Bir bahçede “hot sosyete” toplanmış. Yeşilliklerin üzerine iskemleler konmuş. Sıra sıra hanımlar, beyler dizilmiş, düz vardiya oturmuşlar. Önlerinde iki kürsü, arkalarında açık bir kapı.. Gür bir ses duyuluyor: “President of United Stades” Yani Amerika Cumhurbaşkanı.. Ve Reisicumhur Barak Obama, yanında yabancı misafiri ile içerden çıkıyor… Kürsünün önünde duruyor. O ne ? kimsede hareket yok.. Herkes yerinde rahat oturuyor, Başkan ayakta..
Kalabalık bahçede kimse yerinden kıpırdamıyor, sadece sesler mırıltılar azalıyor, herkes kulak kesiliyor. Ayağa kalkmak yok, kımıldamak yok, doğru düzgün oturmak yok, Amerikan usulü yaygın yerleşim devam ediyor. Gelen sanki seçilmiş Başkan değil de, Beyaz Saray’ın bahçıvanı…
Yeryüzününü bir baştan öbür başa parasıyla, silahıyla, kadrosuyla işgal etmiş, milyonla insanın hayat ve ölümüne her an karar veren, koca bir siyasi ve askeri düzenin başkanına saygı göstermek, bir yere geldiği zaman ayağa kalkmak gerekmez mi ? İnsanın tüyleri ürperiyor. Vaktiyle Osmanlı sarayında tüyü bitmemiş şeyhzadeler bile yerlerinden doğrulduklarında saray halkı alkışlarmış… Bu ne biçim protokol…veya protokolsuzluk. Rahatsız oldum.
Amerikan halkı adına üzüldüm. Onca insanın önüne düşen bir başkana bu yapılmamalıydı. Acaba kendisi farkında mı ? değilse bizden söylemesi.. Belki kulağına gider de ben de rahat ederim.
Bir zaman Türkiye’de rahmetli Ecevit Başbakan’dı. Suat Hayri Ürgüplü’den sonra gelmiş geçmiş başbakanların en kibarıydı. En şiddetl anlarda dahi agresif olmayan, gençliğinden beri bulunduğu devlet hizmetlerinde temkini ve asaleti elden bırakmamış bir değerli devlet adamıydı. Fikir, görüş ve misyonu bir yana, efendi insandı.
Bir gün İstanbul’da, Kadıköy’de, Moda Burnunda bir gurup misafirle ünlü Koço lokantasında yemekteydik. Vakit ileriydi. Her yer insan kaynıyordu. Masalar dumanlı, keyifler çakırdı. Birden bir sessizlik oldu. Herkes kapıya bakmaya başladı. Ecevit gelmişti..O sırada başbakan değildi, muhalefetteydi. İnsanlar hareketlendi, herkes ayağa kalktı.. Alkış yoktu fakat öyle bir sessizlik oldu ki, içeri önemli bir kişinin geldiğini anlamayan kalmamıştı. Bizim bademci ihtiyar bile zorla belini doğrultarak Ecevite bakıp kalmıştı..
Bence devlet işte buydu… Bu devlete saygıydı. Devlete hizmet etmiş bir kişinin hakkını vermekti. Eski bir devlet adamının önünde Meyhane halkı bile doğruluyor, kendine çeki, düzen veriyordu. Yüzlerce yıllık yaşam, duyuş, duygu ve hak sevgisinin sonuçlarıydı bunlar.. Ufak fakat çarpıcı bir olaydır. Yıllarca unutamamıştım.
Bir gün eski bir bakanın, bir otobüs terminalinde kalabalıkta içtiği suyun parasını vermek için çaba harcadığını gördüğümde de aynı hislere kapılmıştım. Kimse bakanı tanımıyordu, itip kakıyorlardı. Sesimin var gücüyle – efendiler kenara çekilin, bu kişi bakanlık yaptı, lütfen saygı gösterin, diyerek Bakan’ın su parasını derhal ben ödemiştim..
Devlet saygı ister. Devlete saygı insana, millete ve tarihe saygıdır. Siyasi tartışmalarla birbirini kırıp geçiren kişilerin topluluğunda dahi saygıya yer vardır. Yer açılmalıdır. Yoksa görüntüsü sürü olan toplulukların varlığından insanlığa hayır gelmez.. Destur, bir gün dağılır giderler.
Acaba Franklin Roosevelt, George Washington veya Abraham Lincoln da o bahçeye gelseydi acaba Oduncuların dedeleri yine öyle uzanıp oturacaklar mıydı ? Sanmıyorum.