/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
Londra’da yaşayan İngilizler, bir İslam tarikat töreni olan Mevlevi Ayini ile 40 yıl önce tanıştılar. Bu amaçla haziran 1971’de İstanbul’dan havalanan İngiliz Kraliyet hava yollarına ait bir uçak, otuz kişiye yakın bir Mevlevi kafilesini İngiltere’ye götürdü. Uçakta Her yıl Konya’da yapılmakta olan Mevlânâ anma Törenleri’nde görev alan Galata Mevlevîhânesi kudümzenbaşı’sı Şakir Çetiner, Ahmet Bican Kasaboğlu, Ulvi Erguner, Niyazi Sayın, Selami Bertuğ, Cüneyt Kosal, Doğan Ergin, Nezih Uzel gibi tanınmış Mevlevîler vardı.
“Mutrıb” adını alan Mevlevî Müziği için bu alanda ülkenin önde gelen kişileri seçilmiş, Semazenler Konya’da bir Turizm derneğinin açtığı kurslarda yetişmiş gençlerden derlenmişti.
Tören Londra’da Rosebery caddesinde yer alan Sadler’s Wells tiyatrosunda yapılacak, iki defa tekrarlanacaktı. Bu organizasyon Gurdjieff gruplarında yetişmiş Jeffrey Sommers ve Paul Keller tarafından organize edilmiş, başlıca sponsor olarak Hollandalı bir iş adamı olan William Carp’a danışılmıştı. Yirmili yılların başından beri Mevlevi tarikat geleneğini ve Mevlevileri Batı’da tanıtan Gurdjieff’in çırakları olan bu kişiler, sağlam bir doğu kültürü ile yetişmişlerdi. Batı’da örneği nadir bulunan insanlar arasındaydılar. Daha önceki yıllarda Konya’ya gelerek ihtifallere katılmış, son Mevlevîleri tanımışlardı. Londra’da ve Hollanda da geniş bir çevreleri vardı.
Sadler’s Wells tiyatrosu tamamı ile dolmuştu. Biletler günler öncesinden satılmıştı. Törenin haberini gazetelerden öğrenen pek çok Londralı, başkentte ilk defa görecekleri değişik bir etkinliğin heyecanını yaşıyordu. O sırada Londra’da “Friend House” isimli bir kuruluşta Yenikapı Mevlevîhânesi son postnişini Abdülbaki Baykara’nın oğlu Resûhî Baykara tarafından yetiştirilmiş Mevlevîler vardı. Birkaç yıldan beri haftada bir toplanıp sema ederlerdi. Aralarında Konya’ya gelerek âyinleri görenler vardı. Kıyafetlerle ilgilenip özellikle keçeden bir Mevlevî başlığı olan “Sikke” yapımında henüz hayatta olan yaşlı ustalardan ders görenler olmuştu. Ancak çok kısıtlı olan bu faaliyet pek duyulmamıştı.
Londra’da Sadler’s Wells tiyatrosunda o gece Mevlevî müziği repertuarının köşe taşı, baş tacı, eşsiz incisi “Beyâtî Âyini” çalınacaktı. Yasaklı yıllardan sonra Konya’da ilk defa 1958’de icra edilen bu Âyin, 13 yıl sonra Londralı’ların ilgisi ve gayretiyle yeniden gün ışığına çıkarılacaktı. Beyâtî Âyini için kaynak, ünlü Müzikolog Rauf Yekta bey’in başında bulunduğu, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tasnif Hey’eti’nin, 30’lu yıllarda başlattığı saygın nota çalışmasıydı. Beyâtî âyini Londra’daki küçük Mevlevî grubunda da biliniyordu. Bu grubun mutrıbında yer alan Richard isimli bir İngiliz, o sırada Türk Mevlevî hey’etine katılmış kendi şivesi ile Beyâtî Âyini okumuştu.
Yaklaşık 45 dakika süren Âyin metni’nin okunması, devri veledi, salavat, Kur’an tilaveti ve dua ile toplam bir buçuk saat kadar süren Beyâtî âyini sona erip Semazenler yerlerine oturduklarında, koca salonda esrarlı bir sessizlik hüküm sürüyordu. Kimse kıpırdamıyordu, insanlar taş kesilmişlerdi, yerlerinden kalkmak istemiyorlardı. Bir kadın çantasını düşürdü, eğilip almadı. Törenin başında alkış yapılmaması için uyarıda bulunulduğu için salon, duygularını belirtemiyordu. Batı’nın alışılmış alkış sesinden ortalıkta eser yoktu. İnsanlar neden sonra kendilerine gelerek sessizce dağıldılar. Bu olaydan yıllar sonra bir İngiliz lady’si, bir sohbet sırasında “o, son sessizliği hayatım boyu unutamadım..” demişti. 16. yüzyılda Afyon veya Edirne’de, Kûçek Derviş Mustafa isimli, Pir yolunda meçhul bir Hakk aşığının gönlünden kaynayan ölümsüz nağmeler, 400 yıl sonra 20. yüzyılın Ortasında Londra’da çağlamıştı.
