Beyoğlu Belediyesi ile Fransız Kültür Merkezi’nin ortaklaşa düzenledikleri “Beyoğlu Sohbetleri” programı geçen hafta pek kötü bir havaya denk geldi. Beyoğlu Caddesi’ndeki kargaşadan kurtulup konsolosluk binasına kendimizi dar attığımızda rahat bir nefes aldık. Doğruca kantine inerek birer çay söyledik. Karşıdan tanıdık bir yüzün bana doğru hareketlendiğini farkettim. Bu, Volkan Köprülü’ydü. Bizden önce gelmiş kenarda bir masaya oturmuştu. Her zamanki gibi meraklı gözlerle etrafı kolaçan ettiği sırada bizim geldiğimizi görmüştü…Yaklaştı:
-Volkan merhaba, ne zaman geldin ?
-Az önce, fazla beklemedim.
Volkan kibardır. Her şeye çabuk çabuk darılmaz, darılsa da belli etmnez, yine öyle yaptığına emindim, biraz sıkılmışa benziyordu, Fazla üstelemedim. “Buyur otur” dedim, dinlemedi. Etrafımda dolaşarak fotograf çekmeye koyuldu. Digital kameralar çıkalı Volkan’ın fotograf merakı arttı. Bir başladı mı dakikalarca resim çekiyor, eskiden olsa film harcamamak istemezdi. Biraz cimridir. Neden sonra yerine oturdu.
-Nasılsın ?
-İyiyim,
-Bu havada nasıl geldin ?
-Ben hava mava dinlemem, sen neredeysen ben oradayım.
Sevgili Volkan ne kadar da hakikatlidir. Masaya daha sonra gelenlerden biri sordu:
-Ne zamandan beri tanışıyorsunuz ? Volkan yine belli etmeden kızdı. Anlamsız da olsa bu soruya cevap vermek için büyük güç harcadığı belliydi:
-Elli yılı geçti, biz çocukluk arkadaşıyız..
Doğruydu… Volkan'la ellili yıllardan beri tanışıyoruz. Volkan Köprülü, Gerçekten “Köprülüdür” Köprülüler sülalesinin başlangıç neslinden "Kabudan-ı Derya, Sakız Fatihi, Yenikapı Mevlihânesi şeyhi **Kaari Ahmed Dede'**nin dervişi “Amucazade Hüseyin Paşa” kolundandır. **Osmanlı Devleti'**nin bir zaman payandası olan **Köprülüler'**den kalma ulu bir çınar’dır Volkan.. Küçükken **Hisar'**da beraber bisikletle gezerdik. Ben Üsküdar’da **Bağlarbaşı’**nda Nakkaş Tepe’den bisikleti saldım mı, Anadoluhisarı’na kadar kendi kendine giderdi. Beylerbeyi ve **Çengelköy'**den hızla geçerek.. Dönüş biraz zor olurdu ya neyse.. Konumuz “Beyoğlu Sohbeti”
Salona biraz geç girdik, bekledik ki dolsun.. Vakit gecikince dostum neyzen Ahmet Sosysal’a taksim yapmasını söyledim. Eskiden Cüzzam hastahanesi olarak kullanılmış olan Fransız Konsolosluk binasının beşyüz kişilik konferans salonunda fazla boş yer kalmamıştı. “Belediye başkanı gelecek biraz bekleyelim..” dediler. Başkanların hiçbir yere saatinde gelmediğini bildiğimden sıkıldım. Halkı bir dakika bile bekletmeyi hiçbir zaman kendime yediremediğim için az sonra yerimden fırladım “Ben çıkıyorum, başkanınız gelince keserim” diyerek sahneye huruç ettim.
Ortaya bir koltuk koymuşlar. Beni meddah gibi oraya oturttular. Toplantı Belediye Başkanlığı adına açıldı. Sunucu biyografimi okudu. Lafa başlarken Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan kapıdan göründü. Sözü keserek karşıladık, Lafa yeniden başladık. Konu “ Beyoğlu’nda Mevlevilik ve Mevlevi Kültürü…” olarak bildirilmişti. Tabii ağırlık “Galata Mevlevihanesi” olacaktı.
-Beyoğlu’na geleli altmış yıl oldu diyerek söze başladım ve devam ettim: altmış yıl önce 1949 yılının sonbaharında beni Galatasaray lisesine yazdırdılar. O zamandan beri Beyoğlu’ndayım. Bu yörenin bir parçası oldum. Zaman benim için burada çok farklı oldu. Bazen çok hızlı geçti, bazen de hiç geçmedi.. Çocukluğumun en değerli yılları ile gençlik çağlarım ve orta yaşlı halim burada birbirine karıştı. Herşey öylesine ansızın ve içe oldu ki, şimdi yılları birbirinden ayıramıyorum. Ne oldu ? hatırlamıyorum.
