/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
On altı ve on yedinci yüzyıllarda Osmanlı sultanlarının desteği ile Atlantik Okyanusuna çıkan ve Batı Akdeniz’i ele geçiren Türk korsanları, İstanbul’dan izinsiz bayrak çeken gemilere göz açtırmamış, Amerika Birleşik Devletleri ticaret gemilerini yıllık haraca bağlamışlardı.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında, ondört ile yirminci yüzyıllar arasında altı asır saltanat sürmüş olan Osmanoğulları devleti, topraklarının ortasında yer kalan Akdeniz’de tam bir egemenlik kurmuştu. Bu denizin kuzeyinde yer alan Latin’lerin “Mare İnternum: iç Deniz” dedikleri bu denizde, Asyalı Türklerle denizci ırkların birleşiminden doğan güç ve bilgi dengesi, bölgenin tarihinde sonraki yüzyıllarda görülmedik bir siyasi birlik sağlamıştı.
Malazgirt zaferinden sonra Küçük Asya’ya girerek Miladın bininci yılından itibaren Batı’da söz sahibi olmaya başlayan Türk ırkı, Osmanlı devleti çatısı altında bölgenin eski yeni tüm denizci devletlerini tek bir devlet çatısı altında örgütlemeyi başarmış ve bir kara-deniz imparatorluğu kurmuştu. Bu imparatorluk Doğu’da İpek yolu üzerinde İran ve Mısır’la , batı’da İtalya İspanya ve Fransa ve ile boy ölçüşüyordu. O çağda, o yerde Asya’nın mert delikanlısı, sıcak denizlerin haşarı genciyle bir araya gelmiş ve dünyaya yeni bir çağın kapıların açmıştı. Amerika Birleşik Devletlerinin iç istikrarı sağlayıp gelişmeye başlaması da bu tam bu zamana rastlar.
Türkler ilk defâ olarak 1516’da bir Anadolu çocuğu olan Oruç Reis komutasında, İspanyollara karşı üstünlük kurarak Cezâyir’e çıkmışlardı. Az sonra Cezayir bey’i olan ve kendisi gibi kızıla çalan sakalından dolayı Avrupalıların ona da “Kızıl sakal: Barbaros” adını taktıkları kardeşi, Hızır Reis, 1533’te Kânûnî Sultan Süleyman Hanın talebi üzerine İstanbul’a gelerek Osmanlı Devletinin hizmetine girdi ve Cezâyir Beylerbeyi hil’atini giyerek kaptan-ı deryâ unvânını aldı. Kanuni bu görüşme sırasında Hızır Reis’e “Bu kadar gazayı bir ömre nasıl sığdırdın, sen dinin hayırlısısın, adın “Hayreddin” olsun dedi. Aynı yıl İstanbul tersânelerinde Barbaros Hayreddin Paşa’ya verilmek üzere 61 parça gemi inşaa edildi. Paşanın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle idaresinde bulunan Cezayir vilayeti, beylerbeylik olarak kendisine verildi. Şehrin muhâfazası için de İstanbul’dan 2000 kadar yeniçeri gönderilerek Cezayir Ocağının temeli atıldı (1533). Bu miktar daha sonra 20.000’e kadar yükseltildi.
Barbaros, 1551’de Trablusgarb’ı, 1574’te de Tunus’u ele geçirerek Osmanlı hâkimiyeti altına aldı. Osmanlı Devletine katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika ülkesi de başlangıçta, klâsik eyâlet teşkilâtı kurularak beylerbeylik şeklinde doğrudan doğruya merkeze bağlandı. Zamanla yarı muhtar bir şekle giren ve İstanbul’un onayı ile seçilen yöneticilere teslim edilen bu vilayetlere “İmparatorluğun “Garb Ocakları” adı verildi. Yöneticilerine "Dayı" dendi. Ocakların yönetimi sertti 1689-1830 arasında başa geçen 30 Cezayir dayısından 14'ü Osmanlı yönetimince idam edilmişti. Böylece Osmanlı hükümdarlarının etki alanları on sekizinci yüz yıla kadar İstanbul’dan Fas’ın Tlemsen şehrine kadar uzanıyordu.
O çağda Akdeniz’de Osmanlı bandırası çekmemiş ve İstanbul’dan izin almamış hiçbir gemi serbest dolaşamazdı. Sultanın bayrağını taşıyan gemilere dokunulmaz diğerleri yağma etmekte serbestti. Elde edilen ganimet eski Osmanlı kanunu olan “pençek” usulüne göre beşe ayrılır ve bir kısmı ilgili ülkenin yoksul ve ihtiyaç sahibi olan halkına, bir kısmı âlim ve sanatkarlarına, bir kısmı zadegan sınıfına bir kısmı padişaha bir kısmı da gemi kaptan ve savaşçı personeline ayrılırdı.
