Ne yargı krizi, ne asker krizi, ne para, ne insan krizi.. apaçık, güpegündüz, anlı şanlı “Devlet Krizi” Bir “devlet sorunu”nun içindeyiz. Altı yüz yıllık ömrü bitmiş Osmanlıyı Cumhuriyete çevirememenin şahane krizini yaşıyoruz.
Adını yanlış koyduğumuz bir düzenin içinden çıkamıyoruz. “Devleti mutlaka silahlı kuvvetler kurtarır” şeklindeki büyülü cümlenin asırlardan beri süregelen mantığı ile bir kez daha yüz yüze geldik. Karşımızda yine “Halaskâr Zabitan Çetesi”
Önce Sultan Genç Osman’ın kaatili Yeniçeriler, sonra Sultan Aziz’in bileğini kesen Paşa’lar, Hükümet basan İttihatçılar, Balkan Harbi komitacıları, Başbakan asan gece baskıncıları, şimdi Ergenekon.. Padişah 140 yıl önce bunların kışlasını topa tuttu yine üstesinden gelemedi.
Anaların çocukları “inşallah büyüdüğünde paşa olacaksın” diye büyüttüğü, devlet kapısından başka yerde ekmek aramayan insanların mahalleleri caddeleri, şehirleri doldurduğu bir ülkede yaşıyoruz. “Devletimiz var ne gamımız var” diyerek “ibda”nın “üretim”in tüm kapılarının kapandığı bir cenderenin içine düşmüşüz. Ne mal üretiyoruz, ne fikir, ne yol ne iz, ne geçmiş ne gelecek.. Bunun gerçek adı “kaht-ı rical”dir. Büyük adam, düşünen adam “bilen adam” eksikliği
Düşünen devlet adamlarımızın en genci seksen yaşında. Gazi’nin devleti ihtiyarladı. 180 ton vücut 20 gram beyinle yaşamış eski çağların dinasorları misali ortada gezinen bir takım yaşı geçkin pejmürde zevat, her gece TV’lere çıkıp millete akıl dağıtıyor. Ortalık Babil kulesine döndü. Kimin ne dediği ? neden dediği ? nasıl dediği ? ne amaçla dediği ? belirsiz. Söz yok, kelime yok, çapraz gürültü var.
Biri: “nerede hata yaptık ? diye sordu. Değerli kardeş ! işin nereden kırıldığı belli değil mi ? Bundan yüz yıl önce yıkılan bir devletin enkazını toplayıp yeni bir devlet kurmuşsunuz. Adına “Türkiye Cumhuriyeti” demişsiniz. Cumhuriyet ne demek ? “çoğunluk” değil mi ? Yani bu devlette “çoğunluğun sözü geçer” anlamında.. Bunun için topladığınız bir Meclis var, üzerine “egemenlik ulusundur” yazmışsınız.
Aradan otuz küsür yıl geçmiş, bir gece yarısı birileri çıkıp o meclisi dağıtmış, vekilleri kovalamış, bakanları hapsetmiş, başbakanı asmış, “egemenlik ulusun değil, bizimdir” demiş. Sonra o kutlu Devleti karpuz keser gibi ortasından beşe bölmüş. Meclisin yanına “Senato, Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi" ve şimdilerde pek adı geçmeyen "Devlet planlama teşkilatı” adı altında dört tane daha devlet dikmiş.. Olmuş devlet merkezi Ankara’da beş devlet..
Neden yapmış bunu ? iyi olsun diye ? Sonra ne olmuş ? kötü olmuş .. Kötü olacağı önceden anlaşılamamış. Zaten her kötülük iyilik olsun diye yapılır. Ama zaman onu kötüye çevirir. İyiler “düzen” kurar, kötüler onu bozarlar.. İdeolojiler, doktrinler, siyasal gruplaşmalar, hatta Dinler hep böyledir, başı parlak sonu karanlık.. Her türlü suç zamanın.. Ah şu zamanlar olmasaydı ? Ne güzel yönetilirdi hayat !
Şimdi bu Devlet yönetilemiyor. Devletin gücü, kuvveti, otoritesi, samimiyeti, vakarı, asaleti zedelendi. İbni Haldun’un değimi ile “asabiyeti “enerjisi tükendi. Kendini koruyamıyor. Yakaladığı eşkiyayı asamıyor, suçluyu suçsuzu ayıramıyor, mahkemeleri bitiremiyor, vergileri toplayamıyor, güvenlik birimleri, savcılar birbirini tevkif ediyor, yetki karmaşasında bir sanığın peşine birkaç mahkeme düşüyor. Bu Devlet halkına güvenmiyor ve ona güven vermiyor, seçim yapamıyor, halk seçtiği vekillerinin hakkını koruyamıyor. Halkı “cahil” bellemiş bir takım “okumuş hainler” ona her gün hakaret üstüne hakaret yağdırıyorlar. Senin zamanın geçti, şimdi “bilgi çağı” biz bilginleriz, “Ulusal Egemenlik ilkesi fasaryadır” diyorlar.
Halka rağmen halk nasıl yönetilecekse, o efendiler buyursunlar yönetsinler..