Foto:Arzu Erguner (Arşiv'den) Dünya kültür teşkilatı UNESCO’ nun Fransız komitesi, Basra körfezinin kıyısında sıralanan Arab Emirliklerinden Ebu Dabi’de ve el Ain'de fakire ilahi okuttu. Değerli ve kadim dostum neyzen Kutsi Erguner, San’atçılar: Derya Türkkan ve Hakan Güngör'le gerçekleştirdiğimiz iki konserde ilahiler, bir zamanlar Osmanlı’nın arka bahçe duvarı olan, Bağdat valılığıne bağlı bu yörede iki gün çınladı durdu.
Eski bir İslam toprağı olduğu halde günümüzdeki yağmacı dünya düzeninin muhteşem bir tiyatro kumpanyası görünümüne ulaşan bu ülkede, kısa da olsa bir İslam rüzgarı esti. Para dolaplarına sıkışmış şeytanın tezgah açtığı bu yerde, yılışık beton yığınları arasından zorlukla uzanarak “beni kurtarın…” der gibi feryad eden, cılız minarelerden, günde beş vakit yükselen ezanlardan başka hiçbir islami çizginin yer almadığı, petrol karasına bulanmış bu toprakta biz, dört akıllı saatlerce ilahi okuduk.
Tac maarifet tacıdır sanma başka tac ola Taklit ile tok olan hakikatte aç ola..
Diyen Anadolu sufi şiirinin ölümsüz dizeleri ile, yüz yıldır dünyanın haramzâde gavur zenginlerini taklide yönelmiş Arap ümerası ve onların mâlâyânî güdümüne düşerek feleğini şaşırmış necip Ümmeti Muhammedi dize getirmeyi denedik. Yola geldiler mi ? gelirler mi ? akılları erer mi ? bilmeyiz. Bizden söylemesi. Onlardan dinlemesi. Görevini yapana aşk olsun !
Konserlerden önce Kutsi Erguner sadece kızların kabul edildiği üniversitede “Türk Tasavvuf müziği” konusunda bir “workshop” düzenledi. Toplantıya on onbeş kadar örtülü hanım iştirak etti. Çepeçevre dizildiler. Çoğunun yüzleri, açıktı. Bir hanım öğrenci, resim çekenleri farkedince “hicabını” kapadı. Ben elimde bendir Kutsi Erguner’in sol tarafında oturuyordum. Arap ırkının en güzel kadınları karşımıza sıralanmıştı.
Aman Allahım ! mesture bir üslüman kadının bu derecede güzel, alımlı, çalımlı ve asil duruşlu olanına ilk defa rastlıyordum. Yıllarca ondokuzuncu yüzyıl Batılı Oryantalist ressamların biraz da abartarak bize gösterdikleri o muhteşem doğulu kadın tabloları canlı olarak karşımdaydı. Hepsine tek tek bakmak, dakikalarca bakmak istiyordum. Ortam müsaade etmiyordu. Sonunda başardım.
Olağanüstü bir kaçamak bakış operasyonu ile cümlesinin hakkından geldim. Toplantının sonuna doğru artık hiçbir yüzün yabancısı değildim. Kıyafet ve oturuşları da tanıdık olmuştu. Genellikle siyah olan giysilerin arasında lacivert renklere de rastlanıyordu. Başı örten eşarpların envai çeşitleri vardı.
Gelenek gelişse bu hanımnefendiler için defile tertip edilse herhelde tiksinti veren Batı defilelerinden çok daha asil ve edepli defilelere tanık olabilirdiniz. Bu hanımlar en azından yıldırım çarpmış telgraf direği gibi yamuk bacaklarını gösterip yengeç yürüyüşü yapan kurumuş İngiliz, Fransız, İtalyan mankenlerini defalarca gölgede bırakırlardı.
Bir kalenin bahçesinde yapılan ilk konser başarılı oldu. Kalabalığın hiç kımıldamadan oturduğunu gördüm. Bir halının düğümleri kadar yeknesak ve hareketsizdiler. Yılların tecrübesi bana bir konserde “dinleyen” ve “dinlemeyen” insanları farketmeme neden olmuştu.
İnsanlar eğer dinliyorsa, salondan nefes sesi dahi duyulmaz.. Uzaktan hiçbir kıpırdanma görülmez. Eğer dinlemiyorsa hışırtı ve mırıltının arkası kesilmez. Sıkılırlar. Ayaklarını uzatıp başlarını kaşır, etrafa bakınırlar. “Ne zamana bitecek..” der gibi. Bir konseri dinlemek için para verip salona girmek yetmez.. Kulakların uydu anteni gibi olması gerekiyor.
Ebu Dabi’deki ikinci konser ne yazık ki duyuru hatası yüzünden yeterince dinleyici toplayamadı. Bir başka sefer yine buluşuruz diyerek defteri kapadık.
“İttihat” hava yollarının Boeing uçağı ile dört saat havada kaldıktan sonra Yeşilköye indiğimizde uçak pistinden yükselen yağlı lastik kokusu dahi vatan hasretini gidermeye yetmişti. Bu ülkeden dört gün dahi ayrılmak azap veriyor. Orada eloğlundan aşırma, ithal malı, batı uygarlığının tapınakları olan iki fevkalade çok yıldızlı lüks otelde kalmıştık.
Altı yıldızlı “Entercontinental oteli”nin bizim tek yıldızlı bayrağımızın yanında bir kümes kadar değeri olmadığını düşünüyorum.