Garb Ocaklarının emrindeki Türk Korsanlarının İslam dinine ve etnik örf ve özelliklerine sıkıca bağlı sağlam kanun ve gelenekleri vardı. Bunların “deniz uğrusu” adı ile denizlerde dolaşan, hırsızlık yapan, kanunsuz ve nizamsız serseri denizci grupları ile benzer yanları yoktu. Disiplinliydiler. Hareketleri İmparatorluğun yönetmelik ve kanunlarıyla sınırlıydı. Bu şekilde olanlar Osmanlı Devletinin himayesine ve bayrağını çekmeye hak kazanıyordu. Sefer sırasında İstanbul’dan gönderilen “emirnamelerle” Osmanlı Donanmasına katılırlar savaş halinin dışında kendi bağımsız inisiyatifleriyle hareket ederlerdi.
Korsanlar Avrupa’yı asırlarca korkutmuş Türk akıncılarının denizlerdeki devamıydı. Kaptanlar sık sık İstanbul’a gelerek denizcilik konusunda bilgilerini geliştirir ve Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre devamlı olarak harita satın alırlardı. On yedinci yüzyılı büyük Osmanlı bilgini Kâtip Çelebi’nin “Tuhfet ül kibar i esfar-il bihar: Deniz seferleri hakkında kibar kişilere hediye” isimli kitabı başlıca aradıkları eserler arasındaydı. On yedinci yüz yıldan sonra Türk korsanlarının arasına Müslüman olmuş batılı intikamcı maceracılar da katılmış ve kaptanlık ve reislik derecelerine kadar yükselmişti. Bunlara Avrupalı’lar “ihanet” edenler anlamında “renegado” derlerdi. Deniz savaşlarında özellikle kendi ırkdaşlarına karşı pek gaddar davranan bu renegadolar dehşet saçarlardı.
1776'ya kadar İngiliz sömürgesi olan Amerika, bağımsızlık savaşını kazanmış ve mücadelenin lideri George Washington, yeni devletin ilk başkanı seçilmişti. Amerika artık diğer kıtalara açılmak, ticaret ve deniz yollarında faaliyet göstermek zorundaydı. Kongre'nin bu maksatla görevlendirdiği kişiler, Akdeniz'deki ilk anlaşmayı 1786 Temmuz'unda Fas ile imzaladılar. Fas Sultanı, Amerika ile dost olduğunu duyuruyor ve Amerikan gemilerinin Fas limanlarını kullanmalarına izin veriyordu. Osmanlı Devleti ile henüz benzer bir anlaşma yapılmamış olmasına rağmen, Amerikan ticaret gemileri Akdeniz'de seyretmeye başlamışlardı. Cezayirli korsanlar, 1785'ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine el koyuyor, mallarını yağmalıyor ve denizcileri esir olarak satılmak üzere Cezayir'e götürüyorlardı.
1785'in 25 Temmuz'unda İspanya'nın Cadiz limanına gitmekte olan kaptan İsaac Stevensen idaresindeki Maria adlı Amerikan gemisi Cezayirli korsanlar tarafından zapt edildi. Bundan 5 gün sonra da kaptan Richard O'Brien komutasındaki Dolphin adlı gemi Cezayirlilerin eline geçti. Her iki gemide toplam 21 kişi vardı. Cezayir'e götürülen esir Amerikalılar, mesleklerine ve uğraşlarına göre çalıştırılmaya başlandı. Amerikalılar, Sabah 09.00'dan akşam 16.00'ya kadar demirci, marangoz veya inşaatlarda amele gibi çalıştırılıyorlardı. kendilerine iki somon ekmek veriliyor ve tüm günü bununla geçiriyorlardı. Bazı genç delikanlılar da Dayı'nın hizmetine verilmişti. Özgürlüklerine pek düşkün Amerikalılara esaret oldukça zor geliyordu. Esirler, mektupla durumlarını Cadiz'deki Amerikan büyükelçiliğine ve Paris’te bulunan Büyükelçi Jefferson’a bildirerek, kurtarılmalarını talep ediyorlardı.
Amerika bu tarihlerde çok zengin bir ülke değildi. esirleri kurtarmak için Cezayir'e John Lamb adında bir temsilci gönderdiler. Lamb, Cezayir Dayısı Mehmed Paşa'ya her esir için 200 dolar ödemeyi teklif etti. Ancak dayı, kaptanlar için 6 bin, her gemici için de 400 dolar fidye istedi. Amerika bunu karşılamayı kabul etmedi. Temsilci Lamb, İspanya'ya elleri boş olarak döndü. Amerikalılar uzun süre esirlerini almak için girişimde bulunmadı. Bu sırada Amerikalı kaptan O'Brien Paris büyükelçisi Jefferson'a gönderdiği mektubunda, korsan devletlere vergi verilerek barış anlaşması yapılmasında ısrar ediyor, yoksa ticaretin durma noktasına gelebileceğini belirtiyordu. O sırada Jefferson'da Akdeniz’de kuvvetli bir donanma kurulması fikri doğdu. Daha sonraları Birleşik Amerika’ya cumhurbaşkanı olan Jefferson Londra elçisi Adams'a gönderdiği bir mektupta, "Mesele silah kuvvetiyle halledilebilir. Amerika tarafından hazırlanacak 150 topa sahip bir donanmaya Napoli ve Portekiz devletleri de katılırsa, Ocaklar yola getirilebilir" diyordu.
