevlânâ”yı anlatırken yanlışlıkla kendilerini anlatacaklar. Kendi tercihlerini kalabalığa aktarmaya çaba harcayacaklar. Ben kimsenin Mevlânâ’sına karışmıyorum. Karışmak da istemiyorum. Benim Mevlanam bana yetiyor...Pirim**, efendim**, sebebi mevcudiyetim varlığım... yol verenim. (Arşiv'den)