75 yıl geride kaldı. Dünyaya geleli 75 yıl olmuş.. Bunca zaman yaşamışlığın bir şerefi ve sevinci olmalı. Bunca yıl insanoğlu için bir şeyler yapabilme olanağına sahip bulunmanın gururunu duymalı. İyi yaşamalı, yere sağlam basmalı, adamın kalbinde derin bir huzur, yaşamında neş'e olmalı.
İnsan vardır gelsin diye beklenir, insan vardır gitsin diye beklenir. Gelişi beklenen, yolu gözlenen insanlardan olmalı.. Huzur veren, girdiği ortama şenlik getiren, güven sağlayan, sorun çözen insan olmalı, Sorun çıkaran insan olmamalı.
1938 yılı, temmuz ayının birinci günü, Bursa’nın Mudanya ilçesinde, Mudanya-Bursa tren kumpanyasının doktoru Mehmet Muhlis Uzel’in üçüncü çocuğu olarak yeryüzüne ayak bastığımda bu yörenin pek de iç açıcı bir yer olmadığını “Akıl bâlî” olduktan sonra öğrendim. Bir düşmanlık dönemi yaşanıyordu. Dünya ikiye ayrılmış, birbirinin özerine atılmaya hazırlanıyordu. Az sonra yeryüzü tarihinin en kanlı boğuşmalarından biri yaşanacak yedi yıl sürecek ve insan nesli kıyasıya birbirini kıracaktı.
Savaşın içine doğmuştum. Savaşlardan, göçlerden ve olağanüstü hallerden başını kaldıramayan bir ailenin içinde dünyaya gelmiştim. Ailemiz bu coğrafyada pek çok örneği bulunan ailelerden biriydi.. Koca bir imparatorluğun yıkımına tanık olmuş, , Altından sürekli kayıp giden toprağa bir türlü sahip olamamış, yollarda her gün ölüp ertesi gün bir başka yerde yeniden doğmuştu. Sonunda kurulan bir devletin içinde yeni bir yaşam biçimine boyun eğmiş, birkaç asırlık yaşamına yeni değerler katmıştı.
1938-1946 Alaman muharebesi yılları ilk çocukluk çağımdır. Bu dönemin sonunu kalın kara perdelerle örtülü evlerde, üzerine mavi kağıtlar sarılmış cılız ışıklı ampullerle hatırlarım. Geceleri düşman tayyaresi gelecek diye korkuluyordu. Karartma vardı. Ekmek karneyle veriliyordu. Çarşıda kuyruklar uzuyordu. Şeker yoktu. Uçak geldiği zaman halka haber vermek için Giritli mahallesinde koca bir çınar’ın üzerine bir kilise çanı asmışlardı.
Savaş bittikten dört yıl sonra İstanbul’a taşındık. Babam emekli olmuştu. Üsküdar’da bakırcı Mıgırdıç’tan 22 bin liraya bir ev satın alarak yerleştik. O evde 0tuz beş yıl oturduk, gençlik çağım ve orta yaşın ilk yılları o evde geçti. Babam ve annem orada rahmetli oldu. Semih isimli bir ağabeyim vardı. 26 yaşında o evde öldü. Bahçeler arasında iki katlı kargir bir evdi. Babam bahçeye şeftali, kiraz ve erik ağaçları dikmişti. Her yıl meyva verirlerdi.
Üsküdar’daki evin üzeri terastı, yukardan tüm İstanbul manzarası görülüyordu. Sonradan Özbekler Dergahı olduğunu öğrendiğim bir grup selvi ağacının bulunduğu bir yere bazen gözüm takılır, o sırada nedense içimde bir sıcaklık duyardım. “Orada bir şeyler olduğunu..” hissediyordum. Çok geçmeden o yerin yolunu buldum. Beş yıl sonra orada Hafız Nafiz Efendi’yi, Şeyh Necmeddin Özbekkangayı, Hafız Cevdet Soydanses’i, Arusi şeyhi Aziz Çınar,Celveti-Bektaşi şeyhi Yusuf Fahir Ataer, Kadıri şeyhi Misbah Erkmenkul, Rüfai şeyhi Muhiddin Ensarî, Küçük Hüseyin ef. halifelerinden hocam Cahit Gözkan ve Hulusi Gökmenli’yi tanıdım.
