Yiğit Paşamız, kahraman Paşamız aslan Paşamız’ın, masaları yumruklayarak haykırdığı sözlerin beynimin içindeki çınlaması günlerdir sona ermedi. Şekli gözümün önünden gitmiyor. Babam, dayım ve eniştem, olmak üzere ailemizden üç kişi Çananakkale harbi gazisi. Biz de burada demokrasi savaşı veriyoruz. Bir çeşit cephe gerisi muhabbeti.. Şehitlik nasip olmasa da belki adımız gaziye çıkar.
Sırmalı Generalin sözlerindeki “şerefsizlerin” kim olduğunu ? merak ettim :
- Adını “Balyoz” koyarak darbe planlayan görevliler mi?
- Bu haberi gazetelere sızdıran namussuzlar mi ?
- Bu haberi gazeteye yazan gazeteciler mi ?
- Haber doğru değil de, onu uyduranlar mı ?
- Silahlı kuvvetleri yıpratmak isteyen bir avuç hain insan mı ?
- Böyle bir habere inanan devlet düşkünleri mi ?
- Bu haberden meded uman gizli güçler mi ?
- Ordunun olagan bir "iç çalışmasını" etrafa yayanlar mı ?
Hangisi ?.. Bu uzun listede konumları yer alanların hangileri “şerefsizdir ?” Paşam bunu izah etmelidir. Izdırap içindeyim, ben de gazeteciyim. General kimlere seslenmektedir ? Bir bilen var mı ? Allah Lillah aşkına söylesin..
Cumhuriyetin “Genel Kurmay Başkanı” haklıdır. Devletimiz zor günler geçiriyor. Bu devleti kurup kollamakla görevli TSK elbette görevini yapmak zorundadır. Bu görev kutsaldır. Mutlaka yerine getirilmelidir. Kabul.. Pekiyi, bu görev nedir ? ve nasıl ? yerine getirilmelidir.
Zamanımızdan otuz dokuz yıl kadar önce Ordumuz 27 mayıs “gece baskınından” sonra bir darbe daha yaptı. Terör şehidi rahmetli Nihat Erim Başbakan oldu. Memleket yeniden sıkı yönetime girdi. Nihat Erim hükümeti o zamanki düşman “Komünistleri” hedef tahtasına koydu. Gariptir ki onlara karşı başlattığı harekete de “Balyoz” adını taktı. Yani bundan önceki ilk “Balyoz” Bu ikincisi.. “Komünistlerin başına Balyoz gibi ineceğim..” diyerek işe başladı. Rahmetli Erim’in bir adı da “Şalcı Nihat”tı. İsmet Paşalı yıllarda yine karışık bir zamanda “Devletin devamı söz konusu olduğunda hürriyetlerin üzerine şal örtmek gerekir” dediği için..
Askerler bir gün İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Seksen bin askerle şehri sardılar. Taksim'de su deposunun üzerine apuletli, sırmalı alay sancağı diktiler. İşgal ordusu gibi.. Bir de meydana, kocaman demir çiçekli bir süngü.. O süngü orada yıllarca kaldı. Sonra yok oldu. Ben o sırada Fransız siyasi Paris Match dergisinin “free lance” Türkiye muhabiriydim. Yasaklı günün sabahında İstanbul Harbiye’de I. Ordu Sıkı Yönetim merkezine gittim. Tüm ulusal ve yabancı gazetecilerle birlikte orada bize adını “Fırtına-I” koydukları harekat hakkında bilgiler verdiler. Sert yüzlü bir albay dedi ki: “Bu cephe gerisi harekatıdır.. Şimdi soğuk savaştayız, ama bir gün sıcak savaş olduğunda düşman karşıdan geldiği kadar ülke içinden de gelecektir. Onun için hazırlık yapıyoruz."
Bu olay kırk yıl önce oldu. Görüldüğü gibi ordu o Balyoz’dan bu Balyoz’a bir günde gelmedi. Herşey yavaş yavaş birikerek gelişti. Bazı değerli Ordu mensuplarının devleti kurtarma adına “iç düşmanı” hedef almasında şaşılacak bir şey yoktur. Onlar bu düşmanı yuvasında yok etmek için cami bombalamayı 200 bin insanı tutuklamayı da elbette düşüneceklerdir. Bana kalırsa bunun “suç olduğunu” da bileceklerdir. Hastayı tedavi ederken öldürücü ilaç veren doktorlar gibi ..
“Cephe gerisi harekat”ın hedefine yanlışlıkla “Türk halkını” koyduklarını şimdi yargıçlar onlara hatırlatacakır. Rabbim bu ülkede cümleye “görüş berralığı” nasip etsin. İnsan iki şeyden “kafir” olur: ya çok muhabbetten ya “yok” muhabbtten.. Anlaşılan bazılarının derdi işte bu “çok” muhabbet.. Hayırlı “muhabbetler” olsun.