Türkiyede siyaset yargıya müdahale ediyorsa, böyle bir şey varsa, yargı daha önce siyasetin içine girdiğindendir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri yargı ile siyaset iç içedir. **Medeni Kanun İsviçre’**den alındığını söylüyorlar. Borçlar ve icra kanunu da İtalyan menşe’li olmalıdır. Bu iki kanunun yabancı kaynaklı oluşuna siyasiler karar vermiştir. Bir ülke yabancı kanunla yönetilir mi ?
Osmanlı’da kanun işi karıştığında “Napolyon kanununu alalım” demişler. Çağının büyük devlet ve hukuk adamı tarih yazarı Ahmet Cevdet Paşa ”Yabancı bir kanunla yönetilen bir ülke mahvolur” demiş. Bu sözün üzerinden bir yüzyıl geçmeden ülke yabancı kanunlarla doldu. Buyurun neticeyi seyredin…
İşin sarpa sardığını anlayan Ahmet Cevdet Paşa devleti yüzyıllarca sırtında taşımış olan ancak İngiliz Hukuku misali yazılı olmayan örfi-islamî hukuk sistemini toparlayarak tek metin hale getirmeyi düşünmüş ve “Mecelle-i ahkâmı adliye” adı altında bir hukuk abidesi meydana getirmişti. Hukuku kurtulan Osmanlı devleti, siyaset ve ekonomide iflas ederek batmasaydı, o hukuk Roma hukuku gibi yıllarca üniversitelerde okutulacak, nice ülkeye örnek olacaktı. Nitekim 1956’da bağımsızlığını kazanan Uzakdoğu Malezya hükümeti ülkedeki İngiliz sömürge hukukunun izlerini silmek amacıyla yıllar sonra “Mecelle” yi tercüme ederek yürürlüğe koymayı düşünmüştü.
**Türkiye'**de yargı, yakın zamanda en büyük darbeyi 27 mayıs hükümet darbesinden sonra yedi. Zamanın Menderes hükümetleri de yargıya sarkıntılık etmiş ve bu tavrı darbenin nedenlerinden biri olmuştu. Darbeci subaylar yönetimi ele geçirdikten sonra gelecek iktidarların da elini kolunu bağlamak amacı ile bir dizi tedbir aldılar, ancak bu tedbirler tam tersi bir kötülüğün nedeni oldu, bu defa yargı, seçilmiş iktidarların terbiyecisi kesildi. Ülke bir dertten kurtulmuş, başka bir derde uğramıştı.
Yargı ve siyaset arasındaki bağ ülkenin uygarlık yolundaki tablosudur. Bu iki olgu birbiri ile çatışmadan ayakta kaldığı müddetçe devlet kendini korur, ne yazık ki bu durum ülkemizde artık söz konusu değildir. Her iki kurum birbirini yıprattıkça genel düzenin güçlü omurgası olan kamu hukuku sürekli gerilemekte, vatandaş yargıdan, yargı da vatandaştan gittikçe soğumaktadır. Günlerden bir gün yargıya güven kalmazsa, ortaya “vicdanî hukuk” çıkacaktır ki, bunun da **kamu’**dan gelen yaptırım gücü olmadığına yaramazları hizaya sokamaya yetmeyecektir.
Siyaset yargıya karışıyorsa suç işliyor, yargı siyasete karışıyorsa o da suç işliyor. Geçen adlî yılın açılışında bir yargıcın, salonda bulunan seçilmiş devlet başkanının gözlerinin içine bakarak “seçilmişle atanmış arasında fark yoktur” demesi bu suçun gayet açık kanıtıdır. O seçilmiş kişiyi seçerek oraya gönderen bir kişi olarak ben o yargıç hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.
Yargıç seçtiğim kişiye hakaret etmiştir. Yargılanmalıdır. Ben o yargıcı değil orada oturan o başkanı seçtim. Yargıç nereden çıktı ? Anayasadan mı ? İşte bütün sır burada. O Anayasa tepki anayasasıdır. Düzeltilmelidir. Milli hakimiyete karşıdır ve Milli hakimiyetin tecellisine engeldir. Devletin temel kuruluşuna aykırıdır..Atatürkçüğe bühtandır.
Yargı yargılanmalıdır. **Türkiye'**de bir daha hiçbir yargıç seçilmiş bir devlet başkanına alenen hakaret etmemelidir. Onu karşısına alıp “sen ve ben” dememelidir. Bu tavır binlerce yıllık Türk idare geleneğine aykırı olduğu kadar halkın vicdanına ve iktidar duygusuna terstir. Bu ülkede kimse anasının ak sütü gibi helal olan oyunu verdiği kişinin böylesine aşağılanmasına rıza göstermemelidir. Yargıç ayrıca iktidara “yargının beğenmediği kanunları çıkarma” diyor. Bu daha büyük bir suç… O zaman seçime ne luzum var gel sen otur… Sayın yargıç.