Ne içli bir dua, ne içten bir ah
Uyuyor serviler altında dergâh!..
Kaç kere gönlümü dinledi bu yer
Tek tük kandillerde yorgun alevler
Titriyor gecenin sert rüzgarıyla
Gece sanki sönen yıldızlarıyla
Gölgeli dergâhın dolmuş içine...
Bir inilti, bir ses**... Bu yalvarış ne**?
Ya Rabbi, ne içten anıldı adın!..
Ölmeden öl! diyen bir itikadın
Gönülden duyarak ulu sesini
Ruha şifa sunan felsefesini
Biri zikrediyor dergâhta işte
Göklere yükselen bu inleyişte
Elemi gizlidir bir ah u vahın
Çoktan dervişleri yattı dergâhın..
Bu yalvaran kimdir, kim bu zikreden?
Yoksa ağlıyor mu gönlüm bilmeden!
Gönül! Bu inilti senden mi geldi?.
Hayır, işte o ses yine yükseldi
Yine yalvarıyor, yine ağlıyor
Gözümü dumandan eli bağlıyor
İçimde yakılan bir buhurdanın...
Vuruşu duruyor kalbimde kanın
Bir hayalet oldu yanan benliğim
Bu kuvvetli ruh kim? Bu zikreden kim?
Kim bu varlığımı kendine çeken?.. Şimdi bir zulmette gölge gibi ben.
O yalvaran sese ilerliyorum
Benliğim ölmeden öldü! diyorum...
Böyle yürüyerek geçtikçe her an
Gitgide geliyor sesi yakında Gitgide sinerken ben gölgeler Yorgun ayaklarım çarptı bir yere Titredim bir taşa ani temasla Ömrümde bu kadar korkmadım asla
Sanki ta kalbimi bir bıçak yardı...
Önümde bir küme karanlık vardı
Bütün varlığımı bir an unuttum
Yavaşça eğilip o yeri tuttum
Dergâh kuyusunun duvarıydı bu...
Yeniden benzimi sararttı korku
Burdan geliyordu o iniltiler!
Gönülde titrerken şüpheli bir yer
Allaha yalvaran, Allahın adı
Beynimin içinde uğuldadı
Sanki bir dakika çarpmadı kalbim
Ey ulu Allahım, ey ulu Rabbim!.
Kuyuda zikreden, ağlayan kimdi?
İçine eğildim... Anladım şimdi
İsm-i Celalini candan andıkça Yer yer yükselerek çalkalandıkça
Kuyunun zulmette parlayan suyu...
Kuyu zikrediyor, ağlıyor kuyu!...”
Nazım Hikmet (1902-1963)