Neyzenbaşı Halil Can bey’i, neyzenler: Kütahyalı Ahmet Yakuboğlu, Niyazi Sayın, Ulvi Erguner, Andaç Abraş, Hayri Tümeri tanıdm. Sonra her şey birbirine eklendi. İstanbul’un tüm sanat, tarikat ve tasavvuf cephesini tanıdım. Prof Süheyl ünver, hattatlar Necmeddin Hoca, Halim Özyazıcı, Hamit Aytaç, Bekir Pekten, gibi kişilerle dostluklar kurdum.
Mevlevihaneler erkanından Sadedin Heper, Şakir Çetiner, Osman Dede, Ahmet Bican Kasaboğlu, Selman Tüzün, Gavsi ve Resuhi Baykara’lar, Enver Turunç Çelebi, Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana torunu Çelaleddin Çelebiyi tanıdım. Müzik dünyasında Münir Nureddin Selçuk, Rıza Rit, Recep Birgit, Kemal Gürses, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses’i tanıdım. 1961’de başladığım profesyonel gazetecilik hayatımda beni mesleğe sokan köşe yazarı üstadım Ref’i Cevad Ulunay’ı, tiyatro yazarı Haldun Dormen’i, tarihçiler Reşat Ekrem Koçu ve Feridun Fazıl Tülbentçiyi tanıdım. Yurt dışında Mesnevi mütercimi Mdm. Eva de Witray Meyerovich, Michel random, Reymond Cartier, Mme. Carrere d’Encausse, Roger Garaudy isimli yazarlarla tanıştım, kitaplarını Türkçeye tercüme ettim.
Elli yılda 80.bin resim çektim. Türk-İslam kültürü ile ilgili telif-tercüme 27 kitabım çıktı. Elli yıl gazetecilik yaptım. 1966’da Ankara’da Parlemento-Dış İşleri Bakanlığı ve Meclis muhabiriydim. Bir gazete iki derginin yazı işleri müdürü oldum. 80’li yıllarda yayınladığımız “Antika” ve “Tombak” isimli dergiler Türk basın tarihinde şerefli bir yer sahibi oldular. TRT İstanbul Radyosu, Türk San’at müziği kadrosunda 34 yıl çalıştım. Yurt içinde ve dışında 22 müzik albumüm yayınlandı. Neyzen Kutsi Erguner’le birlikte dünyanın en prestijli salonlarında 60’a yakın konser düzenledik. İstanbul’da Galata Mevlevihanesinde kurduğumuz “İstanbul Sema Grubu” 20 yıldan fazla faaliyet gösterdi. Otuza yakın semazen yetiştirdi. Kütahya, Üsküdar ve Kahire Mevlevihanelerini hizmete açtı.
İşte yetmiş beş yıl.Ne yazık ki bütün bunları yaparken evlenmeye vakit olmadı. Bir yuva kurarak çoluk çocuk, sahibi olamadım. Torun-torba’dan mahrum kaldım. Bir ömrü önce Allah’ın sonra Cemaatin rızası uğruna harcadım. 75’inci yılımı kutlayan tüm dostlarıma sonsuz şükranlarım ve minnet duygularımı sunarım, sağ olsunlar. Esenlik ve mutluluklarını isterim. Onlarla yeni yeni yetmiş beş yıllarda buluşmak dilerim.. Biz gideriz yerimize başka insanlar gelir, siz gidersiniz yerinize başka insanlar gelir. Yeryüzünde Tanrı kulları hiç eksik olmazlar “ila yevm ül âhıra” yaşar giderler. Hep buluşurlar, hep buluşurlar. Hep buluşuruz. Hep buluşuruz. Gelip gitsek te hep buluşuruz. Kalın sağlıcakla