Aslında Amerikalılar'a yapılan saldırının perde arkasında İngiltere ve Fransa'nın da parmağı vardı. Çünkü bu iki ülke ticari menfaatleri gereği Amerikalıların tecavüze uğramasına ses etmiyorlardı. Esirlerin kurtarılması meselesini Amerikan Kongresi ancak 1790 yılında görüşebildi. Jefferson, bu günlerde Dışişleri Bakanı'ydı. Ve bu konudaki düşüncelerini bir raporla Kongre'ye sundu. Raporunda Jefferson, Türk denizcilerinin gözü pek ve atılgan insanlar olduklarını ve gemilerini düşman gemilerine bindirerek yakından savaştıklarını da belirtti. Kongre, meselenin çözümünde Cumhurbaşkanı George Washington'a tam yetki verdi. Amerika'daki bu gelişmeler Cezayir'deki esirleri de fazlasıyla memnun etmişti. 1791'de Cezayir Dayı'sı Mehmed Paşa ölmüş, yerine yeğeni ve hazinecisi Hasan Dayı geçmişti. Amerikan ajanı hemen durumu ülkesine bildirdi. Hasan Dayı'nın iş bilir, akıllı bir kimse olduğunu söylüyor. Kongreden izin çıkarsa, Hasan Dayı ile iyi bir barış anlaşması yapılabileceğini bildiriyordu.
Nihayet 20 Şubat 1792'de senatodan yılda yüz bin doları geçmemek üzere Cezayir, Tunus, Trablusgarp ile barış yapılması ve esirler için de azami 40 bin dolar verilmesi hususunda Başkanın meseleyi halletmesine dair bir karar çıktı. Bununla beraber ayrılan para, sadece Cezayir Ocağı için bile yeterli değildi. Cezayir, cimri Amerikalılar'ın teklifini kabul etmedi. 5 Ekim 1793'te Cezayir filosu, Cebelitarık Boğazı'nı geçerek Atlas Okyanusu'na açılınca Amerikalıların etekleri tutuştu. Artık Cezayir'in barışa yanaşması daha güç bir ihtimaldi. Barışa karar verseler bile daha çok para isteyecekleri kesindi. Amerikalı'ların korktuğu olay bir süre sonra gerçekleşti. Tüm alarm durumuna karşın Cezayirli denizciler, tam 11 Amerikan ticaret gemisini ele geçirmeyi başardılar. Bu gemilerde 105 denizci vardı. Ülkenin ticaretini durma noktasına getiren olay, büyük yankı buldu. Amerikan kamuoyu, her ne olursa olsun bu sorunun çözülmesini istiyordu.
İlk olarak, Amerikan ticaretinin korunması için bir filo meydana getirilmesine karar verildi. Kongre, 27 Mart 1794'te altı gemiden oluşan bir filo oluşturmak için Başkan'a yetki verildiğini bildiren bir karar aldı. Bir yıl sonra altı gemiden mürekkep olan Amerikan filosu harekete geçmeye hazır bekliyordu. 1795'te Joseph Donaldson başkanlığındaki bir Amerikan heyeti görüşmeler yapıp anlaşmaya varmak üzere Cezayir'e gitti. Joseph Donaldson ile Cezayir Dayı'sı Hasan Paşa, 5 Eylül 1795 günü Cezayir'de bir “Dostluk ve Barış Anlaşması” imzaladılar. Metin Türkçe olarak kaleme alınmıştı ve daha önce Fas ile imzalanan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786'daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metniydi. Cezayir Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için Dayı'ya 642 bin 500 dolar “haraç” ödeyecek ve her sene 12 bin Cezayir altını karşılığı 21 bin 600 dolar vergi verecekti. Amerikan Kongresi, anlaşmayı 1796'nın 7 Mart'ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. Kongre, böylelikle Osmanlı Devleti'ne resmen vergi mükellefi oluyordu.
