Gazi Mustafa Kemâl Paşa, 15 Haziran 1919 günü Amasya’dan Diyarbakır Valiliği’ne şu telgrafı göndermişti:
“Bütün memleketin varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu tarihî günlerde, bir yabancı milletin himayesine sığınarak aşağılık ve tutsak yaşamayı yeğ tutan her türlü görüşün dağıtılması pek vatanî ve gerekli bir görevdir”
Bu sırada İstanbul’dan Anadolu’daki valilerine telgraf çeken Damat Ferit Paşa hükümeti, Montrö andlaşmasının şartlarına uygun olarak tam ters isteklerde bulunuyor, bu andlaşmaya dayanan muttefik kuvvetlerinin girişecekleri her türlü işgal hareketlerine karşı direniş gösterilmemesini tam teslimiyetle istiyordu.
Bazı valiler **Mustafa Kemal’**e, bazıları **Damat Ferit’**e uydu. Görevini bir ingiliz’e bırakmasını öneren **Sadrazam Damat Ferit Paşa’**ya Mazhar Müfit Kansu, “Vatanı satacak kendine başka bir vali bul…” diye cevap vermişti.
1918 asr-ı miladî yılının son aylarına doğru, Anadolu Türk vatanında görevli Türk yöneticilerinin iki seçeneği vardı: Galip düşmanla iş birliği yaparak “aşağılık ve alçakça” yaşamak veya şerefli bir ölümle şu dar-ı dünyadan çekip gitmek…
Mustafa Kemal Paşa ve fevkalade yüksek erdemler taşıyan bir grup yürekli vatansever askeri ve mülki erkân, Türk tarihine yakışan biçimde, ikinci seçeneğe sarılmıştı. Yani “aşşağılık ve alçakça” yaşamak yerine gerekirse şehit olarak yeryüzünden şerefle ayrılmak.
Aradan seksen yıl geçti. Ülkenin yanıbaşında bir başka ülkede bir savaş daha oldu. Bu savaşta o ülke yenildi, yabancı taarruzuna uğradı. yöneticileri yargılandı asıldı, işgalciler kendilerine yeni yöneticiler buldular, cakma bir hükümet iş başına geldi. Bu hükümetin toplama yöneticileri topraklarını yakan, yıkan ve yağma eden yabancı güçlerle iş birliği yaptılar, onlara yol gösteriler ve “barışın gereği budur” diyerek “aşağılık ve alçak” bir tutum içinde tutsak yaşamayı yeğ gördüler. Kabul edilmez görevlerle aşağılık, alçaklık ve tutsaklığı seçtiler.
Bu ülkede **Mustafa Kamal Paşa’**nın yerinde oturan bu günkü değerli devlet başkanımız da “barışın gereği” budur ve “vizyonumuz aynı” diyerek gidip o alçaklarla görüştü. Ne çeşit ve nasıl bir “barış” konuştuğu merak konusudur. Bu uydurma siyasi temasın her noktası ve her çeşit söz ve öneri Mustafa Kemal ruhuna ve Türk siyasi ahlakına terstir… Dayanılmaz bir yürek yarasıdır.
1871’de Alman ordusu Paris kapılarına dayandığında içerde “Paris Komünü” adıyla tarihin ilk acımasız sosyalist ayaklanması oluyor ve kan gövdeyi götürüyordu. Sokakların ölülerle dolup taştığı bir sırada Almanlar gelecekte dünyayı altüst edecek tehlikeyi önceden fark edip devrin **Fransız Cumhurbaşkanı Tiers’**e yardım teklif ettiler. Tiers : “Bu bizim iç meselemizdir, karışmayın dedi…”
Herhalde Tiers, Amerikan ordusu ile bir olup terörist diye kendi vatandaşlarını parçalayan “alçak ve tutsak” Irak yöneticilerinden daha şerefliydi. Tarih hükmünü veriyor… Bedenler topraklarda çürüdüğünde geriye temiz isimler kalır. Adınızı da yanlışlıkla kirlettiyseniz yazık olmuştur sizlere… Keşke hiç yaşamasaydınız.