/* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin:0cm; mso-para-margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:#0400; mso-fareast-language:#0400; mso-bidi-language:#0400;}
Dünya bir yüz yıla yakın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” adı altında”ideolojik” bir devletin varlığına sahne oldu.“Homo Sovieticus” adı altında tek tip bir vatandaş yaratmayı hedefleyen, “proleter diktatoryası” na dayalı bu Devlet, 20 yıl önce dağılarak tarihten silindi.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bayrağı Moskova’da eski çarların Kremlin Sarayı'nın üzerinde, ekim 1917’den, aralık 1991’e kadar 74 yıl dalgalandı. Üzerinde orak-çekiç sembolü olan bu bayrak, devletin bir “çiftçi ve işçi” devleti olduğunu gösteriyordu. Asya kıtasının yarısından fazlasına yayılan, Çin sınırından Avrupa içlerine kadar uzanan bu topluluk, onbeş küçük devletten oluşuyor ve 230 milyon insan barındırıyordu. Rus ırkının başını çektiği bu birleşimde 90 milyona yakın Türk yaşamaktaydı.
Devlet, Rusya’yı asırlardır yöneten Çar’lara karşı Bolşevik denen direnişçi gruplar tarafından bir darbe sonucunda kurulmuştu. Darbe’nin ilham kaynağı St. Petersbourg’lu bir avukat olan Vladimir İlyic Ulyanov Lenin’di. Lenin uzun yıllar Rusya’da halkın ezilmesine karşı çıkmış, arkadaşları ile birlikte sosyalizmi benimsemiş ve Alman filozofları Karl Marx ve Engels’in “sosyalizm-komünizm” görüşlerini siyasi program olarak belirlemişti. Devlet doktrini olarak ele aldığı bu görüşler, sınıfsız bir toplum ve üretim araçlarının ortak kullanımı esaslarına dayanıyordu.
Lenin, Marx ve Engels’in hiçbir zaman uygulanmamış ütopik “komünizm”ine değişiklik getirmişti. Rus halkının genel yapısına göre zorunlu olan bu değişikliği Lenin, Moskova’da kendisini ziyaret eden eden bir Türk hey’etine şöyle anlatmıştı : “ Köylüye toprağı ekin malzemeyi hükümet verecektir. Mahsulu biz alacağız, size ihtiyacınız kadar bırakılacaktır dendi. Ertesi sene Rus köylüsü toprağı ekmedi, açlık her taraf kapladı. Durum günden güne kötüye gidiyordu. Değişiklik zaruri oldu”.Yapılan bu ve benzer değişikliklere daha sonra Marxizmin “Marxizm-Leninizm” kolu denmiş ve bu kol kuruluşundan dağılışına kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”nin resmi devlet ideolojisi olmuştu.
Sovyetler Birliğinin kurulduğu yıllarda Türkiye’de Anadolu harbi devam ediyordu. Anadolu’ da Türk ordusu biri askeri, diğeri siyasi olmak üzere iki yenilgiden çıkmış toparlanmaya çaba harcıyordu. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, geriye kalan bir grup fedakâr askerin gayreti ile Ordu, 1912 Balkan Harbi faciası ve Yunan işgali yıkımlarını silmeye kararlıydı. Çarların bir devrimle yıkılması sonucu yeni kurulmakta olan sosyalist Rus devletinin Türkiye’yi etkilemesi kaçınılmazdı.
Devriminin dünya’ya yayıldığı ölçüde güçleneceğini bilen Lenin, Türkiye ile daha sıkı bağlar kurmanın yollarını arıyordu. Bu amaçla yapılan diplomatik temaslar sonucu Türkiye’nin ilk Dış işleri bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk başkanlığında Ankara devrimine bağlı bir grup siyasi-aydın, Moskova’nın yolunu tuttu. Bu gezi hakkında yıllar sonra, Ekim 1962’de, Üsküdar Çamlıca’daki konağında, Yusuf Kemal Tengirşenk bu satırların yazarına şu bilgiyi verecekti:
“Sovyet başşehrine gittiğimiz vakit bittabi Lenin ile görüşmek icap etti. Mülakat günü Kremlin’e gittik. Lenin büyük duvara yapışık eski Mabeyn’cilerin bulunduğu bir binada bizi kabul etti. Etrafta fazla bir emniyet tedbiri göze çarpmıyordu. Sadece hüviyetimizi soran bir nöbetçiye Türk hey’eti olduğumuzu bildirmek kâfi geldi. Büyük salonda kimseler yoktu. İçeri girdiğimiz vakit kısa boylu bir zatın sandalyeleri düzelttiğini gördük. Bu Lenin hazretleriydi. Konuşma baştan sona kadar havaî mevzulara takılı kaldı. Bir ara bana doğru dönen ihtilâlcı lider, arzumuzun yerine geleceğine dair kısa bir iki kelime söyledi o kadar. Bilindiği gibi biz oraya daha rahat yardım alabilmemiz maksadı ile Ermenistan yolunun açılması işi için gitmiştik."