Kutular
-
Amerika, 1796'nın 4 Kasım'ında Trablusgarb'ın, 1797'nin 28 Ağustos'unda da Tunus'un Dayı'ları ve Beyleri ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarp Bey'i Yusuf Paşa ile Divanı'na Amerikalı esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40 bin İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb'ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu. Osmanlı sultanı III. Selim’in hükümdarlığı sırasında imzalanan ve Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan metnin hemen girişinde 'Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han'ın oğlu Sultan Selim Han'ın dikkatli nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O'nun hükmünü daimi kılsın' şeklindeki ifadelerin yer almasıydı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi. Amerika, “Garb Ocakları” vergisini 19. asrın ilk çeyreğine kadar ödemeye devam etti ama bu mükellefiyetten daha sonra güç kullanarak kurtuldu.
-
1800 yılı Eylül ayında Amerikan hükümetine ait George Washington gemisi Cezayir'e geldi. Gemi Cezayir'e vergi getirmişti. Dayı, bağlı olduğu Osmanlı padişahına bir jest yapmak istedi. Gemi kaptanı William Bainbridge idi. Dayı geminin, kendi elçilik heyetini İstanbul'a götürmesini istedi. Kaptan ve konsolos buna yetkileri olmadığını anlatmak istedilerse de başaramadılar. Dayı ısrarcıydı. Hatta Amerikalılara kendi sözünü yerine getirene kadar gemideki bayrağı indirmelerini ve kendi bayrağını çekmesini emretti. Amerikalı'lar çaresiz kaldılar, hükümetlerine "İstanbul'a gitmeye mecbur kaldık" dediler. 17 Ekim'de yola çıkan Amerikan gemisi, 11 Kasım'da İstanbul limanına girdi. Gemiyle Cezayir elçilik heyeti Padişaha şu armağanları getirmişti: "100 zenci köle, 60 cariye, 4 at, 150 koyun, 25 sığır, 4 aslan, 4 kaplan, 4 antilop, 12 papağan, ayrıca elmaslar ve para" Amerikalılar bu armağanların bir milyon değerinde olduğunu hesaplamışlardı
-
Bu tarihlerde bütün Cezayir Ocağındaki öz Türklerin sayısı 14 bindi. Kuloğulları (Türk babadan ve yerli anadan olanlar) topluluğundan ise herhangi bir savaş halinde atlı ve yaya olmak üzere 60 bin kişi çıkıyordu. Savaşlarda koluğulları tercih ediliyor, ülkenin yerli halkına öncelik tanınmıyordu. Ocaklarının Türk halkı genellikle Batı Anadolu, Aydın ve çevre illerden gelen Ege’nin işsiz fakat yiğit delikanlılarıydı. Cezayir Ocağının muhafazası için ilkin İstanbul’dan 2000 kadar yeniçeri gönderilmişti. Bu miktar daha sonra 20.000’e kadar yükseltildi.
-
Amerikalılar uluslararası ilk andlaşmayı Fas sultan ile yapmışlardı. Bunun sonucunda Fas’ta bir elçilik binası kurulması kararlaştırıldı. Amerikalılar binanın bahçesinde bir de kilise inşa etmek istediler. Fas sultanı buna karşı çıktı, ancak baskılara dayanamadı. İsteği dışında verdiği izin belgesinin altına şu şerhi koydu: “ Din-i âtıl ve âyin-i bâtıllarını icra etmek üzere..” (Geçerliliği kalmamış ve anlamını yitirmiş âyinlerini yapmak üzere)
-
Prof. Robert Mantran’ın verdiği bilgiye göre on altıncı yüzyılda, Osmanlı Devletinin baskıları ile Marsilya Ticaret odası hayat kadınlarının İstanbul’a gitmek üzere Marsilya limanından İstanbul’a gidecek gemilere binmelerini yasaklamıştı
-
Birleşik Amerika kurulduktan az sonra kültürel kökeni ve ekonomik gelenekleri dolayısıyla yüze yakın bir filo ile yoğun bir deniz ticaretine başlamıştı. Ancak o sırada gemileri Osmanlı egemenliği altında bulunan Akdeniz’de rahatça dolaşamıyordu. Amerikan Kongresi her çareye başvurarak Akdeniz’de bir donanma vücuda getirdi. Altı parçadan ibaret olan bu ilk donanma ilk zaferini bu günkü Libya, Trablusgarb’da Türklere karşı kazandı ve Amerikan Deniz piyadeleri Marşına şu satırlar eklendi: “Montezuma’nın dehlizlerinden Tripoli kıyılarına kadar vatanımız için her yerde savaştık”
-
Amerika Birleşik Devletlerinin ülke dışında ilk kurduğu donanma 6 gemilik Akdeniz donanmasıydı. Kendi ticaret gemilerini Türk korsanlarından korumak üzere kurulmuştu. Amerikalılar bu gün de Akdeniz’de dolaşan savaş gemilerine 6. filo adını vererek bu anıyı yaşatıyorlar.
[
](../uploads/2011/05/donanma.jpg "donanma.jpg")