Bir haftadır Paristeyim. Aziz dostum Karavaj’ı görmeye geldim. Karavaj’la tanışalı üç yıl oldu. İlk defa yine Paris’te karşılaşmıştık. Bir sabah vakti eskiden Fransız krallarının oturduğu bir sarayın bahçesi olan Bagatelle parkında bir araya gelmiştik. O zaman henüz tanışmıyorduk.
Vakit sabahın körüydü ortalık daha aydınlanmamıştı. Karavaj o sırada bir gölgeydi… Karanlıklar içinde bir görünüyor bir kayboluyordu, bazen kaynağı belirsiz yerlerden gelen hafif ışıklarla aydınlanıyordu. O zaman öne doğru eğiliyor ve gözlerimi dört açarak onu gözlüyordum. Sessizce ortalıkta dolaşıyor, boyuna daire çiziyordu, ara ara sıra toprakları karıştırıyor ama hiç durmadan yürüyordu…
Binicisi geldiğinde sabahın ilk ışıkları belirmek üzereydi, yine de Karavaj’ın bakıcısı ve binicisi zorlukla seçiliyordu. Sonunda suvari bir hamlede uzun boylu, güçlü kuvvetli hayvanın üzerine çıktı. Dizgini, üzengiyi, seleyi düzeltti, yoluna koydu, eteğini başlığını yokladı. Bakıcı uzaklaşırken adam ve Karavaj tek bir bedene benziyordu. Sanki birlikte yaratılmışlardı. Nitekim az sonra da hep birlikte hareket edeceklerdi. Hiç ayrılmayacaklardı.
**O bir delikanlı
**
Bu Karavaj onbir yaşında bir at… Pek güzel gözleri, lepiska yeleleri, mukemmel rengiyle kusursuz derisi, taralı kuyruğu, bakımlı rondelalı, boyalı tırnakları, Ruhr çeliğinden nalları, Zerrin Özer’inki gibi dudakları, sülüs elifi gibi kulakları var, sapına kadar erkek. Tığ gibi gibi bir delikanlı. İnsan bu ata aşık olur… Atla birlikte ömür sürer.
Atı özel yetiştirmişler. Fransa’da tanınmış bir “at sirki” sahibi tarafından, bir “at binme” gösterisi için düşünülmüş. İlk çalışmalar ve daha sonra yapılan egzersizler sırasında inanmayacaksınız ama bizim doksanlı yılların başında Neyzen Kutsi Erguner’le birlikte yaptığımız ve o tarihte Fransız Kültür **Bakanlığı'**nın bir kuruluşu olan “Dünya Kültür evleri” tarafından yayınlanan ve şimdi bulunmayan “İlahiler ve Bektaşı nefesleri” CD’si kullanılmış.
Şimdi bu gösteri Parisli’lere canlı olarak sunuluyor. Adı “Levé du soleil: Güneşin Doğuşu” Sabah güneş doğmadan önce karanlıkta başlıyor ve bir buçuk saat kadar sürüyor. O sırada biz değerli Kutsi Erguner’le birlikte müzik icra ediyoruz. O ney üflüyor, ben bendir vurup ilahi, nefes, türkü okuyorum. Bizim kaset nihavent ağırlıklı eserlerden oluştuğu için bana başından beri “nihavent” makamından ayrılma dediler. At nihavend’e alışkınmış… Ritm’leri de tanıyor.
**
**
Dört kişi olduk
Geçen gün yaptığımız “at konseri” bu olayın ya beşincisi ya altıncısı. Bilmiyorum. Önceki yıl Fas’ta bir festivale katılmıştık. Şimdi iş ilerledi, ekip kaynadı. **Karavaj’**ın vazgeçilmez yetiştiricisi ve binicisi, bir İspanyol asilzade aileden gelen Bartabas, neyzen Kutsi Erguner, bendirzen fakir ve bir de Karavaj isimli at, dört kişi olduk. Her yerden çağırıyorlar. Bunca yıl dervişlere çaldık aldıran olmadı, günlerden bir gün yanlışlıkla “**at”**a çaldık, şimdi herkes peşimizde. Bakalım bu işin sonu nereye varacak ?
Fransızlar bilmedikleri şeyin kurdudur. Bizim kızar, aldırmaz ve “bana ne…” dediğimiz yerde onlar sonuna kadar işlerin peşini bırakmazlar. Her konuyu derinleştirip içini dışını çıkarmadan rahat edemezler. Eşyanın sırlarına meraklıdırlar. Yeterli bilgi sahibi olunca da bir daha dönüp bakmazlar. Şimdi bu “at” hikayesi **at’**ın sırlarını keşfedinceye kadar devam edecektir. Vaktiyle “dönen dervişlere “ de böylece sardırmışlardı. Otuz yıl kadar merakla izlediler, giderek ilgileri azaldı. Sağ olsunlar, sevimli insanlardır, ama sonunda dervişlere Fransız kaldılar.