Daha sonraki konuşmalarımızda “Komünizm ve Türkiye” konularına peyderpey temas ettik. Kısacası biz kendisine “Türkiye’nin komünist olmaya hazır olduğunu” söyledik. Fakat gerek Lenin ve gerekse diğer Bolşevik liderleri buna itiraz ettiler ve Türkiye hususiyle Anadolu halkının sosyal karakterinin buna müsait olmadığını ısrarla ileri sürdüler. Bilindiği gibi Rus ülkesinde toprak, asırlardan beri müşterek kullanılmaktadır. Anadolu’da ise teamül rüral rejimdir. Yani bir aile bir toprağa bağlıdır. Arazi onun malıdır. Babasından kalmıştır ve evlatlarına intikal edecektir. Toprak o ailenin adeta bir ferdidir. Onu oradan ayırmak imkânsızdır. Müşterek kullanmaya zorlamak faydasızdır. Bu bakımdan Sovyet liderlerinin itirazları yerinde olmuştur.”
Sovyetler birliği 1922’ye kadar bir araya gelmiş on beş devletten oluşuyordu. Bu devletlerin listesi şöyledir: 1) Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti 2) Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 3) Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 4) Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 5) Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 6) Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 7) Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 8) Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 9) Letyonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 10) Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 11) Moldovya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 12) Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 13) Tacikistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 14) Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 15) Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti.
Bu devletlerin 1) Azerbaycan 2) Kazakistan 3) Kırgızistan 4) Özbekistan 5) Tacikistan 6) Türkmenistan olmak üzere 6 devlet Türk ırkından oluşuyor ve Türkçe konuşuyorlardı. Bunların arasında sınır ayırımı yapaydı. Eskiden bu ülkelerin tümüne birden Türkistan deniyordu. Çar Korkunç İvan’ın 16. yy.da bir İslam şehri olan Kazan’ı yakıp yıkması ile başlayan Rus yürüyüşü, 19. yüzyılda Türkistan Gültepe savaşları ile son bulmuş ve Rusya Kafkaslar dahil bütün bu ülkeler üzerinde tam bir askeri hakimiyet kurmuştu. Lenin’in Bolşevik devleti eski Çarlık Rusya’sının toprak vârisiydi. 1922’ye kadar kurulmasını tamamlayan Devlet, bu muazzam alanda yer tutuyor ve yüze yakın ırkın üzerinde yükseliyordu.
Marxizmin ekonomik tezlerinin az farkla kesin uygulayıcısı olan Sovyetler Birliğinin kurucu kadrosu içinde daha ilk zamanlarda yıkıcı çatlaklar belirmişti. Proleter kültürüne dayanacağı bildirilen yönetim bu alanda kadro sahibi olamadığı için sarsılıyordu. Osmanlı tabiri ile “yevm ün cedid rızk ün cedid” yani “kazandığını aynı gün yiyen” Proleter kesim, henüz devlet yönetecek güçte değildi. Çarlık döneminde uzun mücadeleler ve sıkıntılar yaşamış olan sosyalist Rus aydını ise halkından kopuktu. Komünistlerin “sınıfsız bir toplum” yaratma idealine rağmen Rusya o çağda derin toplumsal ayrıntılar içinde yaşıyordu.
Rusya fakirdi, Aç ve çıplaktı. İki büyük savaş geçirmiş, iç savaşlar da buna eklenince kollektif yorgunluk had safhaya ulaşmıştı. Rusya’nın yarım asırlık bir zaman içinde 60 milyon insan kaybı olduğu söyleniyordu. Ülkede korkunç bir sefalet yaşanıyordu. Çarlar devrilmiş ancak Bolşevikler Çarlık döneminden daha kötü bir tablo ile karşılaşmışlardı. Yönetici kadrolar zorunlu olarak yıkılması gereken sınıftan: burjuva denen kesimden sağlanacaktı. Ancak bu insanların Lenin’in değimi ile “homo sovieticus” idealine bağlı olmaları gerekiyordu. İşte tam bu sırada Rusya’da Stalin’in iktidarı ve devlet terörü başladı.
