Bir kırıntı haber

,
-Nasılsınız sayın Cumhurbaşkanım ?
-İyiyim, siz nasılsınız ?
-Ben de iyiyim son zamanda biraz üşütmüştüm ama şimdi toparladım..
-Çoluk çocuk nasıllar ?
-Ellerinizden öperler. Hepsi iyi, büyuk evlenecek, küçüğü daha okuyor, sizinkiler nasıl ?
-Hepsi iyiler sayın Cumhurbaşkanım.
-Torun nasıl ?
-Hiç sormayın bir sevimli ki ? annesi geçen gün ona oyuncak bir ayı almış, onunla yatıyor...

-Bende henüz torun torba yok
-İnşallah olur.. Haa… unutuyordum, Yargıtay’ın telefonlarını dinlemişler, siz mi dinlettiniz ?
-Hayır haberim yok..
-Köşkün damı akıyor mu ?
-Geçen buluşmamızda da sordunuz.. Mustafa bey usta çağırmış, çalışıyorlar.
-Çok iyi önümüz kış, zorluk olmasın, Başkanım  Anayasa..
-İlahi Deniz bey, siz yüzme bilirsiniz, Bir zaman Rodos’a kadar yüzerim demiştiniz, Anayasa’ ya doğru birkaç kulaç atsanız her şey düzelir.
-Doğru, yaz gelsin de.. Sayın Cumhurbaşkanım bana müsaade..
-Aaaa… katiyyen olmaz bir kahve içmeden bırakmam, Oğlum Recep kahveler nerede kaldı ?

Türkiye Cumhuriyeti comhurbaşkanı ile Ana muhalefet lideri bu minval üzere konuşarak haftalık olağan buluşmalarını gerçekleştirdiler. Dışarda koca bir gazeteci ordusu bekliyordu… Birbirlerinin üzerinden uzanarak kapıların açılmasını gözleyen ulusal, yerel ve enternasyonal basın bir “kırıntı” haber için birbirini çiğniyordu. İtiş kakışta foto muhabirlerinin, filmcilerin milyarlık kameraları zarar görüyordu. Bunlardan biri koca bir ağaca tırmanmış “Turkish oval office”in örtülü pencerelerini gözlüyordu. Diğeri cıvarda bir damın üzerinde kurduğu bazuka gibi bir teleobjektifin içine eğilmiş, kaybolmuştu.

Az sonra kapılar açıldı. Heyecan son haddini buldu. Gazeteci ordusu deniz gibi dalgalandı.. Herkes kulak kesildi, ortalığı bir sessizlik kapladı, şimdi sadece deklanşörlerin soğuk tıkırtısı duyuluyordu, foto muhabirleri bir sürprizle karşılaşmamak ve en iyi kareyi kapmak için  cansiperane yarışıyor, ortada daha görüntü yokken habire resim çekiyorlardı.

Öyle ya… içerde Devlet sırları konuşulmuştu. Şu anda iki dudak arasından çıkacak her kelime büyük değer taşıyordu. Bu kişiler toplumun önderleriydi, “Hayat ve Memat”a karar veren seçilmiş kişilerdi.. Söyleyecekleri tek bir kelime ile tarih yapan adamlardı. Belki bir lafla tüm sıkıntılar sona erecek, toplum rahata kavuşacak veya kötülük deryasında bocalama devam edecekti. Ya gemi selamete çıkacak, veya batıp gidecekti.

Kapıda ilk önce lider göründü. Gazeteciler sormadan konuştu:
-Çok olumlu geçti...
-Ne geçti
-Tren geçti..
-Neler konuştunuz ?
-Çok faydalı şeyler..
-Neler mesela ?
-Gündemdeki maddeler
-Gündemde ne vardı ?
-Konuştuklarımız.

Bir zaman bir memlekette işler çok bozulmuş. Sorunlara bir türlü çözüm bulunmaz olmuş.. Dertler günden güne artmış, hayat çekilmez bir hal almış, ulusun geleceği kararmış, geçmişi tü.. kaka olmuş. O yörede henüz ayakta kalabilmiş birkaç akıllı bir yere toplanmışlar:
–Ne  yapalım ? demişler. İçlerinden biri şöyle konuşmuş:
–Benim bildiğim güvenilir bir kişi vardır, tecrübesi ve tedbiri yerindedir, onu getirelim, herşey düzelir… ancak bir kusuru vardır, meslekten değildir, çingenedir, düğünlerde çalgı çalar..
–Ziyanı yok demişler, işler düzelsin de ne olursa olsun…

Adamı bulmuşlar, rıca minnet getirip makama oturtmuşlar, başlamışlar beklemeye.. Bir şey söylesin, bir fikir versin, bir yol göstersin de işler bir daha bozulmamacasına düzelsin.. Fakat adamda ses yok.. Bir gün iki gün geçmiş, hiç hareket yok.. Bir gün adam yerinden doğrulmuş, herkes heyecanlanmış “tamam demişler, beklenen gün geldi…” adam kalkmış makamın kapısına yönelmiş herkes de peşinde.. binadan çıkmış, yakınlarda bir orman varmış, oraya doğru yürümüş.

Bir ağacın önünde durmuş, heyecan son noktada.. şimdi bir şey söyleyecek ve herşey düzelecek, adam hiçbir şey söylememiş, tekrar yürümüş, bir başka ağacın önünde durmuş ve parmağı ile ağacı göstererek vakur bir eda ile  konuşmuş :
–En  iyi zurna bu ağaçtan olur ..