Bazen saatler bile birbirine karışıyor. Eski Hristaki sonra ünlü Çiçek Pasajı olan yerin üzerinde binaya uydurulmuş büyük bir meydan saati vardır. Bu saat önceleri üçü çeyrek geçerdi, sanırım yirmi yıldan fazla hep üçü çeyrek geçti. Sonra otuz yıl kadar sekiz buçuk oldu. Anlaşılan bir ara onarıp çalıştırmışlar, ancak bir gün saat **sekiz buçuk’**ta yine durmuştu. Buraya gelirken baktım: Dokuz’a çeyrek var. Hemcinsleri gibi fazla çalışkan olmayan bu naçiz saat, yarım asırda üç defa doğruyu göstermişti.
Konsolosluktaki toplantı Galata Mevlevihanesi üzerinde yoğunluk kazanarak devam etti: Salonu dolduran dinleyiciler, 485 yıl önce kurulmuş olan bu Mevlevîhâne hakkında temel bilgiler edindiler. Burada asırlar içinde yetişen şeyh efendilerine dair sorular sordular**. Mevlevîhânenin** neden devamlı onarımda olduğunu ve ne zaman açılacağını merak ettiler. Bu konuda kendi kişisel yorumumu aktarırken biraz da ileri gittim, dedim ki : “Galata Mevlevîhânesi devletin bir müzesidir. Burası eski hükümetler zamanında bir Mevlevî Kültür Merkezi olarak düşünüldü, ancak sonradan paralı turistik gösteriler salonu oldu, devlet bundan rahatsız, şimdi onarımları bahane ederek bir süre kapalı tutmayı ve unutturmayı deniyor.”
Toplantı Bir Fransız kuruluşu olan **Fransız Kültür Merkezi'**nde yapıldığı ve büyük ölçüde “Beyoğlu Kültürüne” ayrıldığı için sadece İstanbul’un değil tüm **Türkiye'**nin göz bebeği olan bu kaza merkezi hakkında daha üst perdeden birşeyler söylemek gereği de ihmal edilemezdi. Ülke çapında bir eğlence ve “boşalma” yeri olan bu alan, aynı zamanda gerçekten dünya kültürlerinin ve çeşitli inançların gösteri yeri gibiydi. Toplantıya gelirken düşünüyordum: Sahi ! bu Beyoğlu ne kadar ilginç bir yerdi:
Taksim’den Ana caddeye girerken solda Minare gibi iki kulesiyle “Aya Triada:Kutsal Üçleme” Rum Ortodoks kilisesi göze çarpıyordu. Onun sağında 250 yıllık Taksim Suyu tesisleri vardı. Az ilerde sağda Ağa Cami yer almıştı. Yola devam ettiğinizde Balıkpazar “Üç Horon Ermeni kilisesine" varıyordunuz. Solda Galatasaray Lisesi onun yanında St. Antoine İtalyan Fransisken tarikatı kilisesi tüm haşmetiyle yükseliyordu. Karşı sokakta Meryem ana Rum kilisesi, onun devamında, dar bir sokakta Rum Katolik Melkit Kilisesi ve karşısında **Kumaşçı Draperyo’**nun fetihten sonra vakfettiği St.Pierre Manastır’ı yer alıyordu. Solda sokak içinde Kırım Kilisesi namı ile ma’ruf İngiliz Angilikan kilisesi ve en sonunda Galata Mevlevîhânesi ile sergi tamamlanıyordu. Böylece bu alanda bütün dinlere uğramak ve sonuda Mevlevi olmak mümkündü.
Aslında bütün bu saydığımız binaların hiç biri yokken Mevlevîhâne vardı. Mevlevîhâne Fatih Sultan Mehmet devri akıncı beylerinden İskenderpaşa’nın bahçesiydi. Paşa burayı vakfederek bir Mevlevîhâne olmasını istediğinde henüz Beyoğlu semti yoktu. Bu yüzden beş asırlık Mevlevîhâne şimdi yanına gelip sıralanan tüm yapılara tepeden bakarak onları bir orkestra şefi tavrıyla gözlüyor. Hepsine sonradan görme “nevzuhur” muamelesi yapıyor. Zaten öyle değil mi ? Buralarda kimselere yokken Mevleviler vardı..
**Beyoğlu'**nda yüzyıllardır doğu-batı karşılaşması yaşanıyor. Dünyada birbirine yabancı iki zıt kültür burada buluşarak ortak yaşamanın sırlarına ermeye çaba harcamış. Hala da harcıyor. Burada iki ve daha fazla yaşam biçimi birbiri ile örtüşmüş, bazen biri diğerine üstün gelmiş, bazen diğeri öncekini bastırmış.. Amma ne olmuşsa olmuş, bir insan manzarası çizilmiş. Politik yatırımlara ve hain odakların gizli emellerine malzeme olmadığı zaman farklı insan cinslerinin, rahatça bir arada yaşayabileceğini göstermiş Beyoğlu..
**Beyoğlu'**na gelip kurtlarını dökmek sonra da adam gibi eve dönmek mümkündür.