Lenin'in 21 ocak 1924'te ölümü ile Stalin’in zulmü inanılmaz boyutlara ulaştı, Gürcü asıllı Stalin, ortadan kaldırılamayan “burjuva” sınıfını öldürmeye başladı. 1934’te Rusya’da soylu bir insan olmak ölümdü. 15 Çevre devlette “milliyetçi” olarak tanınmak derhal kurşuna dizilmek demekti. Lenin’in Marx ve Engels’e dayalı sosyal fikirleri, Stalin’in elinde bir katliam’a dönüşmüştü..1953’te öldüğü zaman yapılan resmi nüfus sayımında 180 milyon çıkması lazım gelen Rusya Nüfusu’nun 167 milyon olduğu görülmüştü. Stalin ideolojik “temizlik “adı altında 13 milyon insan öldürmüştü.
O sırada Rusya’ya saldıran Hitler ordularını, Mareşal Kış’la birlikte Stalingrad önlerinde durdurmayı başaran Stalin, Kamçatka’dan Doğu Avrupa’ya kadar adını duyurmuştu. II Dünya Savaşı sonunda Rus yardımı ile Nazilerden kurtulan Doğu Avrupa ülkelerinde komünistler de iktidara gelince, Rus Devleti gerçek bir imparatorluk görüntüsü kazanarak Dünyanın dörtte birine yayıldı.
Savaştan sonra Ruslar ekonomik tedbirlerle kısa zamanda süper devlet oldular. Karşılarında başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere tüm hür dünya ülkeleri yer alıyordu. Dünya iki blok’a ayrılmıştı. Bir zaman sonra bu iki blok arasında soğuk savaş ve silahlanma yarışı başlayacaktı.
Sovyetler Birliğini, sosyalist kültürle donanmış, Marxist bir lider ortaya çıkarmıştı. Çar’a karşı en az iki yüz yıl olan kızgın Rus aydınını da arkasına alan Lenin, iktidarını işçi ve köylüye dayandırmak istiyordu. Bunu başardı. Aydının sesini kıstı, köylüye yol verdi. Ancak Lenin’in tetikçisi Stalin’in gaddar politikaları sonucunda Rusya sınıflar arası “kan davası” görüntüsü ile bir kan gölüne dönmüştü.
Stalin’in 1953’te ölümü ile katliam sona erdi. Geri dönüş başladı. Rusya’da çeşitli iktidar kargaşalıklarından sonra devleti ele geçiren Khuruçef, Stalinizmi tasfiye etti. Stalinizmin tüm izlerini silerek ülkeyi temize çıkardı. 1958'de Kruşçev'in bir saray darbesiyle iktidardan düşürülmesi ile Kruşçev'in yerine 18 yıl iktidarda kalacak olan Leonid Brejnev geçti. Brejnev döneminin en önemli olayı 1975'de 35 ülkenin imzaladığı Helsinki Nihai Senedi veya diğer adıyla Helsinki Deklarasyonudur.
Helsinki Nihai Senedi ile Doğu-Batı ilişkilerine bir yumuşama ve yakınlık getirilmek isteniyordu. Bu da Sosyalist Blok'un temellerini sarstı. Helsinki Nihai Senedi'nin yürürlüğe girmesi, Doğu Avrupa'daki tüm Sovyet uydusu ülkelerinde aydınları ve milliyetçileri harekete geçirdi. İnsan hakları ve hürriyet hareketleri şeklinde başlayan gelişmeler zamanla Moskova'nın hegemonyasına karşı bağımsızlık mücadelesine dönüştü.
Ancak bu da yeterli değildi. Bir Devlet doktrini” olarak uygulanmasına çalışılan “komünizmin” de ortadan kalkması gerekiyordu. Bunu da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin son devlet başkanı Mihail Gorbaçov başardı. Rusya tekrar eski onbeş devlete bölündü, her biri bağımsızlık kazandı. Lenin’in devleti, kuruluşunun 74. yılında son devlet başkanının eli ile yıkılmıştı.
SSCB’nin son devlet başkanı Mihail Gorbaçov bir Ankara ziyareti sırasında gazetecilere şunları söylemişti :”Tüm arzum komünizmi, tüm halk üzerindeki diktatörlüğü tasfiye etmekti. Beni bu misyonumda destekleyen ve teşvik eden karımdı. O bu görüşe benden önce ulaşmıştı. Bunu ancak üst düzey bir yönetici mevkiine gelerek yapabileceğimi biliyordum. Bu yolda karım beni en üst makama kadar tırmanmaya teşvik etti.
