Adımızı temize çıkardı

bican.jpg

Hazreti Monla-i Rum: "Bad ez vefat türbeti ma der zemin mecuy  Der sinahayi merdum ü arif mezarı mast” diyor. Türkçesi: “Ölümümden sonra mezarımı yerde arama  Arif kişilerin gönlüne gömüldüm ben”

Mevlânâ’nın Hakk’a vuslatı bir kere daha anılıyor… Rabbine aşık olan bir İslam büyüğünün hatırası bir kere daha dile getiriliyor,  madde tuzağına düşüp cayır cayır yanan şu güzelim dünyada, Mevlânâ rüzgarı bir kere daha esiyor. Ruhlar onun maltemi ile doluyor, Bedenler onun rüzgarı ile kendinden geçiyor. Hesapçılar kendileri ile hesaplaşıyorlar. Kötüler kötülüklerinin derdine düşüyor. İyiler iyiliğe doymuyor. Ortalık toz duman. Nefisler ruhlarla kaynaşmada, ruhlar nefislerle çatışmada, canlar karmaşada yol arıyor. Ruhlar, canlar ve nefisler alt alta üst üste boğuşuyor… Manzaraya bakın siz… En alttaki en üstte, en üstteki en altta… Pirim olanları bir bir görüyor, gösteriyor, biliyor, bildiriyor. Söylüyor, anlatıyor:

"Bu sendeki gurur Daha ne kadar artacak ? Her çeşit görünüşün, hayallerin Daha ne kadar sürecek ? Süphanallah sende şaşılacak bir tavır, Anlatılmayacak bir , Bir hal var. Ben sana “hiç” diyeceğim ama, Sen hiç bile değilsin... Bu kendini bir şey görmen Hep senin kuşkularındır."                                            Mevlânâ  Hakk’ın açtığı kapıların sonu gelmiyor. Aşk her yerden doğuyor. Aşkın görüş sınırı uzayda kayboluyor. Mevlânâ insana insanlığını öğretiyor. O’na kendisini tanıttı, şimdi de kalbine “ümit” isimli bir enerji yerleştırıyor.

"Bizi dirilten o dost, Ne kadar temiz, ne kadar tatlıdır. Ne kadar hoştur, güzeldir... Biz insanlar, ruhlardan, Gönüllerden ibarettik. Bedenlerimiz yoktu. O aziz Dost, Bedenlerimizi ruhlarımıza konukevi Olarak yarattı. O dostumuz, O efendimiz, lutfeder, kerem buyurursa, Bizi affeder. Nasıl önceden yarattıysa, Gene öyle yaratır. Bizi yeniden diriltir."                                Mevlânâ Mevlânâ’dan söz açtık ya, başka ne yapabilirdik ki ? Açtık bizi doyurdu, sefildik bizi giydirdi, yoksulduk bizi dirliğe kavuşturdu. Yersizdik bize yer buldu. Bütün bunları **Hakk’**tan aldığı izinle yaptı. Karanlıklarla boğuşuyorduk, bizi ışıklı yere götürdü. İnsanlıktan uzaklaşmıştık. Geri döndük. O adımızı temize çıkardı, düşmanımızı tanımazdık, parmağının ucuyla gösterdi. Peygamberin yolundan ve **Tanrı’**nın izninden bir an ayrılmadı.

Pirim yedi yüz yıl önce yaşadı. Hayır ! Burada, bu gün, şurada yaşıyor. Geziyor dolaşıyor. Sıkıldığı yerden kaçıyor. Dostları ile beraber. O’nu tanımayanlar “Konya’da yatıyor…” diyorlar. Hayır ! yatmıyor. Dimdik ayakta… Sen de yatma. Git O’nunla dolaş… Bir gece olsun uyuma.

"Dostların hatırı için bu gece uyuma Gecenin kulağını tut, uyuma “fitnenin uyuması iyidir” derler Sen de bir fitnesin, ancak Senin gibi güzel bir fitnenin Uyanıklığı daha iyidir. Bu yüzden acele etme, Uyuma."                                    Mevlânâ

Mevlânâ bir kere daha anılıyor. Orada, burada, arzın öbür ucunda. Tahtını kurduğu her yerde. Aşkın ulaştığı her alanda. O’nu ananlar O’nu değil kendilerini anıyorlar. O’na herkes kendi kutrundan bakıyor. Onu herkes kendi çapı ile ölçüyor. Mevlânâ herkesin dünyasında kendi  varlığıyla yer tutuyor. O kime ne söylüyorsa o insanlar O’nun sözlerinden kendi anlayacakları kadarını anlıyorlar. Yetenekleri yeterince yol bulup düzlüğe çıkmaya çalışıyorlar.

Düz yol arayıcıları. Pirimin size son bir çift sözü var:

"Ey ten, böyle can, Böyle ilâhî bir emanet sende oldukça Sen ölmezsin. Ey imansızlık, Sapıklıktan kurtuldun, imana kavuştun. Neş’elen, neş’eni arttır. Çal, çağır. Her ne kadar, nefsine uymuş, Tensel zevklerin altında kalmış kişilerden Bıktın, rahatsız oldun ise de, sen Nefsini yenmiş, temiz duygulu Erlerin huyundasın. Ermişlerin Desteği seninle beraberdir."                                            Mevlânâ

İşte bu kadar ! aziz dostlar. Allah dostları ! Tanrı erleri… Söylenecek şeylerin sonu geldi. Gönlümüze gömülmüş o Dost, bizi **Dost'**a doğru çekiyor. Artık inattan vaz geçin de gelin beraber olalım. Bu dünyaya aldanmayalım fânidir kanmayalım. Oldu mu ?   Mevlânâ’yı analım. O’nun gibi olalım.