1971 yılı Haziran ayında Londra’da Sadler’s Well tiyatrosunda yüzlerce yıllık Mevlevî âyin geleneğini seçkin bir Batı toplumuna sunan Türk Mevlevî hey’eti gerçekten yeryüzünde Mevlevî geleneğinin son temsilcilerinden oluşuyordu. Çağın siyasi tablosu gereği kurumlarına veda etmek durumunda kalan bu soylu insanlar, derinden yaşadıkları kültürlerinin bedenlerine yansımasıyla pek yakışıklıydılar. Ayrıca Batı’da olmanın gayretiyle kendilerine çeki düzen de vermişlerdi. En şık elbiselerini giymişler, en mutlu günlerinin havasına bürünmüşlerdi. Konya İhtifalinin kargaşasında pek ortaya çıkmayan, vaktiyle dillere destan o Mevlevi zerafeti Londra’da kendisini göstermişti. Hey’etin en ünlü siması Semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu’ydu.
Kasaboğlu adında Ege’li köklü bir Osmanlı ailesine mensup olan Ahmet Bican Kasaboğlu 1971 Londra Mevlevî Hey’etinin Semazenbaşı’sıydı. Tüm semazenlerin hocası, son dönemde Konya’da yetişen tüm semazenlerin yetiştiricisi ve kollayıcısıydı. Yakın dönemde bu yolda eşsiz bir hizmet vermişti. Küçük yaşından beri semazendi. Dergahların kapanmasından önce İstanbul’da Surdışı’nda Yenikapı Mevlevîhâne’sinde Sema çıkartmıştı. Semazen’in diploma töreni olan ve “Müptedi Mukabelesi” olarak anılan merasimde yaşı on ikiydi. O sırada ailesi Ege’den yeni taşınmıştı. Annesi rahmetli Sadiye hanımefendi "oğlumuz Mevlevi olsun” diyerek onu Yenikapı Mevlevîhânesi’ne götürmüştü.
Ahmet Bican Kasaboğlu Vefa lisesinde okumuş, İstanbul Üniversitesi’nde hukuk tahsil etmişti. Daha sonra Belediye nüfettişi olmuş, İstanbul'da Beyoğlu kaymakamlığında bulunmuştu. Belediyede son görevi Kapalıçarşı’ da Mezat dairesi Müdürlüğü’ydü. Beyoğlu kültürünü iyi bilirdi. Her zaman yakışıklı, düzenli ve zarifti. Gömlek ve ayakkabıları tanınmış ustaların elinden çıkmıştı. Hiçbir giyimi konfeksiyon değil, şahsına özeldi. “Prens dö gal” denen gri çizgili kumaşı takım elbise olarak pek severdi. Sakal bıraktığı son yıllarda sakalının renginde beyaz fötr şapkası vardı. Özel seçilen bu ünlü şapkayı nereden aldığını kimse bilmezdi. Âyin’de Semazenbaşı olduğu sırada kullandığı Mevlevî Sikkesi de sadece ona mahsus olmak üzere beyaz keçeden, diğerleri toprak rengindendi.
Sakalına öyle özen gösterir ve onun için öyle pahallı parfümler kullanırdı ki, değme kuaför ustası böyle bir işi başaramazdı. Sağ elinin yüzük parmağında kocaman bir Mevlevi sikkesi taşıyan bir yüzüğü vardı. Çanta kullanmayı sevmezdi. Kışın hezaran bastonu devamlı yanındaydı, deri eldiven takardı, yaz günlerinde birkaç defa gömlek değiştirirdi. Her yıl İdeal tepe plajından dostlarıyla birlikte denize girerdi. 1971 Haziranında Londra’da Herkes Ahmet Bican’a hayrandı.
Sema ettiği yıllarda Semazen kıyafetleri de pek düzgündü. Sümerbank kumaşı beyaz kumlu ketenden yapılmış bu kıyafetin rengine insan bakmaya doyamazdı. “avize” anlamına gelen “Tennure” isimli eteklik, “Destegül” denen cepken, her âyinden sonra yıkanır, günlerce kurutulur ve ütülenerek saklanırdı. Uzun süren ve her gün başka bir mekana taşınan Avrupa âyin programlarında Rahmetli Kasaboğlu’nun bu işi dar otel odalarında nasıl becerdiği merak konusuydu. Hiçbir âyine kirli, ütüsüz kıyafetle çıkmayan ve kimseyi çıkartmayan Ahnet Bican Kasaboğlu, bu alanda bulunmaz bir örnekti. “Hırka” denen siyah üst kıyafet, mutlaka “alpaka” kumaştan olacaktı. İnce deri Ayakkabının adı “paşmak”tı. Bele sarılan dar siyah kuşak “eliflamed”di. Eliflamed’in altında tennureyi muntazam tutan kuşağın adı “tığbend” di.
Semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu şu anda ülkenin her yanında yüzlerce örneği görülen semazenlerin ilklerini yetiştiren insandır. Bu alanda dillere destan gayreti, tecrübesi ve bilgisi bir deha derecesindeydi. Hırçınlığa varan titizliği vardı. Konya’da altmışlı yıllarda Konya Turizm Derneğinin rıcası ile açtığı ilk kursa 150 kişi katılmış, 20 kişi mezun olmuştu. Bu ilk yirmi kişi arasında bulunan Mustafa Holat şu anda Kültür Bakanlığına bağlı Mevlevi hey’etinin resmi şeyhidir. Semazen Celaledin Loras Birleşik Amerika’da post sahibi Mevlevi Şeyhi’dir. Efsane bir kadrodur ilk yetişenler.. Sonrası Allahkerim. Allahüâlem.