Rusya’nın zor durumda olduğunu farkeden son devlet başkanı rejimi yumuşatmak ve özel girişime pay ayırmanın şart olduğunu görüyordu. Üretimin devlet elinden alınması ve yeniden halka verilmesi luzumu doğmuştu. Bu amaçla “glasnost: ayna” ve Perestroika: üç tekerlekli araba” isimleri altında bir dizi reform başlattı. 6 sene süren bu reformlar da başarıya ulaşmamıştı. Devletin kuruluşunda yapılan yanlışlıklar doğal hükmünü icra ediyordu. Devletin yaşaması artık bir mucizeydi. Sonunda Gorbaçov aynayı kırdı, arabayı devirdi Rusya devleti battı.
Gorbaçov iktidara geldiğinde Sovyet komünizminin yapısını değiştirmeye karar vermişti. Bu değişme veya yeniden yapılanma iki koldan olacaktı. Bunlardan;Birincisi: Siyasal iktidarın veya devlet yapısının değiştirilmesiydi. Bunun için hedef, komünist iktidarın varlığına son verilerek halkın egemenliğinin hakim kılınması idi.İkinci hedef ise; ekonomik yapıda radikal değişikliklerin gerçekleştirilmesiydi. Bu suretle Sovyet Sistemi'ni güçlendirmeyi düşünen Gorbaçov, Amerika ile rekabet düzeyine ulaşacağını umuyordu. Bu iki ana hedefin yanında silahsızlanma gayretlerini de gözardı etmedi. Bir bakıma Sovyetler Birliği'ni kurtarmak için her yolu denedi. Ancak, tüm çabalar tarih içindeki ömrünü tamamlamış olan Sovyetler Birliği'nin dağılmasını önlemeye yetmedi.
Gorbaçov, glasnost ve perestroyka ile, hem ekonomiye ve hem de siyasal yapıya yeni bir düzen getirmeye çalışırken, Sovyetler Birliği’nin “federal” yapısına da yeni bir şekil vermek, yani “milli” cumhuriyetlerin merkezi otorite ile bağlarını yapılandırmak ihtiyacını da duydu. Başka bir deyişle, ta Lenin’den beri, Sovyetler Birliği’nin, denebilir ki, daima temellerini sarsan “milliyetler sorunu” na, perestroyka, yani yeniden yapılanma çerçevesinde yeni bir çözüm getirmek istedi. Her devletin başında bulunan “çözülmez bela” SSCB’de “milliyetçilik” şeklindeydi. Lenin’in devleti bu sorunu çözemedi .
Sovyetler Birliğinin 1922’de kurucu kadrosu gençti. Suslov, Molotof. Malenkof, Mikoyan gibi etkin liderler zamanla ihtiyarladılar. Malenkof, Khuruçef gibi nisbeten genç kadro da yaşlanarak bunlara eklenince Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliğinin merkez yönetim kadrosu son yıllarda iyice ihtiyarladı. Komünist Parti saflarında da artık gençlere rastlanmıyordu. Dağılışta Azerbaycan Devlet Başkanı olan Haydar Aliyev, yaş ortalaması yetmiş beş olan 14 kişilik Politbüro’nun en genç üyesiydi. Devletin son yıllarında Devlet ve Parti başkanları ve hükümet reislerinin sık sık değiştiği görülmüştü. Sonunda ihtiyarlar öldüler, Devlet battı. Rejim değişti, yeni ve genç nesiller yeni bir devlet kurdular.
Sovyetler birliğinin dağılışından sonra eski rejimin liderlerinin heykelleri Moskova’da bir kilisenin bahçesine atılmıştı. Batılı TV ‘ciler bunların resimlerini çektiler ve bu heykeller için poz vermiş olan yaşlı bir Rus buldular. Rus, gençliğinde devlet emri ile heykel yapan sanatçılara poz veriyordu. Bu heykellerin başları sonradan değiştiriliyor ve yerine istenen liderin başı konuyordu. Yaşlı Rus şunları söyledi: “Evet,rejim yıkıldı, bu adamlar tarih oldu, ama bu heykellerden ne istiyorlar, onların her biri birer şaheser, yerlerinde dursalar olmaz mıydı ?”