_
_Her ciddi konuyu zamanlı zamansız, uluorta dillendirmenin artık saygısızlık sayılmadığı ortamda, yürek yakan “Allah ile arkadaş olma” tartışması, yeni boyutlara ulaştı. Bir mektuba verdiğim cevabı sunuyorum:
Rahmeti Eyyüb’lü Hocaefendi anlatırdı: Eyyüb’ün ünlü Bostan iskelesinde bir gece bir sohbet sırasında, çevrede yersiz halleriyle pek de iyi tanınmayan bir zat “ben dün gece rüyada peygamberi gördüm” diyerek lafa başlamış, uzaktan bir başkası seslenmiş: “haydi oradan, sen mahalle bekçisini dahi rüyada göremezin…” demiş. Şimdi efendim**, olay** bu !
**Mânâ’**da şeytanı Rahman'la karıştırdığı anlaşılan ve mahalle bekçisini dahi görmeye kudreti olmayan insanlar, söylemeye dilim varmıyor “Allah” ile arkadaşlık iddia ediyor. Ve ilave ediyor: "Bir gün oluruz.” Yılışık ve dayanılmaz bir ifade tarzıyla ve israrla fikrini izaha çalışıyor.
“Bu hal edebe aykırıdır” dedik anlatamadık. “Tarikat etiği ve estetiğine uymaz” dedik dinletemedik. “Tasavvufî neş’enin yokluğuna” işaret eder dedik tutturamadık. Korkarım bu bir “sosyo-politik bir proje”, arkasından daha korkunç şeyler için altyapı hazırlıyorlar,. Entraman yapıyorlar.. İsevî'ler gibi “Hepimiz peygamberiz… Allahın oğluyuz" falan gibi şeyler söyleyecekler. Neuzubillah.
Böyle laf olmaz…eskiden yoktu nereden çıktı ? Adam Hüseyin Vassaf’ın kitabını açıyor, sayfa sayfa kopya ediyor. 120 sene evvel hangi mahallede Hangi şeyh efendinin kime nasıl hilafet verdiğini, hilafeti hangi hattata nesih'le mi rikka ile mi ? hatta hangi mürekkeple ? yazdırdığını, kimin "karnıyarık" tekkesine ne tarihte şeyh olduğunu pek lazımmış gibi uzun uzun anlatıyor, Dinlemezsen kızıyor, aşkından şüphe ediyor, mezartaşı diktası kuruyor. Arkadan da tutturuyor “**Allah’**la arkadaş olunur. Peygamber efendimiz dedi ki…” Ne dedi birader ! sen peygamber misin ? O bir peygamber, senin sıfatın ne ?
Ben kimsenin kusurunu bir başkası ile tartışmam, bir başkasına anlatmam, doğruca kendisine anlatırım, bir aksiliği üçüncü kişilerle paylaşmam, kendisinin bulunmadığı yerde dillendirip gıybeye girmem ama öyle bir zamana geldik ki, dayanılmıyor. Kusur sahipleri azdıkça azmışlar. “Sahib-i kusurlar, sahib-i zaman” olmuşlar. Kıyasıya birileriyle harbediyorlar.
Ben nazik adamım. Pek çok İrfan meclislerinden, Hakk sohbetlerinden kalma duygularım var. Onlarla yaşıyorum, yaşım da ileri korkuyorum. Zinciri takmadan, delikten bakmadan kimseye kapıyı açmıyorum, kapıyı pencereyi sırladım, evde ışık yakmıyorum. Ateşi söndürdüm. Bacadan duman çıkmıyor. Hükmü Ezel bir yaramazı fakire doğru postaladıysa ona diyeceğim yok. “Kadere rıza, fazilete “seza”dır. Bir yandan zorunlu olarak derdimi paylaşacak kamil adam kolluyorum. Ufukları gözlüyorum, güzel insanları özlüyorum. Gıybet gayyasına düşmek pahasına çileme ortak arıyorum. Günler geceler boyu lafıma yandaş**,** kendime yoldaş devşiriyorum.
Haksızsam söyleyiniz ! Haklıysam bir dip notu koyarak geçiniz. Şikayetim bu zamana değil, geleceğin insanlarına. Bu devir bitti, belki onlar laftan anlar. Yürek yakan, kol kıran, bel büken, yol kesen, dervişlik neş’esi bozan, bu ve benzeri konular artık bitsin. Unutun gitsin. “Barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar” demişler ya “hakikat şimşeği fikirlerin çarpışmasından doğar “demektir. Buradaki “müsademe-i efkar”dan değil “Barika-i hakikat” ancak “Barika-i felaket” çıkar. Yani “Felaket şimşeği…” Güneş söner, etraf kararır, dünya bir daha geri dönmeyecek biçimde kaosa düşer, kainat yok olur.
Saygılar sunarım.