Devlet içinde devlet olmaya namzet ve kendine hak olarak gören bir etnik güç, iki koldan **Türkiye’**yı sardı. Biri Batıdan diğeri Güneydoğu’dan... Sınırların ötesinden destek alarak düpedüz coğrafya’nın ortasına doğru yürüyor.
Bir yarımada olan bu coğrafya’nın öncelikle sahillerinde yer tutmayı hedefliyor. Denizi olan ülkenin geleceği de olur, ümidiyle tüm gücünü sahillere ve limanlara yöneltiyor. Dikkatleri çeşitli yönlere çevirerek sessizce ilerliyor.
Bu ülkede herkesin başında olan sosyal ve ekonomik sıkıntılardan yola çıkan bu güç, ezilen ve gerileyen sadece kendisi imiş gibi, ülkenin unsurunu teşkil eden diğer güçleri sollayarak ortak yaşamdan daha fazla pay istiyor. Geçmiş zulümlerin “kan parası” da cabası…
Saldırıya karşı direnme gücünü kaybetmiş bir merkez yönetim, modası geçmiş sloganlarla meseleyi geçiştirmeye çalışıyor. Onların dilinde saldırının adı “demokratik açılım”dır. Önüne geçilemeyen her hareketin adı “süreç” kontroldan çıkan her sonucun adı da bu defa başka bir kullanım şekliyle yine “domokratik açılım”dır.
Kasaba kültüründen çıkmış ilkel bir taşra iktidarının, ülkenin şu gününde yüksek devlet idealleri ve egemen devlet kavramına yönelmesi mümkün müdür. ? Onlar sadece olana isim koyarlar… Onlar elbette önünde sürüklendikleri ve asla anlayamadıkları olaylara kendi hallerince tarife yazmaktan öteye geçemeyeceklerdir.
Bu gün ulaşılan nokta yıllardır, devam eden genel bir soğuk savaşın zirvesi ve onun sınırlardaki serpintisi olan sonuçsuz askerî sıcak temastır. Milli vicdanı kana bulamış bu savaşın sona ermesini isteyen merkez yönetim gücü, yani bir seçimle devleti teslim almış olan Ankara’daki çaresiz siyasal iktidar, bu savaşın orta yerinde kalmış ve şimdi bir slogan uydurmuştur: “Çocuklar ölmesin…”
Yeryüzünün hem geçmişinde hem yaşanan günlerinde “çocuklar ölmesin…” sözünün duyulmadığı hangi savaş vardır ? Çocuklar tek taraflı mı ölüyor ? Nazım’ın şiirinde 13 yaşındaki Japon çocuğu atom bombasıyla hayatını kaybederken, aynı yaş kesitindeki Amerikan çocukları da aynı tehdidin orta yerindeydi. Savaşan tarafların “çocuklar ölmesin…” silahı savaş makinasının en tesirli ateşli silahından daha öldürücüdür. Bu silahı iki taraf savaşlarda aynı anda kullanıyor.
Bir ülke savaşıyor. Ülkenin içinde bir etnik güç, asırlardan beri ülkenin sahibi olan diğer bir etnik gücü karşısına almış kıyasıya harb ediyor. Biri diğerini yok etmeye çalışıyor. “Çocuklar ölmesin…”den çok daha ileri ve başka boyutlarda olduğumuz kesindir. Bu olay ne “süreç” ne de“ demokratik açılımdır” . Bunun adı etnik muharebedir. Evet “çocuklar ölmesin… “ kimse istemez amma bir ülkenin, bir halkın yüzlerce yıl sonrası var…
Bu cedelin sona ermesi için tarafların eşitlenmesi gerekir. Biri “diğerini affeder” o “pişmanlık ister” diğeri sınırda ”mahkeme” kurar, öbürü hava alanında bayraklı fişekli “karşılama düzenler” Yol haritasi, “muhtıra” gibi mektup… bunlar boş işler. Güçlerin dengelenmesi gerekir. Maddi ve manevi, bu dengenin sağlanacağı zamana kadar anlamsız mücadele devam edecektir.
Türkiye’nin bir istila gücüyle sarılmasının yaratacağı ulusal tepkinin bu dengeyi sağlayacağını umuyorum. Yoksa haritaların üzerindeki isimler değişecektir. Eskiden ülkeleri ordular alır, ordular kaybederdi, şimdi etnik güçlere alıyor, etnik güçler kaybediyor… Üniter devlet ne oldu ?. Görünen o ki bir süre sonra bu da bitecek ve hepimiz “çokuluslu” şirketlere teslim olacağız.
Başka bir zamana geldik. Askeri darbeler, hukuk darbesi derken şimdi de etnik darbe ve yavaşlatılmış istila… sonrası Allah kerim. Rabbim doğrusunu biliyor.