Müzik bir ilimdir. Eskiden büyücülüktü. Vaktiyle Çin’de alimlerle büyücüler bir araya gelerek müzik konusunda anlaşmışlar ve canlılar arasında özel bir yeri olan İnsanın, müzik yeteneğini incelemişlerdi.
Müziği matematik ilimler arasında tasnif eden İslam uygarlığı ise olayı daha da ileri boyutlara taşımış, müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini enine boyuna tartışmıştı. İslam dünyasında Safiyeddin Urmevi, Abdülkadir Meragi, Ebu Nasr Farabî gibi alimler yetişmiş bunlar müziğin fizik kanunlarını bularak onu sağlam esaslara bağlamışlardı. Müzik ilmi böyle doğmuştu.
Aradan yüzyıllar geçti. İlim ilerledi, müzik de öyle… Müzik çeşitlendi. Yaşamın her köşesine ulaştı. Genel hayatın bir parçası oldu. İnsanlar anlaşmak için yazıyı resmi, plastik san’atları kullandıkları gibi müziği de beraberliğin güçlü bir aracı olarak kullandılar.
Müzik, savaştan muhabbet odalarına kadar her yere sağlamca yerleşti. Savaşta askeri şevk ve heyecana getirmek için de müzik kullanılıyor, aşk ve şehvetin terakki veya tereddisine de yarıyordu. İnsanoğu’nunun son zamanda ulaştığı elektronik çağda ise müzik artık hava, su, toprak ve ateş gibi olmuş, dört elemanın arasına katılmıştı. Şimdi her evde, her köşe başında, her kamusal veya özel alanda müzik vardı. Düğünde de müzik, mezarlıkta da müzik.
Müzik din çerçevesinde gelişen derin insan kültürünün ifade aracı olarak da kullanılmıştır. Dini ve tasavvufi metinlerin yüksek sesle okunmasında, özellikle din temalı şiirlerin inşadında ve daha iyi anlaşılmasında müzik emsalsiz bir taşıyıcıdır. Coşturucu ve kalıcı etkenler yaratır. İnsan ruhunun açılımında olağanüstü sonuçlar doğurur.
Bir ilim olan Musiki’nin sağlam kuralları vardır. Bu kurallara uyulması gerekir. Sözkonusu kurallar usulü ile öğretilirse müzikte kalite tutturmak mümkündür. Aksi halde müzik müzik olmaz. Müziktir diye çıkarılan sesler birbirine karışır ve zevk vermez, ona müzisyenler “kakafoni”
diyorlar. Kurallara uydurulmamış, karışık, anlamsız ve rasgele sesler… Tersi:"Armoni:Ahenk'tir, yani sıraya konmuş,düzenlenmiş sesler.
Müzikte yenilik yapmak da mümkündür. Güzel san’atların en muhteşemi olan musiki, donmuş ve gelişmesi tamamlanmış bir fizikî varlık değildir. Müzikte her zaman yeni atılımlar, yeni formlar ve yeni neş’eler aranabilir, kurallar zorlanabilir, ancak bu zorlama ve arayışların yine bir müzik kuralı olan “kökten sapmama” ilkesine uyması gerekir. Zorlama kakafoni sınırına kadardır, arayış kakafoni ile sonuçlanırsa ona gelişme, değil bozulma derler. Ağaçlar her yıl yeni yaprak üretir, çiçek açar, meyva verir ama kökleri yerinde durur. Meyva arayan baltayı ağacın köküne indirmemeli.
Musiki mutlaka eğitilmelidir. Bir müzisyen doktor gibi, mühendis gibi “eğitimden” geçmelidir. Her müzisyenin bir “ustası” bir “rehberi” olmalıdır. Ustası olmayan sanat olmaz. Ustasız san’at boş işlerle uğraşmaktır. Bir insan bir san’ata meylettiğinde ona yanlışlarını gösterecek bir öndere ihtiyaç duymalıdır. Çağımızın görsel kültür ortamında bazı müziğe heves edenler “ben kendimi yetiştirdim” diyorlar. Böyle şey olmaz, bir insan yetişmeye koyulduğunda yaptığı yanlışları kendisi nereden bilecek ? bunları ona kim söyleyecek ? bilmeden içine girebileceği çarpık gelişmeleri ona kim işaret edecek ? sazı ve ruhundaki sapkınlıkları kim önceden fark ederek onu doğru çizgiye yöneltecek. Sazı ile amansız mücadelesinde her an karşısına çıkacak engelleri kim ayıklayacak ? Sazını yendikten sonra kapılacağı gururu kim frenleyecek ? Çırak ustadan sorulur. Mevlana “nerede var bir yoksul ustasından kaçmıştır o” diyor.
Ben “kendimi yetiştirdim” demek bütünü ile haram ve dayanaksız bir iddiadır. Geçersizdir. Kim söylerse yalandır.Böyle bir insan saz çalmaz, dinleyenlerin başına bela olur. Kimse onu eleştirme zahmetine katlanarak başına dert almaz, sadece yolunu beklemez olurlar. O zavallı da müzik yaptığını zanneder.
Müzik her yerdedir. Özellikle onu dinleyen ve böylece ruhunu yüceliklere kavuşturanın kalbindedir. Bir gün müzisyenlerin de kalbine yerleşeceği umulur.