Nezih Uzel'den not: İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesinin onarımı dolayısısyle TC Vakıflar Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl bana bu tekke ve genel Mevlevilik kültürü ile ilgili bir yazı yazdırmıştı. Bu yazı dergahın onarımını içeren doküman ve fotograflarla birlikte "Aşıkların Dünyası" isimli tanıtım kitabında yer aldı. Ancak çok sınırlı basılan, ve çok az dağıtılan bu kitabın yeni bir baskısının yapılacağını da sanmıyorum. Bu yüzden bu eserde yer alan yazılarımı bölüm sırası ve pek az değişiklik ve ilavelerle sunuyorum.
(Arşiv'den)
Türkiye’de tekkelerin tarih olduğu 1925 yılında İstanbul’da beş Mevlevîhâne vardı: Galata Mevlevîhânesi, Yenikapı Mevlevîhânesi, Eyüb Sultan Bahâriye Mevlevîhânesi, Kasımpaşa Mevlevîhânesi ve Üsküdar Mevlevîhânesi.
1453 yılında gerçekleşen Tük fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun saltanat merkezi olan İstanbul şehrinde, Fetihten az sonra başlayan Mevlevîhâne kurma geleneği, 18. yüzyılda Üsküdar’da kurulan son Mevlevîhâne ile bu şehre beş Mevlevî tekkesi hediye etmişti.
Osmanlı İmparatorluğu arazîsi içinde, bünyesinde beş Mevlevîhâne bulunduran başka bir şehir yoktur. Mevlevîler İmparatorluğun yaşadığı ve üç kıt’aya yayıldığı dönemde, Dünya coğrafyasının bu bölgesinde, Basra Körfezinden Macaristan’a ve Kuzey Afrika’ya kadar 105 Mevlevîhâne kurmuşlardı. Bu rakam tarikat merkezi olan Konya Çelebilik makamı kayıtlarından çıkarılmıştır.
Mevlevîhânelerin bu kadar geniş bir alana yayılmasının sonuçları ne olmuştur ? Mevlevîlik tarihi üzerinde yapılan değerli çalışmaların genellikle Anadolu Mevlevîhâneleri ağırlıklı oluşu, bu konuda şimdilik sağlam bilgiler elde etmemize yol açmıyor. Türkiye dışında kalan örneğin Balkanlar ve ötesi Mevlevîhânelerde durum nasıldı ? Buralarda çalınıp söylenen Mevlevî, âyinlerinde yöreye has farklılıklar var mıydı ? Bu ve benzer soruların cevapları henüz karanlıktadır.
Mevlevî tarikatınn uzun yüzyıllar sürmüş sağlam merkeziyetçiliği göz önüne alındığında tekkeler arasında fazla farklar bulunmadığı düşünülebilir. Fakat sosyal antropoloji’nin ayrıntılarda çeşitlemelere yol açtığı da unutulmamalıdır. Mevlevî bestekârlar meydana getirdikleri âyin bestelerinde başta Mevlânâ’nın şiirleri olmak üzere isim yapmış Mevlevî şairlerinin güftelerini de kullandıkları bilinmektedir. Bu muazzam literatürün dışında herhangi bir güfte kullanıldığında Konya Çelebilik Makamı yazıyla itiraz ederdi. Makam, eserinde kendi güftelerini kullanan bir bestekârın âyininin çalınmasını, İmparatorluğun tüm Mevlevîhânelerine ulaştırılması kaydıyle yayınladığı bir bildiriyle yasaklamıştı.
İstanbul Mevlevî tekkelerinin ilki bir Bizans kilisesidir. Sultan Fatih’in şehre sahip oluşundan sonra eski bir kiliseyi Mevlevîhâne’ye çevirerek Mevlânâ’nın dervişlerine tahsis ettiği bilinmekteydi. Bu kilisenin hangi yörede bulunduğu ve ne sıfatla tanındığı ? konusunda kesinlik yoktur. Şehzadebaşı’nda, sonradan Kalenderhâne Camii olan eski Akaleptos kilisesi konuşulmuş, Fatih zamanı yazılan vakfiyesine rastlanmış ancak sonuca varılamamıştır.
Bundan bir süre önce İstanbul Arkeoloji müzelerinin açtığı daimî “İstanbul Sergisinde” Topkapı Sarayının Sarayburnu tarafında “Manganlar” adı ile bir kilisenin varlığı ve bu kilisenin Fatih Sultan Mehmet tarafından “Mevlevî dervişlerine” tahsis edildiği kaydı görülmüştü. Bu kaydın kaynağı belirtilmemişti. Bizce bu olasılık Akaleptos Kilisesi önerisinden daha ileridir. Zira “Manganlar Kilisesi” savaştan dönen Bizans askerlerinin kilisesiydi ve Fetih sırasında artık kullanılmıyordu. Diğer kiliselerin statülerinin henüz belirlenmediği bir sırada Manganlar kilisesinin Fetihte yer almış olan “Mevlevî dervişlerine” verilmiş olması ihtimali uygun görülmektedir.
Mevlevî Tarikatı Fetih’ten hemen sonra İstanbul’a girmiş ve ilk tekkeler o sırada kurulmuştur. Ancak Mevlevî âyinleri ve Mevlevî tarikat töresi o çağda henüz tam olarak yerleşmiş değildi. Beste-i kadim denen eski âyin bestelerinden başka müzik eseri ortalarda görülmüyordu. Belki yüz yıl öncesinin “kavval” ve “gûyende” isimlerini taşıyan müzikli şiir okuyucuları vardı.
