Madam Dumesnil bir Amerikalı’ydı. Önceden Avrupalı’ymış, sonradan Amerikalı olmuş. Yarım yüzyıl evvel Avrupa’yı Hitler ordularından kurtarmak için denizin ötesinden gelen askerlerden bir ile evlenmiş. Savaş sonrasında **Texas’**a yerleşmişler. Kocası zenginmiş, Meksika körfezinde petrol kuyuları var derlerdi. Ölünce kuyular Madam’a kalmış.
Ben Madam Dumesnil’ı 76 yılında Konya’da tanıdım. Mevlânâ’yı anma törenlerine gelmişti. O yıllarda o çevrede fazla İngilizce konuşan olmadığı için beni tanıştırdılar. İlginç bir kadındı. Mükemmel bir Avrupalı’ydı. Derin kültürü vardı. Adeta bir Latin- anglo-sakson karışımıydı. Latinlerin ağırlığı ile Yeni Dünya insanının yüzeysel hatlarını taşıyordu. Biraz yadırgamıştım. Ancak Latin dünyasının değerlerine bağlılığı beni yürekten yakalamıştı.
Madam **Dumesnil Konya’**dan çok etkilenmişti. O da birkaç yıl önce buralara gelerek bu işlere sardıran, Sorbon mezunu Bergson’un öğrencisi Madam Ninon Talon Karlweiss gibi Mevlânâ dostuydu. Hazretin adı anılırken renkten renge giriyor, gözleri dalıyor, sesi titriyor, sanki **Pir’**i karşısında görüyor ve önünde diz çöküyordu. Bu yaşlı ecnebi hanımlara Mevlânâ denince bir şeyler oluyor… Hz. Pir’e bir başka yerden bakıyorlar. Rabbim niyetlerini kabul ve de sırlarını hıfz etsin. İsimlerini sayarım ya, çoğu böyleydi.
Mevlevilerin 1978 Amerika seyahati, dolu dolu ve faydalı geçiyordu. Bir misyon üstlenmiş ve onu yerine getirmeye koyulmuştuk. Gündüz programlar yapılıyor, geceleri sabahlara kadar, peşimizden ayrılmayan Amerikan İnayet Han Sufi’leriyle sohbetler ediyor, bazen de “esma” sürüyorduk. Bir sabah yöneticilerimiz bir haber uçurdular: Madam Dumesnil yapılan işlerden fevkalade hoşnud kalmış ve her türlü masrafını karşıladığı hey’etin saygıdeğer üyelerine ayrıca birer hediye almaya karar vermiş.
Hediyelerin alınacağı bildirilen günde sabah otobüse dolduk. Yola çıktı. Bir süre sonra koca bir giyim mağazasının önünde durduk. –İnin aşağı…dediler. Hep indik. Mağazanın giriş kapısı önünde organizasyondan bir yetkilinin şunları söylediği duyuldu: –Madam Dumesnil hepinizin 20 dolarlık alışveriş yapmanızı rıca ediyor, alacağınız hediye 20 doları geçerse cebinizden ödeyeceksiniz… Buyurun içeriye, yarım saatiniz var…
Birer ikişer mağazaya girdik, efendiler reyonların arasında dağıldılar. Burası Texas stili giyim ve kullanım eşyaları satan devâsâ bir yer… Kovboy şapkaları, yelekler, kemerler, meşin pantalonlar, damalı oduncu gömlekleri, koşum takımları at eşyası, çeşitli marka viski şişeleri, tencere tava, uyku tulumu, tabanca bıçak, silah ve mühimmat… Çeşidin bolluğu inanılır gibi değil. Ancak hakkımız bunların içinden sadece yirmi dolarlık mal, isteyen kemer, isteyen gömlek, isteyen şapka, kim ne isterse alsın… 20 doları Madam’dan, gerisi cepten.
Herkes bir şeyler aldı takındı, kimisi paraya kıyıp poşetlere gömüldü, ben bir şapka iki de gömlek aldım, 45 dolar tuttu, üstünü ödedim. Mevleviler birer kovboy olup mağazadan çıktı. Tekrar kaldığımız ikişer katlı Texas villalarına döndük. Otobüste gelirken herkes, aldığını yanındakine gösteriyordu. Neş’eli bir gün geçirmiştik.
Gece Sema oldu. Sonra eve sohbete sıra gelinince yolda gelirken aklıma takılan bir hesabı Madam Dumesnil ‘le sordum –Madam dedim, Bizi Amerikaya getirmek için kişi başına 2000 dolar harcadınız, ama bize bu gün 20’şer dolarlık hediye aldınız. Anladığım kadarı ile siz bu 2000 doları yaptığımız işe verdiniz, bize ise 20 dolar uygun gördünüz. 20 doları düşersek bizim işimiz için biçilen değer 1980 dolar oluyor, pekiyi 1980 dolarlık bir işi, 20 dolarlık bir ademoğlu’na neden yaptırıyorsunuz ?
Madam Dumesnil güldü. Yıllarca aklımdan çıkmayan şu cümleyi söyledi – Burası Amerika … burada parayı insana değil, yaptığı işe verirler. Bu cümle Amerika’nın dünyaya bakış sisteminin özüydü. Bu gün de bu bakış, Anglo-Sakson dünyasının silahı ile, parası ile, vahşi tutumları ile yarım yüzyıldan bu yana egemen olduğu, yeryüzünün her yöresinde tüm şaşaası ile devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin çağa vurduğu damga böyle.