Yakında bir asrı dolduracak olan Cumhuriyetimizin yeni bir kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Bu aziz ülkede yaşayan ve bu şerefli devletin üyesi olmaktan gurur duyan herkese, her **Türk'**e bu önemli gün kutlu olsun. Tarihte zor kazanılmış bu vatan, devlet ve kamu hakkının, kıyamete kadar devamına ve korunmasına Rabbim razı olsun.
Gelmiş geçmiş ve bu gün yaşayan nice değerli vatan evladı da şuna tanık olsunlar ki, içinde yaşadığımız tartışma ve irdeleme ortamının, ülkenin tarihsel gidişatına hiçbir zararı olmayacak ve bu olağan “müsademe-i efkâr”dan yüzyıllık Cumhuriyet kârlı çıkacaktır. Kamu hayatının her göstergesi böyle bir mutlu sonucu haber veriyor.
Ülkelerin toplu yaşamında hayatın sağlıklı devamı için bulunan çeşitli formüller arasında halkın kendi kendisini ifade gücü ve bu gücün yönetime yansıması başlıca konuyu teşkil ediyor. Halk kendine bir coğrafyanın üzerinde akıllı bir yaşam modeli seçecek, bunu açıkça ifade edecek ve bu ifade yönetime ulaşarak kamunun istekleri yerine gelecek. Kalkınma, açılma, gelişme ve geleceği sağlama bağlama böylece mümkün olacak.
Geçmiş deneyler göstermiştir ki Kamu’nun isteklerini ifade gücünü bir hükümdara, bir krala, bir despota veya bir monarşiye emanet etmesi faydalı sonuç vermiyor. Birkaç yüzyıldan beri insan toplulukları seçilmiş parlementolar ve cumhuriyet idareleri kurarak kendi işlerini doğrudan görmeyi yeğliyorlar. Siyasal güç artık bir şef veya kral ailesine terk edilmeden doğruca kullanılıyor.
Toplulukların kendi kendilerini ifade gücünde iki olay dikkat çekicidir. Toplumlar da bazen bireyler gibi anî, düzensiz, gereksiz, eksik ve baskıcı kararlar verebiliyorlar. Buna eski düşüncede “Efkar-ı umumiye” denmiştir. Yani şimdiki “Kamu oyu…” Toplumların derinden derine, duygu ve kanaatleri sonucu, sağlam itikadî köklere dayanan kararlarına da eskiler “Ma’şeri vicdan” demişlerdir. Buna şimdi “kamu vicdanı” diyebiliriz. Batı’da “subconcience” veya “memoire collectif” gibi yeni kelimeler de kullanıyorlar.
Yaşadığımız çağda kütle iletişim araçları ne yazık ki toplumların derin “vicdani” düşünce ve duygularına değil, günlük olayların akışı sonucu her an değişebilen, anî ve düzensiz, kararlar verebilen “efkar-ı umumiye” olgusuna yönelmiştir. Gerek haber programları, gerek diziler ve gerekse ekonomin sesi olan reklamlar, insanları günü gününe yaşayan etkisiz varlıklar olarak görme alışkanlığı kazanmışlardır. İnsanları daha fazla istenen yöne çekmek, ilgi odaklarını acımasızca kontrol etmek ve onlara “ekonomik bir tasarım” olmaktan öteye hak tanımamak başlıca yaşam ilkeleridir. Bu ilke gelişmektedir.
Toplum yaşamını yönetenler bu noktada korkunç bir hatâ işlemektedirler. Bu inanılmaz hatâ “Efkar-ı umumiye” nin yanında “Ma’şerî vicdanı” unutmak, yok saymak, devre dışına itmek ve kasıtlı bir imha hareketi ile onu etkisiz kılmaya çalışmaktır. Kamu vicdanının yok olması elbette hayatın kendisinin yok olması anlamını taşıyacağı için toplumda önder görünümü taşıyan bir grup insanın taşıyacağı vebalin azameti gözler kamaştırıyor.
Bu ülkede “kamu vicdanı”nın yok olacağını sanmıyorum. Onu “efkar-ı umumiye” ile karıştıranların tarih hakkından gelecektir. “Kamu vicdanı”nın yaşayan toplumlarda er veya geç egemen olduğu görülmüştür görülecektir. Kamu’nun istemediği hiçbir şey olmaz, Kamu her zaman kârlıdır. Ve Kamu’ya dayanan Cumhuriyetimiz de baştan sona kârlıdır. Tekrar kutlu osun