Yeri tesbit edilemeyen Bizans kilisesinden kalma İstanbul’un ilk Mevlevîhânesi’nden sonra Osmanlı başkentinde yer alan ikinci Mevlevîhâne, 1491 veya 1492’de kurulmuştur. “Galata” veya “Kulekapı Mevlevîhânesi” adını taşıyan bu Tekke, Fatih devri akıncı beylerinden İskenderpaşa vakfı üzerinde meydana getirilmişti. İlk şeyhi Sinoplu Safâi Dede’dir. İstiklâl Caddesinin sonunda Yüksek kaldırımın başındadır. 1975’te onarıma girmiştir. Günümüzde bir müze olarak ayakta durmaktadır. 433 yıl yaşayan bu Tekke’nin Son şeyhi Ahmet Celaleddin Dede’ydi.
İstanbul’da Galata Mevlevîhânesinden sonra bilinen ikinci Tekke “Yenikapı Mevlevîhânesi” dir. Yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmet Efendi tarafından 1598 yılında meydana getirilen bu tekkenin ilk şeyhi devrinin Mevlevî büyüklerinden Kemalî Ahmet Dede’dir. Dergâh O’nun adına kurulmuştu. 327 yıl yaşayan ve 20 şeyh gören Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Abdülbaki Baykara’dır. Sur dışında Merkez Efendi türbesine yakın Mevlevîhâne, birkaç defa yanmış ve seksen yıl kimsesiz ve bakımsız kalmıştı. Halen Vakıflar tarafından onarımı devam etmektedir.
İstanbul’da kurulan üçüncü Mevlevî tekkesi Boğaz kıyısında Beşiktaş’taydı. Bu Tekke daha sonra Eyyüb Sultan’da Bahâriye semtine taşınmış ve “Bahâriye Mevlevîhânesi” adını almıştı. 1613 yılında Sadrazam Ohri’li Hüseyin Paşa tarafından kurulmuştur. İlk şeyhi, aynı zamanda Gelibolu Mevlevîhânesi’nin de postnişini olan Ağazade Mehmet Dede’dir. Tekke 312 yıl yaşamıştı. Son şeyhi Selman Tüzün’dür. Önceki şeyh vefat ettiğinde Konya Çelebilik makamı, Bahariye Mevlevîhânesine, vekaleten Bahaüddin Efendi adında bir şey tayin etmişti. Dergâhların kapandığı 1925 yılında, postta Bahaüddin Efendi oturuyordu. Selman Tüzün 1953’ten sonra Konya’da yapılagelen Şebi Ârus törenlerinde postnişin olarak görev almış ve böylece eski Mevlevî geleneğinin yeni zamanlara taşınmasında yardımcı olmuştu. Oğlu Hüseyin Tüzün de bir semazendir. Aynı törenlerde sema etmişti.
Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin yerinde bu gün taş bir merdivenden başka bir şey yoktur. Bu Mevlevîhâne yaklaşık otuz yıl öncesine kadar ayaktaydı, Birkaç yıl önce bütünüyle yerle bir olmuştur. Onarılacağına dair haberler varsa da henüz bir hareket yoktur. Kasımpaşa Mevlevîhânesi 1632 yılında Sırrî Abdi Dede tarafından kurulmuştur. Dede’nin vakfettiği arazinin üzerindeydi. Mevlevîhâne 293 yıl yaşamıştı. Dergâhların kapandığı tarihten önce de cemaati kalmayan bu Tekke’nin son şeyhini hatırlayan yoktur.
İstanbul’da son kurulan Mevlevî ocağı Üsküdar Mevlevîhânesi’dir. Bu tekke Sultanzâde Numan Dede bey tarafından 1790’da kurulmuştu. Kaptanı derya Vesim paşanın da vakıflar tesis ettiği bu Tekkeyi Konya Çelebilik Makamı zaviye olarak tanımıştı. Zâviye tekke’nin büyüğüdür. Anadolu’dan veya başka yerlerden gelen misafirlerin ağırlandığı bu tekke uzun yıllar harap kaldıktan sonra Vakıflar İstanbul bölge müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Kayserili Ahmet Remzi Dede’dir. Tekke 135 yıl yaşamıştı. Günümüzde Vakıflar bölge müdürlüğünün elindedir.
1491 yılından 1925 yılına kadar 434 yıl yaşayan İstanbul Mevlevîhâneleri Türk kültür hayatında yeri doldurulamaz bir görev yapmışlardır. Bu dergâhlarda yetişen, şairler, yazarlar, ilim ve devlet adamları İmparatorluğun elit tabakasını oluşturmuş ve Türk Horasan tasavvuf harsını insanlığın geleceğine aktarmışlardır. Dört yüz yıl bu tekkelerde oluşan kültür birikimi, kütüphanelerde ve müzelerde halen varlığını sürdürmekte ve bu muazzam kültür mirasından yararlanmak isteyen gelecek nesillerin kullanımına açık bulunmaktadır.
Mevlevîlik ve Mevlevî kültürü, yaşadığımız dönemde, Sema âyinleri’nin ve eski Mevlevîhâne’lerin birer ikişer onarılması ile yeniden canlanmaktadır. Gelecek bir dönemde bunlara paralel Mesnevî eğitiminin de gelişerek gün ışığına çıkacağı umulur.